Yazımın başında, felsefe yapmayacağımı, işin uzmanlarının alanına girip ahkam kesmeyeceğimi hemen belirteyim.
Giriş seviyesinde, tartışmaya açık görüşlerimi paylaşmak benim yazımın amacı ve konusu için yeterli olacak.
Felsefe, üzerinde düşündüğüm, okuyup yazan birisi olarak mahiyetini anlamaya çalıştığım bir alan.
Felsefeye dair yetiştiğim ortamlarda edindiğim kültür hep mesafeli davranmamı gerektirdi.
Felsefe her nedense insanı düşünce olarak yoldan çıkaran, şaşırtan ve inanç değerlerini sarsan bir alan olarak algı hafızama yüklenmiş.
Biraz daha okuyunca, biraz daha araştırınca felsefenin de aynen bir bıçak gibi hangi amaçla değerlendirdiğinize bağlı olarak size birşeyler kattığını gördüm.
Mesela felsefe, yaşadığımız her alanda bize Allahın varlığını haykıran milyonlarca kanıta rağmen bir yaratıcının olmadığını beyinlere kazımaya çalışan bir düşünce sistemi mi, yoksa bizi akli delillerle yüce yaratıcının kapısına getiren sistematik veya özgür düşünce iklimi mi?
Nasıl gördüğünüze ve kullandığınıza bağlı.
Felsefe dilimize Yunancadan geçmiş.
Philosophia, Philo bilgi ve hikmet demek. Sophia ise sevgi anlamı taşıyor.
Bilgi sevgisi veya biraz daha güzel bir deyimle ilim aşkı diyebiliriz.
Düşünsenize, inanç sahipleri açısından, ilim aşkı ile yaratıcının fıtri kodlarını bulmanız gerekirken, birden kendinizi boşlukta da hissedebilirsiniz.
Sözü şöyle bağlasak mı, belirli bir kültürel seviye olmadan felsefeyle uğraşmak insan yararına olmaz.
Kendi sübjektif yorumlarımı bırakıp devam edeyim.
Filozof deriz değil mi hep?
Özellikle, konuştuğu konuların derinine inen, çok konuşan,anlatan veya yorumlayıp yazan insanlar için söyleriz bu kelimeyi.
Sözlükte felsefe ile uğraşan insanlar anlamında geçiyor.
Dünyada felsefe ile ilk uğraşan insanlara baktığımızda, çeşitli görüşler bulunuyor.
Kimisi ilk filozof olarak 874-950 yılları arasında yaşamış Farabi’yi kabul ederken, kimi de işi MÖ 6.yüzyıla kadar Antik Yunan çağına götürüp bu işin temellerinin Thales tarafından atıldığını söylüyor.
Benim için her ikisi de yeterince geçmiş zaman.
Şöyle bir yorumda bulunsam: Bilim ile olan ilişkisine bakarsak, aslında felsefenin Antik Yunandan önce doğuda gözükmesi gerekirdi.Nitekim matematik,geometri,astronomi ve tıp gibi bilimler tarihte ilk kez Mısır ve Mezopotamya toplumlarında görülmüş.Batılılar, bunları sonradan ithal edip üzerinde kalem oynatmışlar.
O halde neden felsefeyi başlangıç olarak batıdan alıyoruz? Sanırım felsefe veya felsefi düşünce biçimlerine duyulan ihtiyaçla ilgili bu durum. Bir ihtiyaç meselesi anlayacağınız.
Bir şekilde Antik Yunandan Thales ile başlayan bu alan, Sokrates,Platon ve Aristotales ile tercüme hareketi ile geliyor.
Thales kainatın özünün su olduğunu düşünmüş örneğin.
Oysa bizi bir damla sudan yaradan Allaha iman etmiş olsaydı belki de bu kadar çelişkide kalmayacaktı, ne dersiniz?
Herakletios, Konfüçyüz, Descartes, Dekart ,Cicero, Jean-Jacques Rouseeu (can cak ruso diye duymuşsunuzdur), İmannuel Kant, Hegel, Karl Marks, Nietsche gibi isimler aklıma gelen batılı ilk ve öncü felsefe adamları.
