Türkiye’de ve çoğu İslam Ülkelerinde, çağdaş Batı medeniyeti denince çoğu kesimler meftun oluyor, adeta kendilerinden geçiyorlar. Bu kesimlere göre, bütün iyilikler, güzellikler, insani değerler Batıda mevcuttur. Bütün bunlar, Batı medeniyetinin ürünü ve ayrılmaz parçasıdır. Mesela insan hakları, demokrasi, hürriyet, hukuk devleti, hümanizm, insan onuru, hayat hakkı, insanın maddi ve manevi bütünlüğünün dokunulmazlığı gibi insani ve toplumsal değerlerin tümü, Batı medeniyetinin olmazsa olmazları arasında görülür.
Bazı kesimler de, teknolojik ve ilmi gelişmeler, insanlığa faydalı buluşlar vb. yönlerden Batı medeniyetini tasdik ve tasvip ediyorlar. Bu kesimdekiler, Batı medeniyeti ile bütünleşik görünen insan hakları, hukuk devleti, hürriyet, vicdan, adalet kavramlarını sahici olarak benimsiyorlar. Batı medeniyeti, bu değerlerle uyumlu olduğu ölçüde benimseniyor.
Bir soru sormak istiyorum.
Özellikle uluslararası ilişkilerde yaşanan fiili pratiklerle, yukarıda sözünü ettiğimiz birinci kesimdekilerde mevcut olan derin ve sarsılmaz kanaat ve algılar ne kadar uyumludur?
Bu soruya, peşinen mutlak olarak olumlu cevap verebilmek mümkün değildir.
Neden mi? izah edelim.
Önce Batı Medeniyetine ilişkin bir ayrım yapacağız.
Batı medeniyetinde iki eğilim mevcuttur.
Birincisi, Batı medeniyeti ile bütünleşen insan hakları, hukuk devleti, hürriyet, vicdan, adalet vb. insani ve toplumsal değerlerle uyumlu fikirlere sahip olan ve bu değerleri fikir dünyalarına, tepkilerine ve yaşantılarına yansıtanlardır. Burada, insan hakları ve adalet temelli “vicdani” hassasiyetler öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, dini inancına, siyasi düşüncesine, ırkına, yaşadığı coğrafi bölgelere bakılmaksızın, insan olan herkes insan haklarının sahibidirler. Bu haklara yönelik ihlaller kimden gelirse ve bu ihlaller kime yönelik olursa olsun, haksız ihlaller varsa, bu ihlallere karşı tepki gösterirler. Bunlara “VİCDAN BLOKU’nda yer alanlar da denebilir.
İkincisi, her ne kadar, insan hakları, hukuk devleti, hürriyet, vicdan, adalet, insan onuru vb. kavramları savunur görünseler de, hayat felsefelerinin temelini “sosyal Darwinizm” felsefesi teşkil eden kesimlerdir.
Sosyal Darvinizm’in temeli “hayat bir mücadeledir; bu mücadelede güçlüler yaşarlar, zayıflar yok olmaya mahkûmdurlar”.
Bu felsefe biraz derinleştirildiğinde ortaya çıkan netice şudur:
Hayat mücadelesinde sadece güçlü olanlar yaşayacağı için, güçlüler, zayıfları ezebilir, yok edebilir, bu mücadelede zayıfların haklarını gasp edebilirler, zayıf gördükleri ülkeleri, milletleri işgal edip kanlarına kadar sömürebilirler. Güçlüler bu işi hayat mücadelesi şartlarında yaptıklarında, artık zayıflar yok olmaya mahkûmdurlar. Bu şartlarda, zayıf olanlar başlarına gelenlere razı olmak zorundadırlar. Bir diğer ifadeyle, zayıflar başlarına gelenlere razı olmasalar da, yok olmaya mahkûmdurlar. O zaman zayıfların, hayat hakkı, mülkiyet hakkı, yerleşme hürriyeti, vd. güçlülerin müdahalesine açık olan hiçbir hakları yoktur.
Bu felsefenin, temelini teşkil eden iki ilke daha vardır:
Birincisi, haklı olanlar güçlü değil, güçlü olanlar haklıdır;
İkincisi, menfaatin için her türlü güç kullanabilir.
