Sömürgecilik, Batı medeniyetinin ürünü olarak insanlık tarihinde derin izler
bırakmıştır. Rönesans ve sanayi devrimi Batılı emperyal güçler için yeni coğrafyaların keşfine
zemin hazırlamıştır.
Avrupa kıtasında birbirleriyle sürekli savaş hâlinde olan devletler, sanayi devrimi ile
yakaladıkları büyüme ivmesini daha üst katmanlara taşıyarak, zenginleşmek ve daha güçlü
olmak için yeni kaynaklar bulmak amacıyla önce Amerika kıtası ile uzak doğuya yöneldiler.
Avrupalı emperyal devletler, Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmeye başladığı
dönemlerde, sömürülecek yeni toprak arayışları kapsamında Afrika’da işlenmeyi bekleyen
çok geniş bakir tabii zenginliklere sahip ülkelerle ilgilenmeye başlarlar.
Bu şekilde, dünyanın muhtelif bölgelerinde, büyük ekonomik çıkarların söz konusu
olduğu sömürge paylaşımları mücadelesi başladı.
Sömürgeci ülkeler içerisinde Afrika’da en önde giden ülke Fransa’dır. Fransa, Batı
medeniyetinin temsilcisi olarak Avrupa’da sürdürdüğü savaşları Afrika’da da devam ettirdi.
Fransa’nın sömürgecilik faaliyetleri kapsamında iliklerine kadar sömürdüğü
ülkelerden biri de Cezayir’dir.
Fransa, Cezayir’i 1830 yılından itibaren sömürmeye başladı. Fransa’da, 1858’den
itibaren “Cezayir ve Sömürgeler Bakanlığı”, “Sömürgeler Devlet Bakanlığı“ gibi değişik
adlar altında faaliyetlerini sürdüren bakanlıklar bile kuruldu.
Fransa, bu ülkenin sadece ekonomik kaynaklarını sömürmekle yetinmedi, kültürel
sömürüyü de aktif olarak hayata geçirdi. Fransa, sömürdükleri toplumları asimile etmeye
yönelik dil, din ve kültür politikalarını ısrarlı bir şekilde uygulamıştır.
Fransa, bu ülkenin sadece ekonomik kaynaklarını sömürmekle yetinmedi, kendi
dillerini mecburi ve resmi dil olarak kullandırarak kültürel sömürüye de ağırlık verdi.
Kendi dillerini sömürdükleri ülkelerde resmi dil haline getirme uygulaması sadece
Fransa’ya mahsus da değildir. Sömürgeci bütün ülkeler bu yolu tercih etmişlerdir.
Nitekim Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması sonrasında,
Rusya’nın, dağılan Cumhuriyetlerde etkinliğini sürdürmek için kullandığı en etkili araçlardan
biri de Rusça’nın resmi dil olarak kullanılmasıdır.
SSCB’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan bazı Cumhuriyetlerde Rusça, geriletilmiş
ya da terk edilmiş olmakla birlikte, birçoğunda resmi dil olarak varlığını sürdürmektedir.
Nitekim Rusya, Rusçanın tekrardan resmi dil olarak kabul edilmesi için, Ukrayna ve
Kazakistan’a yoğun baskılar yapıyor.
Afrika’da Fransa tarafından sömürülen ve Fransızcanın resmi dil olarak kullanıldığı
ülkeler için “Frankofon ülkeleri” nitelemesi yapılmaktadır. İşte Frankofon ülkelerden biri de Cezayirdir.
Fransa, 1830’dan beri Cezayir’de kültürel anlamda da soykırım uyguladı. Cezayir’in
kendi mahalli kimliği yanında 300 yıllık Osmanlı tarihinin de ortadan kaldırılmasına yönelik
çok yoğun çabalar sarf edildi.
