Yakın geçmişte (Aralık 2020), Macaristan Anayasasında aile tanımı değiştirilerek, “aynı cinsten çiftlerin evlat edinmeleri” yasaklandı.
Bu ülkede, 2021 yılının Haziran ayında Macaristan Parlamentosunda, “okullarda eşcinsellik ve cinsiyet değişikliğini teşvik ettiği’ düşünülen içeriklerin yasaklanmasını” öngören “çocuk koruma kanunu” çıkarıldı.
AB, LGBT tarafından yoğun bir şekilde dillendirilen ve İstanbul Sözleşmesinde de üzerinde odaklanılan “cinsellik”, “toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim”, “cinsel kimlik”, “eşcinsellik” vb.lerini “müşterek çağdaş değerler” olarak kabul emektedir. AB, “müşterek çağdaş değerler”le alakalı mutlak ön kabulden hareketle, bu değerlerin “mutlaka üye ülkelerde fiiliyata aktarılması gerekliliğinden söz ederek”, aksi yöndeki hukuki düzenlemeler yaptığı gerekçesiyle, Macaristan yönetimine çok şiddetli tepkiler verdi. Hem kurumsal olarak AB, hem de 13 AB üyesi ülke, Macaristan’da yapılan hukuki düzenlemeleri çok şiddetli bir şekilde kınadılar. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, yapılan hukuki düzenlemeler, “AB’nin temel değerlerine aykırı” derken, Hollanda Başbakanı Mark Rutte, söz konusu hukuki düzenlemeler sebebiyle, “Macaristan’ın AB’nde yerinin olmadığını” ifade etmiştir.
Benzer nitelikteki şiddetli suçlayıcı tepkiler Polonya için de söz konusu olmuştur.
Bütün bu topyekün baskılar sebebiyle, Macaristan yönetimi kendisini, “çocuk koruma” kanununun halkoyuna sunulması yönünde karar almak zorunda hissetmiştir. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, söz konusu kanun sebebiyle Brüksel’in, verdiği şiddetli tepkilerle “açık bir şekilde ülkesine saldırdığını” belirterek, halkına referandumda “hayır” oyu vermeleri yönünde çağrı yapmıştır.
Macaristan’da 2022 yılında “çocuk koruma” kanunu halkoyuna sunuldu. Her ne kadar halkoylamasına katılanların çoğunluğu kanuna karşı hayır oyu vermişse de, katılım oranı toplam seçmen sayısının %50’nin altında gerçekleşmiştir. Bu ülkede, Anayasaya göre, ulusal referandum, tüm seçmenlerin yarısından fazlasının geçerli oy kullanması durumunda geçerli olacağı için (AY. md. 8) bu referandum geçersiz sayılmıştır.
Bütün bu tepkisel baskılar neticesinde, cinsellik ve aile ile alakalı LGBT fikirlerinin ve politikalarının AB nezdinde bir resmi ideoloji haline getirildiği söylenebilir. Bu fiili tepkisel baskı, AB üyesi ülkelerde, cinsellik ve aile ile alakalı LGBT fikirleri ile çelişen politikaların tercihini nerede ise imkânsıza yakın derecede zorlaştırmaktadır.
AB bünyesinde söz konusu olan bu baskılamaların bir benzeri Avrupa Konseyi nezdinde de söz konusudur. Avrupa Konseyi nezdinde, hem İstanbul Sözleşmesi yoluyla Sözleşmeye taraf ülkeler üzerinde baskılar kurulmakta, hem de cinsellik ve aile ile alakalı hak ve hürriyetler konusunda AİHM yoluyla üyelerine yönelik bağlayıcı kararlar alınabilmektedir. Burada, cinsellik ve aile ile alakalı hak ve hürriyetler konusunda, “çağdaş değerler” şeklinde dogmalaştırılan değerler AİHM tarafından alınan bağlayıcı nitelikteki kararlarla koruma altına alınmakta, üye ülkelerde bu değerlerle çelişen uygulamalara kesinlikle izin verilmemektedir.