Buna, “güç ve menfaat temelli siyaset” de denir.
Bir söz vardır, “hak ve adalet yerine, salt güç ve menfaat üzerinde dönen siyaset canavardır”. Canavar, “zayıf gördüklerini yemekle hayatını sürdüren, eline fırsat geçtiğinde, hiçbir kural tanımaksızın zayıflara hayat hakkı tanımayan yaratıktır”. Güç ve menfaat temelli siyaseti kendisine esas maksat yapan kişi ya da devletler nezdinde, sadece kendi menfaatleri söz konusudur. Bu menfaatlerin korunması, başkalarına ait de olsa o menfaatlerin elde edilmesi için kıyılmayacak can, yok edilmeyecek varlık, işgal edilmeyecek ülke yoktur.
Burada, canavarlaşan Batı medeniyetinin Gazze’de acımasızca yaptıkları vahşetler, canavarlıklar üzerinde yoğunlaşılacaktır.
Gazze’de Yaşanan İnsanlık Suçu ve Destekçileri
İsrail korsan devletinin terörist unsurları, Gazze’de yaklaşık 5.5 aydır, tüm dünyanın gözleri önünde insanlık suçu içliyorlar. Bu saldırılarda katledilenlerin sayısı 31.000’ni aştı. Bunların büyük ekseriyeti çocuk, kadın, sağlık çalışanı, kısaca masum ve korumasız insanlar.
Bu katliamlarda, uluslararası sözleşmelerde soykırım suçu kapsamında değerlendirilen bütün fiiller gerçekleştirilmiş durumdadır. Burada, benzetme yapmak gerekirse, bir kişinin, TCK’da belirlenen bütün suçları işlemesine benzer bir durum söz konusudur.
BBC’nin yaptığı araştırmada, İsrail askerlerinin, Filistinli sağlık çalışanlarına yönelik, saatlerce diz çöktürme, gözleri bağlanarak üzerlerine köpek salma, soyunmaya zorlama, dayak atma, bazı uzuvları kırma vb. şekillerde ağır işkenceler tatbik ettikleri ortaya kondu.
Gazze Şeridi’nde yardım tırlarının gelişini bekleyen Filistinliler hedef alınarak saldırılar gerçekleştiriliyor ve onlarca masum, savunmasız insanlar öldürülüyor, yaralanıyor.
İsrail, Gazze’ye her türlü insani yardımların girişini ya engellenerek ya da çok kısıtlı yardıma izin vererek, binlerce insanı ölüme terk ediyor. Şu anda açlıktan ölümler de başladı. Yani İsrailli katiller bilerek, isteyerek, masum insanları açlıktan ölüme mahkûm ediyorlar. İsrail’in uyguladığı canavarca abluka yüzünden tüm insani ihtiyaçlara erişebilme şartlarının yok edildiği Gazze Şeridi’nde açlık ve susuzluk sebebiyle 27 kişi hayatını kaybetti.
Savunmasız masum insanların, çocukların sığındıkları hastaneler, eğitim kurumları, mabedler, diğer yerleşim yerleri hedef alınarak bombalamalar yapılıyor, kısaca insanların en ağır şartlarda bile yaşayamayacakları cehennemi bir ortam oluşturuluyor.
İki milyondan fazla insanın evleri yıkıldı, barınma imkânları yok edildi, yaşamalarına izin verilmiyor, göçe zorlanıyorlar. Yani Gazze’yi terk edin, orayı biz işgal edeceğiz demeye getiriyorlar. Sürekli yeni yerleşim yeri adı altında işgaller artırılıyor. Masum insanların güvenli diye yerleştikleri yerler de yerle bir ediliyor, insanlar katlediliyor.
Burada saydıklarım yaşanan insanlık vahşetinin, canavarca katliamların sadece cüz’i bir kısmı. Bu yaşananların insan hakları ile uyumlu olduğunu söyleyebilmek için insanlıktan çıkmak gerekir. İnsan olan birinin bunların haklı olduğunu söylemesi mümkün değildir.