Cezayir’in Fransa’nın sömürüsüne karşı 1954 yılında başlattığı bağımsızlık savaşı
sekiz yıl sürdü ve bu savaşta takriben birbuçuk milyon Cezayirli hayatını kaybetti. Bir nevi
Cezayir halkına yönelik vahşice bir soykırım gerçekleştirildi.
Her ne kadar Cezayir’in 1962 yılında kurtuluşa erdiği ve istiklal mücadelesini
kazandığı söylenebilirse de, kültürel sömürünün derhal sona erdiği söylenemez.
Batılı emperyal güçler, sömürü amacıyla girdiği hiçbir ülkede, kültürel hegemonyasını
sonlandırmak istememiştir. Nitekim Cezayir1962’de bağımsızlığını kazandığını zannetse de,
resmi dilin Fransızca olması yoluyla Fransa’nın bu ülkede kültürel sömürüsü devam etmiştir.
Cezayir’de son yıllarda bazı değişimler yaşanıyor; geçenlerde bir karar alındı.
Alınan karara göre, Cezayir’de “Mesleki Eğitim” ile “Gençlik ve Spor” bakanlıkları,
resmi yazışma ve eğitimlerde Fransızca kullanımını sonlandırdıklarını duyurdular.
Burada hazin olan şu ki, diğer bakanlıklarda hala Fransızca resmi dil olma vasfını
sürdürüyor.
Bu dil ve kültür temelli sömürünün devam etmesi, maalesef bu ülkedeki insanların
iradesi ile olmaktadır. Yani Fransa kültürel sömürü yoluyla bu ülkedeki insanları öylesine
asimile etmiştir ki, birbuçuk milyon insanı katleden bir devletin (Fransa) dilini terk etmeyi bir
türlü kabullenememişlerdir.
Cezayir halkının dil yoluyla sömürülmesinin bu ülke insanlarını ne hale getirdiğine dair
yaşanmış ve bizzat yaşayan kişiden dinlediğim bir hatırayı burada nakletmek istiyorum.
Türkiye’den bir bilim insanı Cezayir’e gider. Orada ilmi bir tebliğ sunar. Bu bilim
insanımız tebliğini Arapça olarak sunar.
Tebliği dinleyen bir Cezayir’li Türkiye’den giden Bilim İnsanına şu talihsiz ÇIKIŞI
yapar:
“Siz Türkler bizleri yıllarca sömürdünüz, sömürmese idiniz bu hallere gelmezdik”.
Ne hazin ki, Cezayirli bu kişi, bu ÇIKIŞINI Arapça değil Fransızca konuşarak yapar.
Türk bilim insanı bu ÇIKIŞ’a cevap olarak TAŞI tam da yerine (gediğine) oturtur:
“Biz eğer sizleri sömürse idik, şimdi bana karşı yaptığın bu ÇIKIŞI Fransızca değil
Türkçe yapardın. Sizleri asıl sömüren Fransızlar, ama ne kadar gafilsiniz ki, sizi kimin
sömürdüğünden bile haberdar değilsiniz”.
“Tabiri caizse Celladına âşık olmak” şeklinde de ifade edilebilecek bir durum söz
konusu. Fransa bu ülkeyi, hem ekonomik hem de kültürel olarak sömürmüş, yetmemiş,
bir buçuk milyon Cezayirliyi katletmiş. Ama hala, bu ülkenin dilini resmi dil olarak kullanmaya
devam ediyor.
Bu durum, Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdiği kültürel asimilasyonun eh dehçetli
boyutunu bariz bir şekilde ortaya koyuyor.
Cezayir’de “Mesleki Eğitim” ile “Gençlik ve Spor” bakanlıklarının, resmi yazışma ve
eğitimlerde Fransızca kullanımını sonlandırmaları bir başlangıç olması bakımından önemli
olabilir. Ama bu başlangıç, ülkede bütün yazışmalarda Fransızcanın terk edilmesi ile
sonlanmadığı sürece çok fazla anlamlı olmayacaktır.
