Haziran’ın ikinci haftasıydı. Kitaplığımı düzenliyordum. Edebiyat Dergisi Yayınları’nın bulunduğu bölümde Rasim Özdenören’e ait, ebat olarak cep kitabından biraz büyük “Çözülme” adlı ince bir kitap, sıkıştığı yerden nasıl çıktıysa kendini ayak ucuma atıverdi. Niyeti intihar olamazdı. Düştüğü mesafe ölüm getirecek kadar yüksek değildi. Dikkatimi çekmek istemiş olmalıydı. Kitabın kapağında Çözülme yazısı vardı. “Ö” ve “Ü” harfleri adeta iki göze dönüşmüş, bakışlarını yüzüme çevirmişlerdi. Konuşmak için izin isteyen, utangaç, çekingen bir çift kara göz. Hemen eğildim, elime aldım, henüz ben ağzımı açmadan kitap dile geldi.
“Lütfen bana bir göz at. Üniversite yıllarında okudun beni. Sağımda solumda, sayfa boşluklarımda notların var” diye seslendi. Şaşırmayın. Ben kitaplarımla konuşurum. Onlar da dinler. Gerekirse yanıt verirler. Bazen onlar seslenir, ben karşılık veririm. O gün de öyle oldu. İlk konuşan Çözülme oldu.
Kitaplarımın ricasını asla geri çevirmem. Çözülme’yi elime aldım. İlk sayfaya “Kardeşlerimden hediye” notunu düşmüşüm. Son sayfaya “Çözülme öyküsü sinematografik bir Anadolu gerçeği. Sağlam ve gerçekçi kurgusu var” yazmışım. Öykünün birçok cümlesinin altını çizmişim, kenarlarına notlar iliştirmişim. Edebiyat Dergisi Yayınları’nın Öykü Serisinden basılan ilk kitap olmuş.
Kitap elimde, notlara göz attım ama öykülerin isimleri içeriklerine ilişkin ip ucu vermedi. Öyküler tanıdık gelmedi, demek ki unutmuşum. İlk öyküyü okurken belli belirsiz hatıralar gözümün önüne gelip gitti. Kitabı bırakmadım, bir çırpıda okudum. Çözülme öyküsü çok etkilemişti. Kitabı 1975’te okumuşum. “Bu öykü filme çekilmeli. Ödül üstüne ödül alır” demişim. Sinemaya heveslendiğim yıllardı. “İnşallah Çözülme gözden kaçmaz” yazmışım.
Çözülme filme alınmış. Bilmiyordum ve izlemedim. Rasim Özdenören’in aynı adlı eserinden uyarlanan “Çok Sesli Bir Ölüm” Uluslararası Prag TV Filmleri Yarışmasında TRT adına yarışmış ve 1977’de jüri özel ödülünü almıştı. Filmi izlemiş, ödüle sevinmiştim. Çok Sesli Bir Ölüm, Çözülme’den sonra yayımlanmıştı. Çözülme’yi nasıl kaçırmışım?
Çözülme, Rasim Özdenören’in asker olduğu 1973 yılında, rahmetli Nuri Pakdil tarafından basılmış. Özdenören için sürpriz olmuş. Özdenören, şöyle anlatmış:
“Yıl 1973. Askerdeyim. Çözülme adlı kitabım geldi. Nuri Pakdil basmış. Burada da çok farklı öykülerin prototipleri bulunuyor. Mesela ‘Ölünün Odaları’ bu diğer öykülere uygun düşmeyen bir öykü. Burada çok ayrı kalmıştır. Bunun yeri olsa olsa ‘Hastalar ve Işıklar’daki öykülerin yanı olurdu. Ama yer tutsun diye o öykü de bu kitaba dahil oldu.”
“Çözülme” işsiz güçsüz, kumar oynayan bir oğul, aileyi bir arada tutmak için çırpınan bitik bir anne, ölüm döşeğinde hasta bir baba, baba evine sığınmış evli bir kız kardeş ve meczup bir diğer kız kardeşten oluşan mutsuz, perişan ve çaresiz bir ailenin öyküsüdür. Öykünün kahramanı Kerim, yaşadıkları dramdan sorumlu tuttuğu hasta babası için “Bu, benim babam, bana dayak atan, göz açtırmayan. Öcünü alayım diye kapılara tarihler kazıyordum.” der.
Kerim, okuldan kaçmaya ve kumar oynamaya babası yüzünden başlamıştır. Babasını, ailenin geleceğini düşünmeden malını mülkünü tükettiği için eleştirir ve ona “Mısır tanesi gibi bütün aileyi dağıt, bizi sersefil et, sonra gel kasıl, beni suçlamaya kalkış” diye öfkelenir.