Fransız Liberation Gazetesindeki Karikatür
Batıda, bazı yönetimler, kuruluşlar, Batı’da yaşayan insanlar, bu yapılanlara tam ve sınırsız destek veriyorlar. Her ne kadar, Batı’daki “VİCDAN BLOKU”nda yer alanların verdikleri tepkilerden etkilenen bazı yönetimler, İsrail’e tepki veriyormuş gibi görünseler de, bu tepkilerin sahici olduğu söylenemez. Çünkü verilen tepkiler sözde kaldığı gibi, destekleyici politikaları sürdürmekten geri kalmıyorlar.
Batı medeniyetinin Canavarlaşan cephesini yansıtan bir karikatüre yer vereceğiz.
Görünüşte çok medeni, hakikatte ruhları canavarlaşmış zihniyeti temsil eden Fransız Liberation Gazetesinde yayınlanan insanlık dışı karikatürde açlık ve susuzlukla mücadele eden ve hayatlarını kaybeden Gazzelilerle alay ediliyor.
Gazetedeki Ramazan ayının başlaması sebebiyle yayınlanan çirkin karikatürde, açlık sebebiyle fare ve hamamböceklerini yakalamaya çalışan Filistinli bir erkekle, daha iftar vakti gelmediği için Filistinli bir kadının onu eline vurarak durdurması tasvir ediliyor.
Karikatürde ayrıca İsrail ordusu tarafından bombalanan bir binanın enkazı altında kalan bir kişinin eli de resmedilmiş.
Burada nasıl bir ruh hali söz konusu ki, Gazete bu karikatürü, tam bir keyifle yayınlıyor. Aslında bu Gazete, yayınladığı bu karikatürle “Ey İsrail, çok iyi yapıyorsun; nasıl olsa gücün var, istediğin kadar işgal et, güçlü olduğuna göre haklısın” demeye getiriyor.
Nasyonal Sosyalizmle Siyonizm Kıyaslaması.
Burada bir hususa daha temas etmek istiyorum.
Nasyonal sosyalizm, Almanya’da Hitler’nin tatbik ettiği soykırımcı uygulamalara meşruiyet sağlayan bir felsefedir. Bu felsefeye göre, Alman’lar “âri, üstün ırk”tır, diğer insanlar ise yönetilmeye mahkûm insan ırklarıdır. Yani tüm insanlar ikiye ayrılıyor, üstün ırka mensup olan insanlar, yönetilmeye mahkûm olan insan ırkları.
İsrail’in katliamcı politikalarında esas alınan Siyonizm’de ise, kendilerine düşman olanlar yok edilmeye mahkûm hayvanımsı varlıklardır. Yani insan bile değiller. Onun için, İsrailli katliamcı güçler, bebeleri, yaşlıları, savunmasız, silahsız masum kadınları bile terörist, hayvanımsı varlıklar olarak görerek, acımasızca katliamlar yapıyorlar.
Bu vesileyle, Siyonizm, insanlık açısından Nasyonal sosyalizmden daha tehlikeli, vahşi, canavarca ve katliamcıdır.
Bu katliamların yapılması, canavarca bir zihniyeti, tutumu, vahşeti temsil ettiği gibi, bunların destekçileri de en az Siyonist politikaları tatbik edenler kadar, vahşi ve canavarca ruha, tutum ve zihniyete sahiptirler.
Daha somut olarak ifade etmek gerekirse, bu katliamlardan, katil Siyonist Netenyahu kadar, onun mutlak destekçileri ABD Başkanı Biden, Fransız Cumhurbaşkanı Macron ve diğer Batılı devlet ve hükümet başkanları ve yöneticileri ile bu katliama destek veren tüm kişi ve kuruluşlar da sorumludurlar. Bunlar, vicdanları kömürleşmiş, kendi menfaatleri için yok etmeyecekleri hiçbir şey olmayan kişi ve kuruluşlardır.
İnsanlığın kurtuluşu, bu canavarlığın terk edilmesine bağlıdır. Bu küresel düzen içinde, adaletin, barışın sağlanması imkânsızdır. Bu canavarlaşmış medeniyetin temsilcilerinin insan haklarından söz etmesinin, bir katilin haklı olduğundan bahsetmesinden bir farkı yoktur.