Asrın felaketi; yok olan hayatlar, yıkılan hayaller, devletin kudreti, milletin yardım eli, masum bakışlar, edilen dualar, sabır, şükür, bitmeyecek ümit… 6 Şubat depremi…
Deprem doğal bir afettir. Doğası gereği de yeryüzünde daim olarak devam edecektir.
Türkiye, dünyanın en aktif tektonik depremlerinin olduğu Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Milyonlarca yıldır süregelen bu tektonik hareketler sonucunda levha sınırlarında gerilmeler, stresler birikmekte ve bunlar belirli bir düzeye geldiğinde yerkabuğunu kırarak deprem oluşturmaktadır. Ülkemizde ortalama her 4 yılda bir, büyüklüğü 7 olan yıkıcı bir deprem olagelmiştir.
Yaşamak zorunda olduğumuz bir doğa olayıdır deprem; yani depremle yaşamak zorunda olduğumuz gerçeğinden hareketle onunla yaşamasını bilmeliyiz. Gerçekte afet, meydana gelen olayın kendisi değil, doğurduğu sonuçtur ve öldüren de deprem değil, içinde bulunduğumuz binalardır.
Depremin oluşumunun engellenmesi mümkün olamayacağından deprem sonucu meydana gelebilecek kayıpları asgariye indirmek için takip edilmesi gereken tek yol, deprem riski altındaki arazi ve yapılarda bilinçli yöntemler kullanarak gerekli tedbirleri almaktır. Depremle yaşamak zorundayız, ama deprem nedeniyle ölmek, sakat kalmak ve mali-iktisadi olarak büyük zararlar görmek zorunda değiliz. Tedbir ve eğitim birçok şeyde olduğu gibi bunda da şarttır!
Etki gücü, şiddeti, mevsim koşulları, birkaç saat arayla iki büyük depremin yaşanması, geniş bir sahada etkili olması, birçok şehri aynı anda yıkıma uğratması, on binlerce ölüm, yüzbinlerce yıkım itibariyle değerlendirildiğine hakikaten ve maalesef asrın felaketi olarak tanımlanan bir afeti yaşadık.
Depremi yaşayan insanları dinlediğimizde gerçekten her birinden birçok ve farklı farklı dramatik yaşam hikâyeleri çıkıyor. Yıkılan binalardan sağ çıkabilenler ya da onların yakınları, yıkılan ve yok olan hayalleri bizlerle paylaşıyorlar.
Aynı anda yüzbinlerce yıkılmış binanın var olduğu bu büyük afet karşısında insanoğlunun acziyeti yine gözler önüne serildi. Yüzbinlerce binanın yıkıldığı ya da ağır hasar aldığı, zamanla yarışılan ve adeta can pazarını andıran enkaz şehirler kaldı bize. Yıkılmış her binaya olayın hemen akabinde bir vinç, bir ekskavatör ve en az 10 eğitimli insanın gerektiği düşünüldüğünde, imkânları zorlayan bu hal çok zor ve ağır bir imtihan gerçekten.
Milletimizin yardımlaşma, dayanışma ve birliktelik ruhunun güzelliği ise bu acı tablo karşısında bir kez daha ortaya çıktı. Afetzedelerin yardımına koşan Türk milletinin bu gayretleri yabancı kurtarma ekiplerinin de takdirini ve şaşkınlığını kazandı. “Tırlar yollarda sanki freni yokmuş gibi uçarak gidiyordu, Türkler çıldırmış olmalı.“ diye haber yapan Fransız basınının bahsettiği tırlar bu tek yürek oluşun, destansı birlikteliğin küçük bir kesitiydi sadece.
Ülkemizi temsil eden tüm kurum ve kuruluşların, tüm STK ların, kendi imkân ve teşkilatlanmaları ölçeğinde seferber olduklarına şükranla ve minnetle şahit olduk. STK’ların toplumda itici güç olarak önemli bir role sahip olmasının önemini anlamış olduk. Her kesimden sivil toplum kuruluşlarının çok güçlü bir dayanışması oldu ve bu dayanışma sivil topluma ne kadar ihtiyaç olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Bizim tarihimizde, vakıfların çok önemli fonksiyonları olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kudreti ve 6 asır ayakta kalabilmesi büyük ölçüde vakıf medeniyetine sahip olmasıyla ilgilidir.
Bölgenin bir kısmını gezmiş ve ilimize gelen birçok depremzede ile bizzat görüşmüş biri olarak o acılı insanların devlet ve milletin gayreti ve özverisini inkâr etmediğini ve onlardan kayda değer bir sitem duymadığımı da belirtmek isterim. Her şeye rağmen bu necip millet sağduyuyu elden bırakmamış ve bazı gerçekleri görmezden gelmemiştir. Hiçbir zaman sabrı ve şükrü elden bırakmamıştır.
Başımıza gelen sıkıntı, bela ve afetleri birer ikaz gibi görüp; ahlak, vicdan, merhamet gibi insanlık ve kulluk vazifelerimizin muhasebesini yapmak ve kendimizi sıgaya çekmek gerektiğini de tefekkür etmek lazım.
Ölümün ne kadar ani, dünyanın ne kadar fani olduğunu, bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin insanın doğa olayları karşısında ne kadar aciz kalabildiğini bu depremle bir kez daha hatırladık. İsterse onlarca evimiz olsun, bir çadıra sığınmak zorunda kalabileceğimizi; varlıklı ve veren el olmuş birilerinin yemek kuyruğuna girip alan el olabileceğini; kavgalı komşuların, mahkemelik ev sahibi ile kiracının aynı ateşin başında ısınmak zorunda kalışını hep birlikte müşahede ettik. Ve tekrardan anlamalı ki insanoğlu, Malikü’l-Mülk (mülkün ebedi sahibi) olan yalnızca Allah (cc)’tır.
Başarılı bir yazı elinize sağduyunuza sağlık 👏