Mîna Urgan, İngiliz Edebiyatı profesörü, yazar, filolog ve çevirmendi. Türkçeye, Sineklerin Tanrısı, Yalınayak Sokrates, Moby Dick, Meselenin Kalbi, Arthur’un Ölümü, Troilus ve Cressida, Utopya, Atinalı Timon gibi klasik yapıtları kazandırdı. ‘İngiliz Edebiyatı Tarihi’ adlı 5 ciltlik çalışmasının yanı sıra, Thomas More, Shakespeare ve Virginia Woolf üstüne incelemeler yaptı. ‘Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More’, ‘Virginia Woolf’ ve ‘D. H. Lawrence İncelemesi’ adlı kitapları yayınlandı.
Mîna Urgan, ölmeden iki yıl önce popüler oldu. 1998 yılında yayımlanan ‘Bir Dinozorun Anıları’ adlı kitabında anılarına yer verdi. Urgan kitabında, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Falih Rıfkı Atay (Üvey babası), Halide Edip, Neyzen Tevfik, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Sait Faik, Oğuz Atay ve Abidin Dino başta olmak üzere hayatında önemli yeri olan birçok kişiyi yazdı.
Kitap, ‘Çok Satanlar’ listesine girdi. Urgan bu kitabın ardından 1999’da ‘Bir Dinozorun Gezileri’ isimli gezi-anı kitabını çıkardı. O, artık ünlü bir yazardı. “Bu dinozor öyle bir yaşa geldi ki artık, bunca genç, bunca çocuk ölürken, daha fazla yaşamak biraz ayıp gelmeye başladı ona. İsteği, çevresine ve kendisine bir başbelası haline gelmeden, bu dünyadan göçüp gitmek. Kalanlara sonsuz sevgiler” diye yazmıştı. Bu duası gerçekleşti ve 2000 yılında, 85 yaşında iken öldü.
Mîna Urgan’ın, “Benim gibi bir kocakarının hayatını kim merak eder ki…” dediği kitabı 105 baskı yaparak rekor kırdı. ‘Bir Dinozorun Gezileri’ kitabı da 92. baskıya ulaştı.
Bir Dinozorun Gezileri’nden iki alıntı:
“Küçük mutluluklarım dışında, iki büyük mutluluk kaynağım vardır. Biri kitap okumak, öteki de deniz.”
“”Bana kalırsa, en keyifli okuma, güzel bir bahçede, iki ağaç arasında kurulmuş bir hamakta sallana sallana okumaktır. Bundan daha da güzeli, bir teknede deniz sizi sallarken okumaktır.”
Mîna Urgan ‘Bir Dinozorun Anıları’nda, Nâzım Hikmet’le ilgili bugüne kadar kimsenin bilmediği veya bilip de yazmadığı bir bilgiye yer vermiş. Nâzım Hikmet, Kadıköy’de karpuz satmış. Mîna Urgan anlatıyor:
“Nâzım’ı ilk gördüğümde on iki yaşındaydım. Kadıköy’de bir dost evinde akşam yemeğinden sonra, ‘Celile’nin oğlu, buralarda bir yerde karpuz sergisi açmış; gidip şuna bakalım’ dedi annem. O sıralarda Şefika’nın (Mîna Urgan’ın annesi) gözünde bu gencecik şair henüz Nâzım Hikmet değil, arkadaşı Celile Hanım’ın oğluydu sadece. Bense pek bilmiyordum kim olduğunu. Geceleyin karpuz sergisine gittik. Nâzım, karpuzla kavun yığınları arasında, yerdeki samanlara uzanmış, eli şakağında, yatıyordu.
İlkin güzel sarı bir kaplana benzettim onu. Bir kez daha bakınca, kaplanların vahşetinden tümüyle arınmış olduğunu gördüm. Kaplandan çok, o da Oğuz Atay gibi, bir kediye benziyordu. İnce uzun bir delikanlının boyunda görkemli bir sarmandı.”
Mîna Urgan’ın anlatımına göre, Nâzım Hikmet karpuzculuk yaptığında 26 yaşlarında olmalı. Rusya’dan döndükten sonra, belki 1928 yılı…
Detay yok, hepsi bu. Aklıma Banker Bilo filminde İlyas Salman’ın “bu karpuz da kabak” diye diye tüm karpuzları kesince kazıklandığını fark ettiği sahne geldi. Nâzım Hikmet karpuzculuktan para kazanmış mıdır? Sanmıyorum.
Nâzım Hikmet, “Orhan Selim” müstear ismiyle “Üzüm ve Karpuz” yazısı yazmış. 29 Ağustos 1935 tarihli Akşam gazetesinde çıkan yazıda, üzüm ve karpuzun lezzetli ve güzel iki yemiş olduğunu, ancak birlikte yendiğinde ise kötü bir tat bıraktığını anlatmış. Bu makale, Nâzım Hikmet imzalı ‘Yazılar (1935)’ isimli kitapta yer alır. Gençliğinde karpuz sergisi açan Nâzım Hikmet’in ‘Orhan Selim’ imzalı yazısından bir bölüm:
“Bir Tekirdağ karpuzu düşünün. Bıçağın altında çatırdayarak yarılınca gözlerinizin önüne serin bir kızıltıyla serilen bir Tekirdağ karpuzu. (…) Bir Tekirdağ karpuzunun serinliğindeki tadı ise ne bir dondurma bardağında, ne de buzlu bir şerbette bulabilirsiniz.”
Bu yazıyı yazarken mola verdim. Bir kâseye karpuz kabuğu reçeli koydum. Üzerine tarçın ve yanına iki top vanilyalı dondurma ilave ettim. Karpuzun adı bile ferahlatıyor.
Karpuz Mîna Urgan’a ilham kaynağı olmuş.
Başladığı kitabı, kötü de olsa bitirmek huyundan Fethi Naci’nin bir sözü sayesinde kurtulmuş: “Karpuzu kestin. Baktın ki kabak. Gene de zorla yiyecek misin o karpuzu?” demiş Fethi Naci.
Mîna Urgan, bu cümleyi duyduktan sonra başladığı her ne ise hoşlanmadığı yerde bırakmaya karar vermiş. Kitabı da, insanı da…
Ben, başladığım kitabı bırakamayanlardanım. İlla bitecek. İnsana sabrım kitap kadar kavi değil.
Meraklısı İçin Notlar:
-Karpuz Avrupa’ya, 17. yüzyılda Osmanlı topraklarından geçmiş. Bu yüzden İngilizcede ‘Turkish gourd’ veya ‘Turkie coocomber’ (Türk kabağı, Türk hıyarı), Fransızcada ‘turquin’ denilmiş.
-Karpuz dört bin yılı aşan bir tarihe sahipmiş. Mısır’ın antik duvar resimlerinde yer almış.
-Dünyada yetişen 500 çeşidi olduğu biliniyormuş.
-Coğrafi işaretli karpuzlar: Adana Karpuzu, Bilecik Osmaneli Karpuzu, Kocaeli Kandıra Karpuzu, Diyarbakır Karpuzu, Şanlıurfa Karaköprü Tat Karpuzu.