Gazze’de Yaşanan İnsanlık Dışı Vahşetin Resmi
Gazze’de 7 Ekim 2023 gününden bu yana insanlık tarihinin en vahşice katliamlarından biri yaşanıyor. Bu katliamda hiçbir insani değerler hunharca ve pervasızca ihlal ediliyor.
Aslında kendileri işgalci oldukları halde, vatanına, namusuna, canına, malına, hanesine, yerine, yurduna, kısaca her türlü maddi ve manevi varlıklarına sahip çıkanlar (Gazze’liler), bu tabii, hukuki ve meşru sahiplenmeleri sebebiyle terörist ilan edilerek, katlediliyorlar. Yani her şey tersten işletiliyor; teröristler haklı, masumlar terörist ilan ediliyor.
Gazze katliamında Uluslararası savaş suçlarının düzenlendiği Roma Sözleşmesinde savaş suçu olarak tanımlanan tüm fiiller birlikte gerçekleştiriliyor.
Kısaca, tüm insani değerler acımasızca yok ediliyor.
Mesela, bu bağlamda bilerek ve kasten 8.000’den fazla savunmasız, masum, günahsız, hiçbir savunma gücü olmayan çocuklar katledildi.
Savunmasız, çaresiz, her şeylerini kaybetmiş 6.000’den fazla kadın katledildi. Bunların çoğunun elleri silaha bile değmemiş.
Okullar, camiler, diğer ibadethaneler hiç tereddüt edilmeksizin yıkıldı.
Hastaneler bombalandı, hastaların, yaralıların tedavi imkânları ortadan kaldırıldı. Hamile kadınların doğum yapma ortamları yok edildi, hastaneler bombalandığı için yüzlerce bebek doğamadan öldürüldü. Bazı yaralı bebekler, hastane imkânı yok edildiği için tedavisizlikten ölüme mahkûm edildi.
Masum, günahsız, savunmasız insanlar, önce göçe zorlandılar, sonra da göç yolunda katledildiler. Binalar bombalandı, ölenler öldü, bombalardan kaçan masum siviller katledildiler. Kısaca, bilinçli olarak masum insanların yok edilmesi cinayetleri içlendi.
Savaş suçu olarak nitelenerek yasaklanan çok çeşitli bombalar, acımasızca kullanıldı.
Kısaca Gazze, içindeki yaşayanlarla birlikte yerle bir ediliyor.
Bunları yapanlarda, atom parçacığı kadar insani değerlerin ve vicdanın kesinlikle mevcut olmadığı görülüyor; bunların bir canavardaki yok edicilikten farkları kalmamış.
Kısaca, bu katliamı yapanlar, Gazze’de yaşayanları insan olarak görmüyorlar.
Hatta hayvanlara merhamet edenler, burada yaşayanlara insan nazarıyla bakmıyorlar.
Burada, “hayat, hiçbir kural tanımayan mücadeleden ibarettir, sadece bu mücadelede güçlü olanlar kazanır ve haklıdır, zayıflar yok olmaya mahkumdur; zayıfları yok etmek güçlülerin hakkıdır” felsefesini yansıtan Sosyal Darwinizm’den beslenen, kendilerini güçlü ve haklı görerek Nasyonal sosyalist Nazi anlayışını yüzde yüz yansıtan bir politika söz konusu.
Nihai olarak değerlendirmek gerekirse, Nazi Hitlerin sapkın düşünceleri ve eylemleri ile Gazze katliamcısı Netenyahu hükümetinin politikaları aynıdır. Her ikisi de, kendilerini diğerlerinden (Hitler kendi milletini Yahudiler de dâhil olmak üzere Alman olmayanlardan, Netenyahu hükümeti de kendilerini Gazze’de yaşayanlardan) üstün görüyorlar. Bu üstünlük devreye girince, artık Gazze’de yaşayanlara insan hakları layık görülmüyor.
Bu anlayışın, insan hakları, insancıllık, insani hiçbir değerle bağdaşırlığı yoktur. Bunun adı, insan haklarını tanımayan canavarca diktatörlüktür. Hitler rejimi ne kadar insanlığa karşı cinayetse, Netenyahu yönetiminin politikaları da o kadar, hak ve hukuk tanımayan, insanlığa canice kasteden uygulamalardır.
