Dünyanın hemen her ülkesinde sıra dışı ve garip olayların yaşandığı inkâr edilemez. Haberlerde ya da internetteki pek çok videoda bunlara rastlanması mümkündür. Ancak üzerinde konuşulması ve düşünülmesi gereken bir şey var ki o da bu tip olayların sadece ülkemizde yaşanıyor algısının oluşturulmaya veya yaşatılmaya çalışılmasıdır. Evet, gündemi hareketli bir ülkede yaşadığımız doğrudur ama “absürt” olarak tanımlanabilecek olayların sadece ülkemizde yaşandığını iddia edersek biraz abartmış olmaz mıyız? İyi ve fena karakterli insanların her yerde bulunacağı göz ardı edilmemelidir.
Hemen pek çok gündelik olay karşısında verilen tepkiler bu yönde olabiliyor. Bir maçın tarihinde değişiklik olunca: “E Türkiye burası kardeşim, gayet normal”, her yerde yaşanabilecek bir kaza yaşandığında “Türkiye burası sonuçta”, bir tedbirsizlikle karşılaşıldığında: “Bizim milletimiz neden böyle?” Bu cümlenin daha üzüntü verici bir şekli daha var ki o da “Bu millet işte böyle!” Bir genelleme ve milletimizi/memleketimizi aşağılama gayreti… Hatta bu gibi sıradan olayların dışında üretilmiş, birtakım efsaneleri yaymak da hoşumuza gidiyor.
Aslında bu yaklaşım, millete tepeden bakan ve kendini bu topluma ait hissetmeyen kibirli bir bakış açısını yansıtıyor. Hâlbuki hepimiz bu toprakların çocuğuyuz ve hepimiz bu ülkenin öz evlatlarıyız. Birbirimize üvey evlat muamelesi yapmanın kime faydası olur?
İnönü döneminde İstanbul valiliği yapan Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’a atfedilen bir tespit vardır. Artan göç ve gecekondulaşma sahile yakın semtlerdeki insanların “uygunsuz” olarak değerlendirilen kıyafetlerle denize girmesinden endişelenen Vali Gökay, Ankara’ya çektiği telgrafla bu durumu şöyle rapor etmiştir: “Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor!” Burada “halk” kelimesinin varoşlarda yaşayan insanlar için kullanılması “halk” ve “vatandaş” kavramlarının ayrışmasının bir göstergesi olduğu söylenebilir. Bu kavramlar siyasi otoritenin durumuna göre de zaman zaman yer değişmektedir. Kutuplaşmaların taraflarında bulunanlar birbirlerini “vatandaş” olmakla suçlar, dolayısıyla da kendilerini “halk” olarak konumlandırır. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi de “öteki” olarak…
Bu olumsuz yaftalamalardan hoşlanan ve bunu kabullenen bir tarafın olduğu da bir gerçek… Rüştünü, cesaretini böyle ispat ettiğini düşünüyor belki de… “Bizde ne anormallikler var. Sen daha bir şey görmedin” diyen ve bundan mutlu olan bir taraf. Kendisine dayatılan “anormallikleri” çaresizce kabul etmiş ve kabul etmekle kalmayıp benimsemiş.
Sen bensin ben senim” diyen Hazret-i Mevlana’nın, “gönüller yapmaya” gelen Yunus’un, Bir olalım, diri olalım, iri olalım” diyen Hacı Bektaş-ı Veli’nin suladığı bu toprakların çocuğu olarak “vatandaş” da biziz, “halk” da biz. Ayrımız, gayrımız yok bizim.