Senin olmadığın semtler isyan
Kalabalıklar kuru, gülücükler sahte…
Bakışı bulanıktır vicdanların
Sensiz tadı yok ürkek bakışların, maskeli âşıkların
Seninle kayboldu ufuktaki son kızıllığın rengi
Dudaklarda bitmeyen bir acının senfonisi var şimdi
Bosna, Myanmar, Çeçenistan
Bağdat, İskenderiye ve Humus
Mermi yağmuruna tutulurken sokaklar
Hazin bir şarkıyı mırıldanır Kudüs
Etrafımız ateş çemberi Canan.
Mitralyözler kin kusuyor durmadan
Islık çalıyor bombalar ta gecenin bir vakti
Uyuyan bebekler uyanmıyor bir daha
Belirsiz bir zamanda içilen şehadet şerbeti
Çocuklar uçuyor gökyüzünde kanatlarıyla özgürce
Kirli eller kırbaçlıyor zamanı.
Resimler yapılıyor hayâsızca Vatikan’ın duvarına
Hakaretler yağdırıyor bir feci yüz Kuran’ına
Hahamlar ağlıyor Süleyman mabedinde gülerek.
Söyle bana neden suskun Fırat, mahzun Dicle
Neden böyle kayıtsız ve acınası
Neden eli kolu bağlı
Ve sen Roma!
Sen neden bu kadar buyurgan
Bir o kadar da riyakâr.
Söyle bana mahşerin yedi kilisesi
Hangi el Şeddâd’ın, hangisi İsa’nın
Nerede kömürü elmastan ayıran mihenginiz
Kavramlarınız neden hep şaşkın, zihniniz tutuk
Siyah ve beyaz niçin tuhaf sizin için bu kadar
Bilmelisiniz!
Yarın güller açacak gülşenimizde
Kâbuslarımız tutsaklığınız olacak
Teslim bayrağı çekeceksiniz ülkülerinizle ülkelerinizde
Nasipsiz kalacak bir gün dillendirdiğiniz şarkılar
Mermileriniz önce sizi vuracak Filistin’de
Sonra guguk kuşlarınızı peşi sıra.
Kanlarınız yere düşmeden önce
Damlayacak küf kokulu beyinlerinize
Tılsımları açan çilingirim!
Gönlümün yabancısı muamma
Ebrehe’yi vuran aziz kuşlar
Nemrut’u yakan ateş,
Hakkın timsali Zülfikar…
Bam teline değdi zulüm.
Gel ey gözümün nuru, âlemde her ne varsa sana meftun.
Gel artık gülün diğer adı
Gel de arındır bizleri kirlerimizden…
Adım adım çekilmeden merhamet iliklerimizden