Gazze Katliamına Karşı Verilen İki Tür Tepki
İnsanlığa karşı, hak-hukuk tanımayan, masum insanları yok etmeyi amaçlayan, her türlü insani değerleri katletmeye yönelen bu politikalara karşı insanlık dünyasında iki tür tepki verilmektedir. Bu birbirinden farklı tepkisellik hali, Batılı devletlerde yaşayan insanlarda da diğer toplumlarda da mevcuttur.
Birincisi, her türlü insani değerleri yok etmeye kast eden bu katliamlara mutlak olarak destek verenler. Bu kesim, pervasızca destek vermekten kaçınmıyor. Bazen, insani değerleri savunan vicdan sahiplerinin tepkileri baskın görünür hale geldiğinde, yasak savma kabilinden Netenyahu hükümetine eleştiri getirir gibi görünseler de, destekleri hiçbir zaman azalmıyor.
İkincisi, insani değerlere önem veren, vicdanlarının sesini dinleyen, haksızlığa kim uğrarsa uğrasın haklıyı savunan, bu bağlamda Gazze’lilerin de insani haklarının olduğunu kabul edenlerin tepkisi. Bu kesimde yer alanların, belli bir dini yoktur. İnsan haklarının kabul edilmesi için illaki bir kişinin bir dine inanması şart değildir. Nitekim tepki verenlerin çok çeşitli olması bu belirlemeyi doğrulamaktadır.
Burada Batı toplumlarında verilen tepkileri kısaca değerlendirmek istiyoruz.
Batı Medeniyeti İçinde Yaşayan İki Tür İnsanlar
Çok genel bir değerlendirmeyle Batı Medeniyeti içinde birbirinde farklı iki medeniyet anlayışını savunan iki tür insan grubundan söz edilebilir.
Birincisi, Sosyal Darwinizm felsefesi yerine, insan haklarını, insanların, dini, dili, ırkı, rengi, zenginliği fakirliği, ülkesi, milleti fark etmeksizin tüm insanların sırf insan oldukları için insan haklarına sahip olduklarına, adalete, güçlü olanların sırf güçlü oldukları için haklı olduklarına değil, haklı olanların haklarının korunması gerektiğine, hak ihlaline maruz olan kişiler kim olursa olsun, bu hak ihlaline tepki verilmesi gerektiğine inananlar. Bunlar, salt menfaatleri ölçütünden hareketle değil, vicdani muhasebe neticesinde hakların korunması gerekliliği hassasiyeti ile hareket ederler. Bunlar, vicdanları tefessüh etmemiş (kokuşmamış), hadiseleri vicdan terazisinde tartarak hareket eden kişilerdir. Bir Müslümanın bir başkasına haksız yere verdiği zararlara tepki verdikleri kadar, Müslüman olmayanların Müslümanlara verdikleri haksız zararlara da tepki verirler. Bunlar, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ya da diğer dinlere mensup kişiler olabilecekleri gibi, seküler kişiler de olabilirler. Önemli olan, sağlam (bozulmamış) vicdan sahibi olmak ve hadiseleri bu sağlam vicdanla tartmaktır.
İkincisi, Sosyal Darwinizmi benimseyen, menfaatlerini korumak için güce müracaat etmekten kaçınmayan, kendilerini güçlü olduğu için haklı gören, vicdanlarını güç ve menfaatlerine esir eden, uluslararası hukuk diye bilinen kuralları, işlerine geldiğinde uygulayan işlerine gelmediği zaman bu kurallara uymaktan kaçınan, bu bağlamda, Birleşmiş Milletleri işlerine gelmediği durumda sabote etmekten kaçınmayan, aleyhlerine olan kararları veto ile etkisizleştiren, menfaatlerine zarar verdiğini düşündüklerinde ya da haklı olmasalar da mutlaka elde etmek istedikleri bazı imkânları elde etmek için her türlü hukuk dışılığı, katliamı, haklı dirençleri (terörist ilen ederek) yok etmeyi kendisi için meşru yol gören, bu bağlamda, insan haklarını sadece kendi lehlerine olacak şekilde yorumlayan kesimler.
Bu ikinci kesim için, uluslararası hukuk, sadece kendi menfaatlerine işlediğinde vardır, aksi halde, uluslararası hukuk diye bir şey yoktur, sadece gücünü kullanmak vardır. Bu güç kullanımında, milyonlarca insanın öldürülmesi gerekiyorsa öldürmek meşrudur. Bu öldürmeleri haklılaştırmak için meşruiyet ölçütü, haklı olmak değil, güç sahibi olmak ve haksız da olsa bazı imkânlara erişmekte menfaatlerinin olmasıdır.