Bazı kereler, AB’nin kurumsal görüşleri ve İstanbul Sözleşmesi hükümlerinde ifadesini bulan cinsellik ve aile konularındaki politikaların aksi yönde görüşler geliştirmekten aciz olanlar ya da bu konularda Avrupa’daki hâkim telakki ile çelişmekten çekinenler, ortaya konulan çok yoğun ve şiddetli tepkisel baskıların da bir neticesi olarak, bu çelişkiye rağmen, kendi görüşlerini cesaretle ortaya koymaya korkanlar, bu küresel ve bölgesel fikri kuşatma karşısında tutum değiştirerek, onlara yaranmaya ya da “öykünmeye” çalışmaktadırlar.
“İnandığınızı söylediğiniz değerlerle fiilen dile getirdiğiniz söylemler ve politikalar nasıl uyuşuyor, aslında çok azim bir çelişki yok mudur?” şeklindeki bir soruya, bu kişiler ikna edici şekilde cevaplar vermeksizin, yaygın akıma modaya uyar gibi takılmaktadırlar.
Batı’daki Dayatmalara Karşı Direnç
Batıdan aileye yönelik baskılamalara karşı Macaristan, Polonya ve Rusya’dan direnç politikaları ve uygulamaları geldi.
Macaristan’da Aralık 2020’de kabul edilen Anayasa değişikliğine kadar, bekâr kişilerin özel izin olmaksızın evlat edinebilmekte ve buna hemcins birlikteliğindeki (eşcinsel birliktelik) kişiler de dâhil idi. Temel Kanunda yapılan Anayasa Değişikliğine (2020) göre, “aile bağları, evliliğe veya ana-baba ile çocuklar arasındaki ilişkiye dayanmalıdır. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde ‘annenin kadın, babanın da erkek’ olması öngörülmüştür. Bu iki cümle birlikte okunduğunda, Anayasada sadece heteroseksüel (karşı cinsler; kadın ve erkek) evli çiftlerin çocuk evlat edinebileceği, bekârların ve aynı cinsiyetten çiftlerin evlat edinmelerinin yasak olduğu ima edilmektedir.
AB’den ve Avrupa konseyinden gelen yoğun baskılar üzerine, 2020 yılında kabul edilen Torba Kanunda, sadece “evli çiftlerin” çocuk evlat edinmesine izin verilmesi gerektiği belirtilmekle birlikte, istisnai olarak, bekâr kişilerin ancak Aile İşleri Bakanının özel izni ile evlat edinebilecekleri belirtilmektedir. Macar hükümetinin, 25 Haziran 2021 tarihli yazılı açıklamasında, kadın erkekten oluşan evli çiftlerin evlat edinmede öncelikli olduğu, diğer çiftlerin (hemcins/eşcinsel veya karşı cins (evlilik olmaksızın birlikte yaşama) evlat edinmesine izin verilmediği, ancak anayasa değişikliklerinden önce olduğu gibi, bireylerin bireysel olarak evlat edinmesine izin verildiği açıklanmıştır.
2021 yılının Haziran ayında Macaristan Parlamentosunda, “Okullarda, 18 yaş altındaki kişilere, eşcinselliğe ve cinsiyet değişikliğine teşvik eden herhangi bir içeriğin gösterimi yasaklanmıştır”. Kanuna göre ayrıca “televizyon kanalları da bu tür içeriklere sahip film ve programların izlenmesini 18 yaşın üzerindeki kişilere önerebilecektir”.
Avrupa Komisyonu, hakkında kanunî işlem yaptığı Macaristan’la ilgili kararında, söz konusu yeni kanunun AB’nde yürürlükte olan temel hakları esaslı şekilde ihlal ettiğini belirtti.
Avrupa Komisyonu, Macaristan’da yayınlandıktan sonra yasaklanan farklılıkların ele alındığı “Masal Ülkesi Herkesindir” adı altında cinsi sapkınlık propagandasının yapıldığı masal kitabının hükümet tarafından yasaklanmasını, AB temel ilkelerinin ihlal edilmesi olarak değerlendirmiştir.
Benzer nitelikteki şiddetli suçlayıcı tepkiler Polonya için de söz konusu olmuştur.
