Bir ülkede ticari, iktisadi ve teknik gelişmeler takdir edersiniz ki çok önemlidir. İşte tüm bu gelişmelerin insan eğitiminden geçtiğini düşündüğümüzde eğitim ve gençlik konularının önemi daha ilk bakışta görülmektedir. Ancak ruhen, fikren ve manen beslenmeyen ilim ve eğitimin de istenilen düzeye ulaşamayacağı da ayrı bir gerçektir. İşte bu yolla hiçbir fedakarlıktan kaçınılmayarak yetiştirilen nesil istenilen seviyede olabilecektir. Aksi halde materyalist, içi boşalmış ve şeytani özelliklerle donanmış bir nesil ortaya çıkarırız ki, bu da bir elimizle yaparken, diğer elimizle yok etmek anlamı taşımaktadır.
Peki, bu manen beslenme, fedakarlıktan kaçınmama nasıl olur? Bunu geçmişimizle ilintili olarak irdeleyelim! Böyle bir eğitimde yöneticilerin, eğitimci ve ilim taliplilerine gösterdiği saygı ve ilgi çok önemlidir. Bu saygı; Tuğrul Bey’in “ Kendime bir saray yapıp yanına bir cami ya da medrese yaptırmazsam, kendimden utanırım.” sözünde gizlidir. Bu ilgi; Ali bin Sandali’nin, Tuğrul Bey’e “Ziyaretime niçin gelmiyorsunuz?” sorusuna cevaben verdiği “Hükümdarların en iyisi alimleri ziyaret eden, alimlerin en kötüsü de hükümdarların davetine koşanlardır.” sözünde saklıdır.
Geçmiş dönemlerdeki medrese eğitimini günümüzdeki üniversiteler gibi değerlendirecek olursak, medreselerin şimdiki üniversitelerden çok daha üstün olduğunu görmekteyiz. Söz konusu medreselerde yetişen insanlarda, bu farkı gözlemlemek pek mümkündür. Hangi üniversite, hem müctehid, hem komutan aynı zamanda bir devlet adamı olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali gibi güzide insanlar yetiştirmiştir. 20 yaşında tüm sahabeye komutanlık eden bir Usame; 21 yaşında İstanbul’u fetheden o güzide komutan, hangi üniversitede yetişmiştir.
İşte sahabe döneminin eğitimini örnek alan Selçuklu ve Osmanlılar, o zamandan günümüze kadarki eğitim seviyesinde zirvedeki yerini hiçbir dönemde kaybetmemiştir. Bunu ne büyük binalarla ne de araç gereç ve donanımlarıyla gerçekleştirmişlerdir. Neticede asırlara hükmeden aynı zamanda huzur ve bereket ile yaşanılası devletler olmuşlardır.
Şimdi de bizim son 3 asırda yaptıklarımıza bir bakalım!
-Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki darüşşifalar, hastane-tıp eğitiminin iç içe olduğu yerlerdi. Biz, darüşşifaları örnek alarak oluşturduğu eğitim hastanelerini ancak son yıllarda hayata geçirebilen Batı medeniyetini model aldık.
-1205 yılında kurulan Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi’ndeki (Kayseri) akıl hastanesi dünyada ilktir. O zamanda akıl hastalarını yakan Avrupa’yı biz kurtarıcımız yaptık.
– Uluğbey’in Endülüs’te kurduğu rasathane kulesini gören ve “Bunu ne için yaptınız, bizi gözetlemek için mi?” diye soran Hristiyanların torunlarından medet umar olduk.
İnsan hayatının en önemli dönemi olan gençlik yılları, sözü edilen eğitimdeki en önemli yıllardır. Çünkü insanlar, bu dönemde öğrendikleriyle hayatlarını şekillendirir. İhmale gelmeyen ve iyi değerlendirilmesi gereken bu dönem, geleceğimizi de şekillendirir. Bu bağlamda düşünecek olursak, günümüzde çektiğimiz sıkıntıların kaynağını da bulmuş oluruz.
Ferasetli, ilim talibi, aklıselim insanların oluşturduğu bir toplum olmayı, beklenen ve özlenen bu toplumu, biz son dönemlerde sürekli olarak Batı medeniyetinde aradık ve arıyoruz. Oysa ki biraz geriye, ecdadımıza bakacak olursak, biraz olsun onları anlamaya çalışırsak durum apaçık gözler önüne serilecektir. 18. yüzyıla kadar medrese damgası bulunan yönetimlerin bundan sonra büyük saray ve meclislere çekilmesi neticesinde eğitimde sorunlar bugünlere kadar gelmiştir.
İnsanlarımızın yaygın ve yeterli bir şekilde eğitilmesi temas ettiğimiz bu dayanak noktalarıyla, İslami bir bilinç ve duyarlılıkla, zamanımızın imkan ve teknolojilerinden de faydalanılarak gerçekleştirilebilir.
İşte durumumuz, işte yapılanlar, işte model… Hepsi ortada iken, yapılanları küçümsemeden, neme lazım demeden ve hiç vakit kaybetmeden…