Bu ikinci Batı medeniyetinin insani yönü yoktur. Burada sadece kendilerinden olanlara insan hakları tanınır. Buna sömürgecilik, insanların ya kendilerine köle olmaları ya da köleliği reddedenlerin yok edilmesi anlayışı söz konusudur.
İkinci Batı medeniyetini temsil edenler, menfaatlerine gördükleri takdirde her türlü terör örgütlerinin kurulmasını, organizasyonunu, sevk ve idare edilmesini, çeşitli ölçülerde desteklenmesini kedileri için bir hak bilirler, bunların gerçekleştirdikleri katliamları hoş görürler (Batılı devletlerin PKK ve uzantılarına yönelik politikaları gibi), ama kendilerine karşı gerçekleştirilen her türlü haklı dirençleri de terörizm ilan ederek onların yok edilmesini kendileri için hak bilirler (Hamas’a karşı yürütülen katliamlar da buna misal verilebilir).
Birinci Batı Medeniyetine mensup olanlar, Gazze’de yaşananlara tepki vermekten kaçınmadıkları gibi, İkinci Batı Medeniyetini temsil edenler de bu tepkileri etkisizleştirmek için her yola başvurmaktan kaçınmamaktadırlar.
Bazı Misaller
Aralık ayının başlarında Pensilvanya Üniversitesinde Gazze katliamına tepki yürüyüşleri düzendi. Bu yürüyüşler bazı çevrelerce “antisemitizm” olarak değerlendirildi. Üniversite Rektörü Liz Magill, “Müslüman karşıtlığı ve nefretin her türlüsünün artışına karşı mücadele edeceğini” belirtti. Kampüsteki bu yürüyüşü “antisemitizm olayları” olarak değerlendiren Ross Stevens, 8 Aralık 2023 günü, Üniversite yönetiminin “antisemitizm olaylarına gerekli tepkiyi göstermediği” gerekçesiyle, üniversite yönetimini, yaptığı 100 milyon dolarlık bağışı geri çekmekle tehdit etti. Bunun üzerine, Rektör Magill, ABD Kongresi Eğitim ve İş Gücü Komisyonunda, kampüsteki antisemitizm olaylarına ilişkin yaklaşımı hakkında ifade vermeye çağrıldı ve Rektör Kongreye giderek ifade verdi. Bu ifadeyi verdikten sonra, yapılan yoğun psikolojik baskılar üzerine, hem Rektör Magill, hem de mütevelli heyeti başkanı Scott Bok istifa etmek mecburiyetinde bırakıldı.
Benzer baskılar, Magill ile benzer içerikte açıklamalar yapan Massachusetts Teknoloji Enstitüsünü (MIT) rektörü Sally Kornbluth ve Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay hakkında da yapıldı; bunlar da Kongre’ye ifade vermeye çağrıldılar. Şimdilik bu iki Rektör baskılara karşı direniyorlar. Harvard Üniversitesinin X resmi hesabından yapılan paylaşımda, eski rektörler Lawrence S. Bacow, Derek Bok, Drew Gilpin Faust, Neil L. Rudenstine ve Lawrence H. Summers, Rektör Gay’e destek verdiler. Ortak destek açıklaması yapan rektörler, “Filistin’i destekleyen gösterilerin ‘düşünce hürriyeti’ kapsamında değerlendirmesi gerektiğini belirterek, Rektör Gay’in yanında olduklarını deklare ettiler.
MSNBC Televizyonu İsrail’i sorgulayan sunucu Mehdi Hasan’ın programlarını bitirdi.
ABD’de Müslüman Demokrat Milletvekili İlhan Omar, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesindeki görevinden uzaklaştırıldı.
Oscar ödüllü Susan Sarandon, Filistin’de yaşananlar sebebiyle İsrail yönetimini eleştiren konuşması üzerine, yoğun baskılar sonrasında geri adım atmak zorunda bırakıldı.
Benzer şekilde, çoğu Batılı ülkelerde, yönetimler, Kur’an-ı Kerimi yakmak, PKK’yı desteklemek üzere yapılan her türlü eylemleri, ifade hürriyeti kapsamında değerlendirirken, Filistinli mazlumlara yönelik gösterileri şiddet kullanarak engellemektedirler.
Kısaca, Gazze’de katliamları lanetleyerek masum Filistin halkına destek verenler Birinci Batı medeniyetini temsil ederlerken, İsrail yönetiminin katliamlarına sınırsız destek verenler, İkinci Batı medeniyetini temsil ediyorlar.