Ölüm haberi üzerine, “Ah canım Ağabeyim… Kırk yıllık yoldaşım, sırdaşım, üstadım… “ diyen öykücü Necip Tosun’a göre, Rasim Özdenören’in Türk öykücülüğüne kazandırdığı en somut unsur ‘yerlilik’tir. O, öykülerinde değerlerinden koparılmış ve modern kentlerin varoşlarında bireyin/ailenin acılarını ve yalnızlıklarını gündeme getirerek yanlış yönlendirilmiş ülke insanının yaşadığı kültür şokunu kuşatıcı ve derinlemesine bir yaklaşımla öyküleştirmiştir.
Rasim Özdenören’le tanışırdım. Ortak dostlarımız vardı. Hasta ziyaretine Seyranbağları’ndaki evine gittiğimde, Kafka’nın Dönüşüm’ü, bir sabah kendini böcek olarak bulan Gregor Samsa üzerine sohbet etmiştik. Daha sonraları birçok kez bir arada olduk. Görev yaptığım kurumda rahmetli Mustafa Şirin’le birlikte ağırladım. Mustafa Şirin hemşehrisi ve DPT’den mesai arkadaşıydı. Gönüldaşıydı. Eski Diyanet İşleri Başkanı, senatör ve üç dönem Erzurum milletvekili olarak görev yapan Lütfi Doğan’ın damadıydı. Erken gidenlerdendi.
Rasim Özdenören’i ilk kez Akay Yokuşu’ndaki Edebiyat Dergisi bürosunda gördüğümü hatırlıyorum. İkizi Alaaddin’le birliktelerdi ve üzerlerinde bir örnek, ilk kez giyildiğini tahmin ettiğim blucin takım vardı.
Akay Yokuşu demişken… Başkentler yenilik arayışından mıdır, iş bilmezlikten midir, her ne sebeple olursa olsun, merkezlerini sık sık değiştirirler. Akay Yokuşu bir vakitler Ankara’nın parmakla gösterilen bölgesiydi. Seçkin mahal, nezih bölgeydi. TBMM’ye, Bakanlıklar’a, Kızılay’a, dönemin lüks otellerine, gece kulüplerine, ünlü restoranlara yakındı. Devamı Esat’a, Seyran’a, Kavaklı’ya çıkardı. Bir pınar başıydı.
Yokuşun başında “Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir. Mustafa Kemal Atatürk” yazılı bir tak asılıydı. Kim, ne zaman kaldırdı, hiç hatırlamıyorum. Melih Gökçek’in henüz Akay’a alt geçit yapmasına, CHP’nin mahkeme kararıyla Akay Yokuşu’nu kapattırmasına, Akay’ın Akay’lıktan çıkıp Kay Yokuşu olmasına uzun yıllar vardı. O yıllarda Akay Yokuşu’ndaki bir pasaj Edebiyat’ın bürosu, DPT’nin en klas genci Nuri Pakdil’in ofisiydi. (Daha sonra istifa etmişti) Küçücük odada duvarda bir tezhip tablo asılıydı. Tezhib, yine bu yıl kaybettiğimiz, Akay Yokuşu’nun sohbet üstadı, herkesin ağabeyi Hasan Seyithanoğlu’nun, Diyanet’in genç müfettişinin eseriydi. Kocatepe Camii henüz ibadete açık değildi ve Diyanet Akay Yokuşu’na beş dakika mesafedeydi.
Türk edebiyatında “Yedi Güzel Adam” olarak bilinen ekipten Nuri Pakdil’in liderliğinde Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, Erdem Bayazıt ve Akif İnan ile “Edebiyat” dergisi yayın hayatına başladı. Nuri Pakdil’in “Sabır üssü” olarak tanımladığı “Edebiyat” dergisi, 1969’un Şubat ayından 1984 Aralık’a kadar aylık olarak okuyucuyla buluştu. Dergide isimlerin çoğu müstear isimlerdi. Nuri Pakdil, en çok Ebubekir Sonumut adını kullanmış olsa da dergide 16 farklı isimle yazı yazdı.
1972 yılında Edebiyat Dergisi Yayınları kuruldu ve yayımlanan ilk kitap, Nuri Pakdil’in “Batı Notları” oldu. Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan 1972-1984 yılları arasında 18’i Nuri Pakdil’e, 27’si yazar arkadaşlarına ait olmak üzere 45 kitap yayımladı. Cahit Zarifoğlu’nun “Yedi Güzel Adam”ı basılan ilk eserler arasındadır.