Şayet, bu gelişme bir başlangıç olarak görülür ve devamı da gelecek olursa, işte o
zaman, bu başlangıçla birlikte, Cezayir’in bir parça da olsa bağımsızlaştığından söz edilebilir.
Yoksa gönüllü olarak celladına âşık olma hali devam edecektir.
Ben bu gelişmenin, Cezayir’deki külli bağımsızlaşma çabalarının bir parçası olacağını
düşünüyorum. Bu düşüncemi haklılaştıracak bir başka hatıraya daha yer vermek istiyorum.
Burada nakledeceğim hatırayı da, bizzat yaşayan kişilerden dinledim.
Türkiye’den bazı bilim insanları, Cezayir’de bir Üniversite tarafından düzenlenen
uluslararası bilimsel sempozyuma katılmak üzere giderler.
Sempozyumun yapılacağını ve bu sempozyumda bazı Türk Bilim insanlarının
konuşacağı haberini alan Adalet Bakanı, bütün programlarını iptal ederek Başkent’e seksen
kilometre mesafedeki sempozyumda sunulan tebliğleri dinlemeye gider.
Tebliğlerden biri Fransızca, ikisi Türkçe, biri de Arapça olarak sunulur. Arapça yapılan
sunuma Adalet Bakanı adeta bayılır ve der ki:
“Sayın hocam benim için en büyük eksiklik sizden Arapça dersi almamış olmaktır”.
Hatıraya devam edelim.
Cezayirli Üniversite yöneticileri, Türkiye’den giden misafirler için bir sürpriz yapmak
isterler ama ne yapacaklarına bir türkü karar veremezler. En nihayetinde, bir süre önce
Türkiye’de Topkapı Müzesinde Mehter takımının konserini izleyen bir Cezayirli akademisyen
bu konserin videosunu çeker. Birden Türk misafirlerin, bu mehter marşı ile karşılanması fikri
aklına gelir.
Türkiye’den giden misafirlerin bu sürprizden haberi yoktur. Sempozyumun
düzenlendiği salonun girişinde Türk ve Cezayir Bayrakları mevcut. Türk misafirleri salona
girerken birden salon “Ceddin deden neslin baban” marşı ile inim inler. Türk misafirler, bu
kardeşlik ve sıcak dostane gösteri karşısında mest olurlar. Buradan hayal bile edilemeyecek
kardeşlik duyguları kabarır.
Tabii ki bu jestler, en candan samimiyet göstergeleri, Cezayir halkının ve aydınlarının
ruhlarından Türk misafirlere yönelik fışkıran dostluk, kardeşlik, samimiyet tezahürleridir.
Bir gün gelecek, bu samimiyet ve kardeşlik manzaraları, resmi ilişkilere, Cezayir’in
resmi politikalarına da yansıyacaktır. İşte o zaman, Fransızların dil yoluyla gerçekleştirdiği
kültürel sömürü teker teker kalkacaktır.
Hiç unutulmasın ki, kendi benliğini, kültürünü, manevi değerlerini kaybederek, başka
medeniyetlerin, kültürlerin, manevi değerlerin kuşatmasından kurtulamayan toplumlar hür
değildir. Umarım Cezayir’de bu iki bakanlığın aldığı kararlar bir başlangıç olur; bu toplumdaki
Cezayirlilik bilinci, kendi kültürel donanım yoğunlaşması neticesinde, bütün ülke genelinde,
Fransızca artık resmi dil olmaktan tamamen çıkacaktır.
Cezayir işte o zaman tam bağımsızlık
ve hürriyetine kavuşmuş olacaktır. İnsanlar, ilanihaye köle gibi yaşamak istemezler, şartlar
olgunlaştığında, Cezayir’de de diğer köleleştirilmiş toplumlarda da hürriyet ateşi bir gün bütün
ihtişamıyla tutuşacak, birer birer tam bağımsızlık ve hürriyetlerine kavuşacaklardır. Ömrü
olan, bunları görecektir.