Polonya Anayasasında “evlilik, bir erkek ve bir kadın birlikteliğinden meydana gelir” hükmüne yer verilerek eşcinsel evliliklerin anayasal olarak kabul edilmediği ortaya konulmuştur (md. 18). Çoğunluğu Katolik olan Polonya’da çok sayıda yerel yönetim birimi, yerel inisiyatiflerle 2019 yılından sonra kendilerinin “LGBT ideolojisinden arındırılmış bölgeler, LGBT eğilimlilerin giremeyecekleri bölgeler” olduklarını ilan ettiler. Uluslararası İnsan Hakları Gözlem Örgütü (IOHR)’ne göre, Polonya’da 2019’dan bu yana şehirlerin üçte birinde belediye meclisi kararlarıyla kendilerini “LGBT ideolojisinden arınmış bölge” ilan etmiştir. “LGBT’siz bölgeler” ilan edilerek, eşcinselliğin ve diğer azınlık cinsel kimlikleri destekleyen ve tanıtan şeylerin yasaklanması amaçlıyor.
Bu kararlar, Avrupa Komisyonu tarafından şiddetle eleştirildi ve Polonya hükümeti bu keyfi uygulamalara karşı önlemler almaya davet edildi. Bu ülke, çıkarılan yeni kanunlarla temel insan haklarını ve eşitlik ilkesini göz ardı ederek LGBT haklarının ihlal edilmesi sebebiyle AB temel ilkelerini uygulamamakla suçlanmaktadır. AB Komisyonu, AB ilkelerini ve sözleşmelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Polonya hakkında kanunî işlem başlattı. AB, yaptığı yazılı uyarıda, “LGBT’siz bölge” ilanı geri alınmadığı takdirde, AB’nin bu ülkeye sağladığı 2 milyar 500 milyon euro tutarındaki fonun kesileceğini bildirdi.
Polonya hükümeti Avrupa Komisyonu tarafından önerilen önlemlerin alınması konusunda hiçbir adım atmadı. Jaroslaw Kaczynski’nin lideri olduğu iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi yapılan bu uygulamaları yerel ve haklı teşebbüsler olarak niteledi.
Polonya AB organlarının kendi milli kanunlarının ülkelerinde uygulanmasına karışılmasını “milli egemenlik” haklarının ihlali olarak görmektedir.
Polonya’da 2022 yılının ortalarında bir temyiz mahkemesi dört belediyenin ilan ettiği “LGBT’siz bölge”nin kaldırılmasına karar verdi.
Kabine Bakanı Michal Wojcik “Belediyeler geleneklerimizi ve kimliğimizi desteklemek istediklerine karar verirlerse, bu onların egemenlik haklarıdır. Kimse bunu sınırlamamalı” diyerek mahkemenin bu kararını eleştirmiştir.
Rusya federasyonu, eşcinsel evliliklere karşı katı tutum sergileyen ülkelerin başında gelmektedir. Anayasaya göre, devletin temel kurumlarından biri kabul edilen evlilik, bir erkek ve bir kadının birliğinden oluşur ve devletin korunması altındadır; çocukların kadın ve erkekten oluşan aile içinde iyi bir şekilde yetiştirilmesi öngörülmektedir (md. 72).