“Edebiyat” dergisi çevresinde, Ankara’nın Akay Yokuşu’nda daracık bir mekanda edebiyat adına çok işler kotarıldı. Çok sayıda yeni şair ve yazar yetişti. Yeni bir dil, yeni bir anlatı biçimi doğdu. Dergi ayrıca Orta Doğu’daki edebiyat ile İslamcı düşüncenin gelişiminden Türk edebiyat çevrelerini haberdar etti. Dergi, aralıklarla 159 sayı çıkarıldı. Nuri Pakdil’in manevi oğlu Necip Evlice, Edebiyat’ın tüm sayılarını iki cilt olarak bastırdı. Onun hediyesi olan Edebiyat dergisi ciltleri kitaplığımın kıymetlilerindendir. Edebiyat dergisi Akay Yokuşu’nun ay ışığıydı. Edebiyat’ın yazarları ise Anadolu coğrafyasının yeniden toprağa kök salıp açmaya çalışan çiçekleriydi.
Akay Yokuşu’na 1984 sonunda veda edildi. Zaten Mavera dergisi çoktan çıkmaya başlamış, Aralık 1976’dan Haziran 1984’e kadar bir başka mekan da Kızılay Bayındır Sokak’taki Akabe Kitabevi olmuştu. Aylık edebiyat dergisi Mavera, 1976 yılında, Ankara’da memuriyetlerini sürdüren Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Nazif Gürdoğan, Bahri Zengin ve Hasan Seyithanoğlu tarafından kuruldu. Çığır açtı, çok sattı, çok okundu.
Nuri Pakdil, 1984’te Akay Yokuşu’na veda etmeden önce öyle bir jest yaptı ki, bu ancak Nuri Pakdil’e yakışırdı. Daha önce bir benzeri yaşanmamıştı. Derginin elinde olan bütün sayılarını ve Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıkan bütün kitaplarını dağıtan Pakdil, bunun için Ankara’daki birçok öğrenci yurduna haber verdi. Bu olay Ekşi Sözlük’te şöyle yer alır:
“31 ocak 1984 tarihinde öğrenci yurtlarına haber verip iki kamyon dolusu kitabı ve dergiyi onlara dağıtan Nuri Pakdil, “halktan aldığımızı halka veriyoruz” diyerek trafiğe tıkanan “Kay yokuşu”nu sükut suretinde tırmanmış ve bir an için arkasına bakarak derviş hüneriyle gülümsemiştir.”
Akay Yokuşu’nun, “Sabır ve Umut Üssü”nün yıldızları elbette Yedi Güzel Adam’dı. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Alaaddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, M. Akif İnan ve Hasan Seyithanoğlu’ndan başka Osman Sarı, Arif Ay, Atasoy Müftüoğlu, İsmail Kıllıoğlu, Fuat Altınsoy, Turan Koç, İbrahim Demirci, İrfan Çevik, Kamil Aydoğan ve Beşir Atalay Akay Yokuşu’na iz bırakanların ilk saflarında yer aldılar. Şaban Özdemir ve Necip Evlice, Akay Yokuşu’nun yıldızlarını, çiçeklerini ve müdavimlerini tek tek sayabilecek yetkinlikte iki isimdir. Bizlerin eksik bıraktığı listeyi ve o dönemi en iyi onlar bilir ve elbette anlatma hakkı öncelikle onlarındır.
Akay Yokuşu’nun en parlak yıldızı Rasim Özdenören vefat etti. Son görüşmemiz ya kardeşi Alaaddin Özdenören’i anma günü için düzenlenen bir etkinlikti ya da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreniydi. Seveni çoktu. Son günlerinde hakkını helal etmediyse, herkesin tanıdığı bir siyasetçiyi hiç sevmediğini ifade etmiş, onu vefasızlıkla suçlamıştı.
“Gül Yetiştiren Adam” romanı bir dönemin en çok okunan kitaplarından oldu. Filme uygun bir konusu olmasına rağmen roman maalesef dikkate alınmadı. Vakit geçmiş değil. Yetkin bir kalemin el atacağı senaryo, Gül Yetiştiren Adam’ı zirveye taşıyabilir. Yarım asır inzivada kalmış bir adamın bedenini dış dünyaya kapatıp, içsel zenginliğiyle yaşama tutunması ve gül yetiştirerek, tabiatla bağ kurması, bugünün haz ve hız kuşağına ilginç gelecektir.
“Kültür ve sanatta istediğimiz yerde değiliz” söylemine Gül Yetiştiren Adam’ın filmini çekecek bir ekip olmamasını, dahası bu kitabın film olarak çekilmesini önerecek birilerinin yokluğunu örnek verebilirim. Öncelikle yakınlarının, dostlarının ve Hececilerin başı sağ olsun. Türk Edebiyatı bir değerli yazarını kaybetti. Allah rahmet eylesin.