Soru 5:Çok paranız olsa ne yapardınız?
—Çok param olsa kendime araç-gereç alırdım. Ondan sonra eğer param kalmışsa karnımı doyururdum. İnternete gidip herhangi bir ödevim varsa çıkartırdım.(M.Ali 8/A sınıfı öğrencisi )
Dışımızdaki dünyaya nüfuz eden paracıklar, maalesef iç dünyamızı da adım adım esir almakta. Yeşil renkli kâğıtlar, bizleri mahkûm ediyor, her geçen gün biraz daha eziyor.
Dünyevileşiyoruz…
Parayla bir nesneyi satın alacakken para, bizi içten içe satın alıyor. Kimliğimizi, kişiliğimizi hunharca harcıyor. Değeri ölçülemeyen zamanı bile para için bozdurmaktan hiç çekinmiyoruz. Onun için yapılan düzenbazlıkların, yalanların, yağcılıkların, dalkavuklukların haddi hesabı yok. Oysa o, benliğimize nüfuz etmemeliydi. Bizi sarmamalıydı. Bizi mutlu edecek yegâne güç olmamalıydı.
Paracıklar bizi mutlu etmeye yetiyor mu acaba? Bir felsefesi[1]“Can sıkıntısının en büyük kurbanları yüksek sınıflar, varlıklı insanlardır.” Der ve ekler,[2] “Sıradan insan hayatının mutluğunu kendi dışındaki şeylere, mala mülke, şana şöhrete, kadın ve çocuklara, dostlara, cemiyete bağlar. Dolayısıyla bunları kaybettiği yahut hayal kırıklığına uğradığı zaman, mutluluğunun temeli çöker.” Bugün kendi dışımızdaki en önemli mutluluk kaynağı para diye lanse edilir topluma. Bitmez, tükenmez deruni zenginlik nedense hiç hesaba katılmaz. İptidai de olsa birkaç satır şiir karalamak, resim yapmak, çiçekle, böcekle uğraşmak, kitabın arkadaşlığına dönmek, bir davaya inanmak, bir aşka tutunmak, gecenin karanlığında Yaratıcıya sığınmak saadetlerin en güzeli değil midir?
Satırlarım okunurken yapılan serzenişleri duyar gibiyim. “Bunlar işin hep edebiyatı. Paranın önemi gün gibi aşikârken, nasıl âdeme mahkûm edebilirsiniz.” Paranın ehemmiyetini inkâr ettiğimiz yok. Hele ki bu asırda… Lakin bizim derdimiz paraya esir olmak yerine parayı esir etmek meselesi. Meselenin cevabı çok mühimdir. “esir olmak” paranın kulu kölesi olmak, onun için her türlü şarlatanlığı yapmak, kişiliğimizden, benliğimizden taviz vermektir. “esir etmek” ise paranın, yanınızda el pençe durarak koşulsuz hizmet etmesi, ihtiyaçlarını karşılamasıdır. Bir ıslık sesiyle gelen para, bir ıslık sesiyle gidebilmelidir. Ne varlığı, ne de yokluğu abartılmamalı. Parayla satın aldıklarımız alamadıklarımızın yanında deryada bir damla sadece. Kat, yat, ev, araba, jet, arsa, pahalı elbiseler hâsılı hepsine bir gözünüzü feda edebilir misiniz? Mutluluğu, sevgiyi, aşkı bankaya koyabilir misiniz? Dostun sıcak şuh sohbetini paranın hangi yüzünde bulabileceksiniz? İşinizi doğru yapmanın huzurunu, yardımına koştuğunuz bir garibin kalbinize verdiği inşirahı, çocuğunuza duyduğunuz şefkati, insana duyduğunuz aşkı ve ötesindeki Allah aşkını hangi paracıklar verebilir? Vaktiyle bir haber izlemiştim. Sunucu, Antalya’da bilmem hangi otelde bir geceliği 8000 TL ekstra masraflarla birlikte 10000 TL’sini bulan bir konaklama ücretinden bahsetmişti. (Şimdinin parasıyla 30000 TL olmuştur.) Oteldeki rezervasyonların çok önceden yapıldığını, üstelik yer bulmak için insanların sıraya bile girdiklerini anlatıyordu. Kabaca bir hesap yaptım. 30 asgari ücretli insanın bir ay boyunca geçindiği bir para, bir günde israf belasıyla heba ediliyor. Sanırım öğrencimizin verdiği cevabı bir kere daha düşünmekte fayda var: “Çok param olsa kendime araç-gereç alırdım. Ondan sonra eğer param kalmışsa karnımı doyururdum. İnternete gidip herhangi bir ödevim varsa çıkartırdım.”
Ruhtan yoksun, köpükten otellerde yatanlar acaba huzur bulmuş bir vicdanla mı yastığa başlarını koymaktalar? Cevap evetse yastığa koydukları başın türünden şüpheliyim.
Soru 6: Ev mi daha keyifli, okul mu açıklayınız?
—Televizyon için ev, ders içinde okul(Gökhan 7/A sınıfı öğrencisi)
—Ev daha keyiflidir. Soba var. Televizyon var. Kavga var. Gülmek var. Kardeşlerimin arasında olmak var. (Çetin 6/A sınıfı öğrencisi)
—Benim için okul evden daha keyifli çünkü okulda ders işliyoruz. Bazen dayak yiyoruz ama bizim suçumuz. Bütün öğretmenlerimi çok seviyorum. Okul çok güzel.(Servet 6/A sınıfı öğrencisi)
—Hiçbiri de güzel değil ve hiçbirini sevmiyorum.(…6/A sınıfı öğrencisi)
Aksiyon neredeyse lezzet oradadır. Hiçbir şeye müdahil olmamak, varlığınızın ve yokluğunuzun nötr olduğu bir dünya ne korkunç! Boş konserve kutuları gibi işe yaramamak ıstırap verici. Görev alma, bilinme, takdir edilme, kabul görme ve işe yarama duygusu hissedilmedikten sonra evde ya da okulda olmanın ne önemi var?