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ülkesinde LGBT propagandasını yasaklayan kanunu 2022 yılının Aralık ayının başlarında onayladı. Buna göre, geleneksel olmayan cinsel ilişki ve pedofilinin kitle iletişim araçları, internet, reklamlar, edebî eserler ve sinema yoluyla yaygınlaştırılması kanun dışı olarak değerlendirilebilecektir. Kanunla “geleneksel olmayan hayat tarzları” ya da “aile değerlerinin reddedilmesi” yönünde bilgiler ve beyanlar, kanunî olarak pornografi, şiddet propagandası ya da ırk, etnik köken ve din ayrımına bağlı gerilimleri kışkırtma ile aynı kapsamda bir suç sayılacaktır. Kanunda “pedofili propagandası” yasağı, genellikle eşcinselleri de kapsayan bir kavram olarak kullanılıyor. Aynı kanunla, gençler arasında cinsiyet değiştirme çağrıları da yasak kapsamına alınarak, trans bireylere yönelik yasaklama getiriliyor. Çocukların LGBT ile ilgili bilgileri dinlemesi ve izlemesine erişimi sınırlayan mekanizmanın hayata geçirilmesinin de öngörüldüğü söz konusu kanunla, hükümet tarafından yetkilendirilen bir kuruluşun izleme yapmasına imkân sağlanacaktır. Kanunla, eşcinsellerin, kamuya açık alanlarda el ele tutuşmaları, sarılmaları ve öpüşmeleri “eşcinselliğin propagandası” kapsamında değerlendiriyor. Kanunla, heteroseksüel (karşıt cinsler arasındaki evlilik) ve eşcinsel ilişkileri eşit kabul etmemenin yanı sıra “Onur Yürüyüşleri” düzenlemekten eşcinsel haklarına dair bilgileri dolaşıma sokmaya kadar pek çok eylemi kanundışı kabul ediliyor. Kanunla eşcinselliğin kamusal alandaki bütün görünürlüğü ve eşcinsel çiftlerden bahsedilmesi tamamen suç haline getiriliyor.
Bu düzenleme ile internette LGBT ile ilintili konuların ele alındığı her türlü paylaşıma erişim yasağı konabilecek ve eşcinsellerin olumlu bir şekilde canlandırıldığı düşünülen filmler yasaklanabilecektir.
Kanun tasarısı Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma’daki ilk oylamada oy birliği ile kabul edildi. Duma’da tasarıyı savunmak için yapılan konuşmalarda kanuni düzenleme Batı’nın tüm cephelerde yürüttüğü saldırılara karşı “geleneksel değerleri koruma” savaşının bir parçası olarak tanımlandı.
Bu kanunun Rusya Parlamentosu’ndaki bütün siyasi partiler tarafından kuvvetle desteklendiği görülmektedir.
Rusya’da söz konusu kanunun meşrulaştırılması için kullanılan iki temel argüman var: (1) “Çocukların korunmaya çalışılması” ve (2) “Eşcinselliğin Rus geleneklerin uymamasıdır”. Esasen her iki gerekçe de muhafazakâr düşüncenin bir yansımasıdır.
Söz konusu kanunla, LGBT, pedofili ve cinsiyet değiştirme propagandasının sağlayanlara yönelik 50 bin Rus rublesi (yaklaşık 827 dolar) ile 10 milyon Rus rublesi (yaklaşık 165 bin 290 dolar) arasında yaptırım belirlenmiştir.
Ayrıca, Rusya’da LGBT’lilerin eşcinsellere eşit haklar için yürüyüş yapmalarına da müsaade edilmemektedir.
Nihaî Değerlendirme
Batıda gelişen klasik liberal bireyci hak ve hürriyet anlayışının bir yansıması olarak ortaya çıkan cinsel tercih hakkının kapsamının maksimum düzeylere çıkarılmış olmasından, muhafazakâr düşüncede en temel sosyal kurumlardan biri olarak kabul edilen “aile” çok ağır yaralar almış bulunmaktadır.
LGBT eğilimli yapılarla, bu yapılara güçlü destekler veren küresel ve bölgesel güçler, sahip oldukları mali, akademik, kurumsal, medya vb. güçler vasıtasıyla, bu değerlerin, evrensel ölçekte insani değerler olduğu yönünde ciddi algılar oluşturmuşlardır. Sadece bu algı ile de sınırlı kalınmamış, çeşitli ülkeler, bu doğrultuda küresel kuşatma altına alınmıştır.
Tabiri caizse, gerek AB ve belgelerinde, gerek Avrupa Konseyi ve belgelerinde, gerekse sair etkili uluslararası belgelerde ifadesini bulan cinsel tercih hakkı, maksimum genişlikte sağladığı serbesti seçeneği ile bir nevi “bölgesel ölçekli resmi ideoloji”ye dönüşmüştür. Bu resmileştirilen ideoloji, bir yandan bazı uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla üye ülkelere yönelik olarak baskılanarak kabul ettirilmeye çalışılmakta, diğer yandan da bilgi ve her türlü etkileme gücü sayesinde, diğer bazı ülkeler, kendilerini bu değerleri kabullenmek mecburiyetinde hisseder hale gelmektedirler.
