“Saygı ve nezaketi kaybettik, toplum çürüyor” diye yakınanlardan mısınız? “Herkesin ağzı bozuk. Küfürsüz konuşan kimse kalmadı” sözünü en son ne zaman duydunuz? “Toplum çürüyor. Küfür sıradanlaştı” diyenlerden biri de benim. Ağzı bozuklardan çok rahatsızım.
Küfürlü ve kaba konuşmayı çoğaltan bireylere karşın devlet çarkını döndürenler kibar insanlar olmalı. Böyle düşünme nedenim Kültür ve Turizm Bakanlığının, Kültür Yolu Festivali kapsamında, Anadolu Medeniyetleri Müzesinde açılan sergiye verdiği isim.
ABD ile İsviçre’den iadesi sağlanan ve kolluk güçlerinin operasyonlarıyla ele geçirilen 150’den fazla kültür varlığının ilk kez meraklılarıyla buluşturulduğu etkinliğe “Kaçış Yok” adı verilmiş.
Oysa bu eserleri, “parayı basarım, hazinelerinizi ülkeme taşırım” diyen zihniyetin elinden kanırta kanırta aldık. Onlarca yıl süren hukuk mücadelesi sonunda kurtardık. Biliyoruz ki Anadolu’nun nice hazineleri, Batı ülkelerinin müzelerinde veya ABD’li koleksiyonerlerin gizli kasalarında.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde “Kaçış Yok” sergisini gezerken, hırsıza hırsız demekten utanan bir mahcubiyet taşıdığımız gerçeğini gördüm. Bu sergiye isim koyma görevini bana verselerdi ya “Hırsız Var!” ya da “Hırsız Çekmecesi” derdim.
“Hırsız evden olursa mandayı bacadan aşırır”mış. Sergideki eserler manda(!) değil; yükte hafif, pahada ağır olanlardan. Bir gün Berlin Pergamon Müzesi’nde 1830 yılından beri sergilenen Bergama Zeus Sunağı’nın da bu topraklara geri döneceğine inanıyorum.
Sergideki eserler arasında en çok ilgimi çeken
“Kırmızı Boncuklu Altın Kolye” ile “Büyük İskender Mermer Başı” oldu. Bir de sergiyi gezenlerin sayısının azlığı dikkatimi çekti. Galiba TRT ve bazı tv kanallarının muhabir ve kameramanlarının sayısı ziyaretçilerden fazlaydı.
Müzeden ayrılacağım sırada Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ekibiyle geldi. Gazetecilerin kalabalığının sebebini de anladım. Sergi değil, bakan takibi. Sergi nedeniyle müzeye giriş ücretsiz. Bakanlık jest yapmış. Buna rağmen kültür ve sanat tutkunları(!) ortalarda değil. “Kültür sanata değer verilmiyor” diye bağıranlar ve sosyal medya paylaşımcıları gelseydi, Ankara Kalesi çevresi miting meydanına dönerdi.
Hollandalı ressam Vermeer’in İnci Küpeli Kız’ının boynuna yakıştırdığım “Kırmızı Boncuklu Altın Kolye”nin öyküsünü paylaşmak isterim.
Manisa’daki Bintepeler nekropol alanından yasadışı kazılarla çıkarılan Kırmızı Boncuklu Altın Kolye Lidya dönemine ait ve yaklaşık 2500 yıllık. 1970’li yıllarda ABD’ye kaçırılmış. 1982 yılından itibaren Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergileniyormuş.
Müze yetkilileri kolyenin Anadolu kökenli olduğundan şüphelenmişler. Bakanlığa bilgi vermişler. Bakanlıkla temas kurulması eseri size verecekleri anlamına gelmiyor. Eserin Anadolu kökenli olduğunu, izinsiz çıkarıldığını ispatlamak gerekiyor. Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanlığı etkin performans gösteriyor. Geçen yıl eserin Anadolu kökenli olduğu ve izinsiz çıkarıldığı belgeleniyor. Eser, 4 Eylül’de yani üç hafta önce teslim alınmış ve ana yurdunda ilk kez sergileniyor.
Sergide bulunan 2. yüzyıla tarihlendirilen “Büyük İskender Mermer Başı”nın öyküsü de bir film gibi.
Mermer baş, yabancı bir koleksiyoner tarafından edinilmiş. Yine kaçak kazı, yine tarihi eser kaçakçılığı… Yılı bilinmiyor. Koleksiyonerin vefatının ardından eserler çocuklarına kalmış. Çocukları, ‘Türk hükümeti peşimizi bırakmaz, eninde sonunda bizden bunu alır” endişesiyle bakanlığa başvurur. “Koleksiyonun Anadolu kökenli olduğunu düşünüyoruz. Eğer ispatlayabileceksiniz size vereceğiz” diyorlar. Bakanlık belgeleri tamamlayıp Büyük İskender Mermer Başı’nı Türkiye’ye getiriyor.
“Kaçış Yok” sergisindeki eserlerin her birinin öyküsü var. Tarihsel öyküden farklı; kaçak kazı, defineciler, aracılar, alıcılar, yurt dışına kaçırılışı, koleksiyonerlere teslimi vb uzun bir öykü. Indiana Jones filmlerinden daha gerçekçi, daha heyecanlı.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un açıklamalarını dinledikten sonra salondan ayrıldım. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin bahçesinde kahve içmek istedim. Burada bir kafe var. Daha doğrusu büfe ve önünde bir çıkma. Hava güzeldi. Ankara sonbaharının en güzel günlerinden biriydi. Masalar ve sandalyeler müzenin ambiyansına uygun olmasa da bir Türk kahvesini, kokusunu içime çeke çeke, içmenin keyfinin çıkaracağım vakitti.
Büfede özel hizmet beklenmez, self servis. Bir fincan Türk kahvesi ve bir küçük su istiyorum. Kasadaki personel, “106 lira” diyor. Ödüyorum. Fişte “Anadolu Kültürel Girişim Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi İçi Kale Mahallesi Gözcü Sokak, Altındağ Ankara” yazıyor.
Fiş dökümüne bakıyorum:
Türk kahvesi 80.00, su 26 lira.
Ankara ve benzeri şehirlerdeki müzelerde bu fiyatlar uygun mu? Bunları kim belirler? Müze ziyaretçilerinin daha çok üniversite öğrencileri olduğu kimsenin aklına gelmez mi? Hangi öğrenci bu rakamı ödeyebilir?
İstanbul Havalimanındaki fiyatların bir gerekçesi olabilir. Ama Ankara’nın en ucuz ilçesi olarak bilinen Altındağ’da, Ulus’ta, bir şişe su 26 lira. Ankara Büyükşehir Belediyesi aynı suyu 2 liradan satıyor. 13 misli fiyattan su olur mu? İnsaf!
“Almasaydın, içmeseydin, oturmasaydın” diyenler hiç kusura bakmasınlar; bu sözleri söyleyenlere edepsizler diyeceğim. Evimizden çıkmayalım, güzel yerlerde oturmayalım mı istiyorsunuz? Ben müzenin bahçesinde, Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy’un turistik otelindeki fiyatı ödemek zorunda mıyım?
Hazinelerimizin geri dönüşüyle neşelenen gönlüm ve gülümseyen yüzüm, bir su ile bir fincan kahve için 106 lira ödemek zorunda kalan zavallı cüzdanımın feryadıyla sarsıldı. Ne neşem kaldı, ne gülümsemem. Bizi soyan soyana.