Dikkat ederseniz bunların herbirinin görüşlerine hiç girmiyorum. Çünkü konumuz bu değil.
Yazımın başında belirttiğim hususu sonunda taçlandırarak bitireceğim.
İslam dünyası feslefe ile 8.yüzyıldan itibaren Bağdat merkezli tercüme hareketi ile tanışmış. Yunan felsefesinden özellikle Platon ve Aristo gibi düşünürlerin görüşlerini incelemişler ve bunları kendi kültürleri ile birleştirip yorumlamaya çalışmışlar.
İlk Türk ve Müslüman filozof olarak kabul edilen Farabi Aristodan etkilenmiş.Yine İbn Rüşd, Aristo ve Eflatunun görüşlerini sentezlemeye çalışırken, din ve felsefeyi aynı kaynaktan beslenen iki ayrı alan olarak görmüş.
Gazzali bu konularda reddiyeler yazmış ve bu tür yaklaşımlara ve batıya öykünülen sentezlere karşı argümanlar üretmiş.Gazzali bunları yaparken, felsefe alanını da uzmanı olacak şekilde tetkik etmiş.Felsefeyi kullanarak felsefecilerle tartışmış desek yanlış olmaz sanırım.
Tarihte İslam coğrafyasında gördüğümüz Hallacı Mansur, Kindi,İbn Tufeyl,İbn Sina gibi isimler de meşhurlardandır.
Son dönem Türk felsefecileri arasında, Hilmi Ziya Ülken, Takiyettin Mengüşoğlu,Macit Gökberk,Nurettin Topçu,Hasan Ali Yücel,Cemil Meriç,Nusret Hızır gibi isimler var.
Felsefenin alt dalları denilen, epistemoloji ( bilgi felsefesi ), ontoloji ( varlık felsefesi ), estetik ( sanat felsefesi ), bilim felsefesi,din felsefesi,siyaset felsefesi,etik ( ahlak felsefesi ) gibi alanları görüyoruz.
Gerçeği arama konusunda insana verilen en büyük nimet olan aklın, özgürce kullanılarak doğru yolları araması gerekiyor. Felsefenin doğru veya yanlış diye bir kaygısı var mı onu da bilmiyorum.
Ama kainatı anlamlandırmada üretilen fikirleri okuyunca, alt dallara dair malumat edinince, söylenen sözlerin inançtan bağımsız ve boş bir beyin hafızası ile üretilmiş olabileceği ihtimali çok gerçekçi gelmiyor bana.
Öte yandan, herşeyi akılla açıklama kaygısı da bizi sığ alanlara hapseder demek doğru olur.
Gerçeği arayanlar, fikirler üretenler, kuramlar geliştirenler önemli ve kıymetli.
Ama tüm bunlar, bizi Müslüman olarak imanımızı artıracak, tek gerçek olan Allahın varlığına ve birliğine ulaştıracak bir yola çıkarabildikçe anlamlıdır.
İnsanı hem bu dünyada ayakta tutan, hem de sonsuzluk dünyasına hazırlayan paradigmaları, kültürel ve inançsal kodları çöpe atan bir düşüncenin adı felsefe değildir.
Akla, aklın alamadığı gerçeklerin de olduğunu ikaz etmekle başlarsa,bu alan bana hitap edebilir. Vatandaş sıfatı ile görüşüm budur.
Sağlık ve afiyet dilerim.
Süper bir anlatim, tesekkürler baskanim.
Hocam insanlar 30 yaşında Değişim yasarlarmı Ben kendi adıma 30 yaşım sonra tam tersini savunuyormusum gibi geliyor bana bu değişimi nedeni acaba okumak mı desem hocam tam bir fahiş kafadayken şu anda 180 derece tersini düşünüyorum
Teşekkürler ediyorum çok değerli Ali Murat Duman başkan beyefendi kardeşim, Allah razı olsun.
Benim, felsefeye karşı hemen herkes gebi itikadi endişem sonucu olan itimatsızlığım devam ediyor olmakla beraber güzel bir izahat çalışması yaptınız.
Saygılarımla Allaha emanet olasınız.