Bu zeminde, muhafazakâr düşünce ile uyumlu politikalar, Batılı ülkelerde uygulanma imkânını büyük ölçüde kaybetmiş durumdadır. Macaristan ve Polonya’ya yönelik baskıcı uygulamalar, bu değerler zemininde “bölgesel ölçekli katı baskıcı totaliter” uygulamaların yolunu açmış bulunmaktadır.
Ayrıca, her ne kadar, AİHM, “Çoğulculuk olmaksızın demokrasi olmaz” dese de, AB ve Avrupa Konseyinin, cinsel tercih hakkına ilişkin LGBTİ tarafından savunulan fikir ve hayat tarzını üyelerine dayatmalarının, bu konuda siyasî iktidarları esir almalarının ÇOĞULCULUKLA bağdaşırlığı yoktur. Burada şu garip durum ortaya çıkmaktadır:
“Siyasî partiler, muhafazakâr değerleri savunabilirler ama iktidara geldikleri zaman bu fikirlerini uygulamaya koymalarına kesinlikle izin vermeyiz”.
Bu yöndeki uygulamaların demokratik çoğulculukla bağdaşırlığı yoktur. Burada “sınırlı bir çoğulculuk” söz konusudur. Yani, çeşitli uluslararası belgelerle bazı ülkelerin milli (iç) hukuklarında kabul edilen cinsellikle alakalı konularda, farklı uygulamaların önü tamamen kapatılarak, bu yolla muhafazakâr düşüncenin iktidara gelmesi ya da gelse de kendi değerleri ile uyumlu politikaları uygulamasının yolu kapatılarak demokratik çoğulculuk sağlanamaz. Bu durumda, demokratik çoğulculuk söylemi sadece sözde kalmakta, sadece LGBT fikriyatı ile sınırları çizilen sözüm ona bir çoğulculuk üye devletlere dayatılmaktadır.
LGBTİ Fikriyatı Temelli Bölgesel Totalitarizm
Yukarıda izah edilenler neticesinde şu nihaî belirlemeler yapılabilir:
“Aile ve cinsellikle alakalı konularda LGBT eksenli ‘bölgesel bir totalitarizm’ söz konusudur. Bu iş yapılırken de çoğulculuk kelimesi, demokratik manasından uzaklaştırılarak uygulanan bölgesel totalitarizmi meşrulaştırıcı araç olarak kullanılmaktadır. Kısaca eski faşist ya da sosyalist ülkelerdeki belli ülkelerin sınırları içinde geçerli olan totaliter rejimlerin yerini, bölgesel düzeyde bazı ülkeler yönünden, çok sayıda ülke sınırlarını kapsayan ölçekte demokrasi görünümlü totaliter uygulamalar almaktadır. Bu iş de, ‘demokrasi, çoğulculuk, çağdaşlık, müşterek değerler’ gibi kılıflar altında sevimli gösterilerek yapılmaktadır”.
Son bir sözümüz de şu olacak:
Çoğulcu bir demokrasinin cari olduğu söylenen AB ve Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde, elbette ki bir parti, iktidara geldiği zaman, halkın çoğunluğunun desteği ile cinsellik ve aile konularında liberal bireyci anlayışla uyumlu politikaları benimseyebilir. Siyasî iktidarların, toplumdaki çoğunluğun eğilimleri ile uyumlu olarak, burada sözü edilen politikaları hayata geçirmeleri, çoğulcu demokrasi ile uyumludur.
Fakat aynı bölgesel kuruluş yapısı içinde, halkın çoğunluğunun desteğini alan bir siyasi iktidara, muhafazakâr değerlerle uyumlu politikaları uygulama yolunun kapatılması, çoğulculuğu ortadan kaldıracak, demokrasi yaftası altında bölgesel ölçekte dayatmacı totaliter bir yapı ortaya çıkacaktır. Bu durumda, demokratik çoğulculuğun, içi boşaltılarak, baskı aracına dönüşmesi uygulaması ortaya çıkacaktır. Bunun demokratik çoğulculuk ölçütünde kabul edilebilirliği yoktur.