Bu çatışma sadece Batılı ülkelerle sınırlı değildir. Diğer ülkelerde de Birinci Batı medeniyeti ile bu konuda müşterek hassasiyetlere sahip olanlarla, İkinci Batı medeniyetini temsil edenlerle müşterek hassasiyete sahip olanlar arasında da yaşanmaktadır.
Batılı olmayan ülkelerdeki bazı toplumsal kesimler, Hamas’ın terör örgütü ilan edilmesini ve bu kapsamda yapılan katliamları desteklerlerken, bazıları da Filistin halkının haklı davalarında yanında yer almaktadırlar.
Bu medeniyet çatışmasında, ibrenin birinci Batı medeniyetine doğru kaymakta olduğu söylenebilir. İsrail yönetimi katliamları o kadar vahşice ve hunharca gerçekleşmektedir ki, İkinci Batı medeniyetini temsil edenler, bu vahşet karşısında sergilenen insani tepkiler karşısında bocalamaktadırlar. Bazı ikinci Batı Medeniyetini temsil eden yöneticiler, artık insanlık suçunu daha fazla koruyamayacaklar gibi görünüyor. Ne kadar lehlerine algı oluşturmaya çalışsalar da, bunu tam olarak başardıkları söylenemez.
Burada bir söze yer vereceğim: “Küfür devam eder, ama zulüm devam etmez”.
Burada, İkinci Batı medeniyetinin mutlak olarak desteklediği İsrail yönetiminin Siyonist faşist zulümleri o düzeylere tırmandı ki, artık sürdürülmesi çok zor görünüyor. İnsanlık dışı, hak, hukuk ve adalet tanımayan bu politikalar, insanî değerler ve artan vicdani hassasiyetler karşısında daha fazla direnemez. Aslında Batı’da da vicdan temelli tepkiler, bu ülkelerin ıslahına sebep olabilir. Aksi halde, İkinci batı medeniyetine karşı duyulan küresel ve bu ülkelerdeki tepkilerin, bu yönetimlere bedelleri çok ağır olabilir.
Gerek Batıdaki bu iki medeniyet arası çatışmalar, gerekse diğer hadiseler, yakın ya da orta gelecekte yeni değişimlerin ön evresini teşkil etmektedir. Bu çatışmalar, Birinci Batı Medeniyetinin galibiyeti ile sonuçlanabileceği gibi, totaliter eğilimlerin öne çıkmasına da sebep olabilir. Elbette ki, iki Batı medeniyeti arasındaki çatışmalar sadece Gazze konusunda yaşanmamaktadır. Özellikle yabancı düşmanlığındaki gelişmeler ve bu bağlamda aşırı sağ oyların çoğalması, Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tur oylamada %40’ın üzerinde oy alması, diğer bazı ülkelerde de benzer yükselişlerin olması, Batı’da İkinci Medeniyetçilerin otoritarizme kayan politikalara yönelmelerine de sebep olabilir. Burada, ikinci medeniyetçilerle aşırı sağcıların ittifakı durumu ortaya çıkabilecektir. Bu yöndeki gelişmelerin aşırı sağın iktidara gelmesi boyutlarına evrilmesi, Batı medeniyetinin çok daha çarpık boyutlara ve uygulamalara savrulmasına sebep olabilir.
Bütün bunlar, birer ihtimaldir. Aksi yönde ihtimallerin de göz ardı edilmemesi gerekir. Yani, Batı’da vicdani ve insani hassasiyetlerin galip gelmesi, dünyada barışın hâkim hale gelmesinin, çoğulcu yönetimlerin yayılmasının önünü aralayabilir.
Burada son bir belirleme yapmak istiyorum. İkinci Batı medeniyeti telakkisinin hâkim olduğu bir dünyada barış sağlanması imkânsıza yakın derecede zordur. Bölgesel ve küresel ölçekte barışın sağlanması, birinci Batı medeniyetinin hâkim hale gelmesine bağlıdır. Birinci Batı medeniyeti, ikinci Batı medeniyetine kıyasla, İslam medeniyeti ile dayanışma sergilemeye nispeten daha müsaittir. İkinci Batı medeniyeti İslam medeniyeti ile maksimum düzeyde çelişki arz etmektedir. İslam medeniyeti ile Birinci Batı medeniyetinin mümkün olduğu kadar ittifakı barışın kalıcı şekilde tesisini çok daha muhtemel hale getirebilecektir.