Ev mi, okul mu hangisi keyifli?
Sanırım irdelenecek mevzu sevilenin ve sevilmeyenlerin nedenlerine inebilmek… Derslerden lezzet alınması, bilginin sanal âlemden sıyrılıp günlük hayata dönmesi, iyi bir dostluk ve arkadaşlık ilişkileri okulu cazip kılan yegâne unsurların başında gelir. Cazibe merkezi haline getirilemeyen bir okul ise morgdan farksızdır. Yüzü hep soğuktur. İçini envai türlü araç- gereçle de donatsanız. Kimse yanına yaklaşamaz.
Bir ağabeyimiz anlatmıştı: “Bizim zamanımızda, liseyi dışarıdan bitirme sınavları vardı. Biz bu sınavlardan geçmek için gece-gündüz ders çalışırdık. Sınavları kazandıktan sonra hepimiz okulun arka bahçesinde toplanıp kitapları şenlik havasında bir güzel yakardık.” Kitap yakma ihtiyacı bir cinnet tezahürü müdür? Sanmam. Eğitim sistemimizin dayanılmaz sıkıcılığı insana her şıkkı yaptırabilir. Oysa her şeyi keyifli kılmak, insanları usandırmamak elimizdedir. İş yerimizde, hastanemizde, okulda, evde yahut her hangi bir yerde orayı keyifli kılan, onur veren mekândan ziyade insanın ta kendisidir.
“Çöl arazisi düşmanlarla beraber bir fincan kadar dardır.
İğne deliği dostlarla birlikte bir meydan kadar geniştir.”
Soru 7:Zekât nedir?
—Zenginlerin her ay mallarının üçte birini fakirlere dağıtmasıdır.(Mihriban 8.sınıf öğrencisi)
—Küçükbaş hayvanların zekât verme ölçüsü nedir?
—%20 veya % 10(Hüseyin 8/B sınıfı öğrencisi)
Kelime manası itibari ile artırmak, çoğalmak, arınmak, bereketlenmek manalarına gelen zekât maddi durumun iyi olması halinde tıpkı namaz ve oruç gibi farz olan bir ibadettir. “Zekât” kavramına zihnimde bir resim çizdirdim. Ona el verdim, ayak verdim. Bir beden libası giydirdim.
İşte bakın zekâtın bende tecessüm eden hali şimdi karşımda…
Allah’ın malına kendi malıymış gibi sahiplenmemeyi öğreten bir hakperest. Verilen malın, kimden ve neden verildiğini ve nerede harcanması gerektiğini kazandıran şuurlu bir insan. Hırsı ve aç gözlülüğü nefsinde bitiren ehli tasavvuf bir abid. Malını verende şefkati, alanda ise muhabbeti geliştiren kalp doktoru. Malı gerçek sahibine verirken, nimeti bahşedene de şükran borcunu ödeyen vefa sahibi bir kul. Malını, canını haramlardan temizleyen bir içim su. Her türlü imkân ve şartta cemiyete ikram kapılarını açan cömert bir adam. Zengin ve fakir arasındaki uçurumun neden kaynaklandığını ve çözümünün de ne olacağını gösteren bir sosyolog. Gelir, gider dağılımını ayarlayan maliye uzmanı. Zenginin fakire hor bakmamasını, fakirin de zengine haset duyup düşmanca tavır takınmamasını öğreten nefis mürebbisi.
Ve bunlarında ötesinde zekâtın sırf Allah emrettiği için yapılması gereken bir ibadet olduğu şuurunu kavrayabilmek…
Öğrencilerimize, çocuklarımıza paylaşma duygusunu anlatabileceğimiz müstesna bir kavramdır zekât. Çocuklarımızın kendi aralarında yaptıkları mini paylaşımları teşvik ettiğimiz takdirde ileride zekât verme bilincinin temel taşını oluşturmuş oluruz.
Soru 8:Kredi kartı ile kurban kesmek caiz midir?
-Kredi kartının ucu sivri olmadığı için kurban kesilmez( ….8 sınıf öğrencisi)
Soru 9:Vücudumuzda kemiklerin şekillerine göre adlarını yazınız?
—Uzun parmak, kısa parmak, yassı parmak(Melike 7/A sınıfı öğrencisi)
Soru 10:Divan edebiyatındaki koşma türlerini yazınız?
—1-Hızlı koşma 2-Yavaş koşma 3- Normal koşma(Hüseyin–9.Sınıf)
Not: daha önceki yazımla şimdiki yazımın cevap anahtarlarıdır.
CEVAP ANAHTARLARI
- Sevmek en büyük iksirdir.
- Küçük işler ve büyük mutluluklar.
- Özgünlük özgür olmakla başlar.
- Ezber iyidir, kötü olan ezberciliktir.
- Para her kapıyı açmaz.
- Aksiyon nerede, lezzet orada
- Zekât tecessüm etse cennet oluverir.
8,9 ve 10: Kelimenin zahirine takılan çocuklara lütfen kızmayın.
[1] Schopenhauer “Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” Şule Yayınları, s.18
[2] Schopenhauer“Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine” Şule Yayınları, s.25