Kişinin nasıl karakterini, hareket tarzını etkileyen unsurlar varsa, toplumları da canlı bir varlık olarak
düşünürsek, onları yönlendiren belirgin veya belirsiz faktörler vardır. Bu faktörler aynı zamanda hem
kişi için hem toplum için karakteristik halini alır.
Mesela toplumsal değişim ve dönüşüm noktasında dünya tarihinde bir kilometre taşı diyebileceğimiz
Fransız ihtilali ve sonrası dönemde ulus-devletlerin yükselmesi aynı zamanda bir toplumsal
mühendislik marifetiyle yeni kimliklerin inşası anlamına geliyordu. Bugün tüketim çılgınlığı veya
bireyci-çıkarcı diye vasıflandırdığımız hareket tarzının kaynağı, o günlerde temeli atılan yeni toplumun
yeni geleneklerinin sonucu maalesef.
Cumhuriyet sonrası ulus-kimlik inşa sürecinde de benzer bir yaklaşım karşımıza çıkar. Bugün milli
bayramlar diye takvimlendirdiğimiz belirli gün ve haftalar, yeni oluşturulmak istenen bir toplumun,
değişimi ve dönüşümü için yeni icat edilmiş geleneklerdir. Böylelikle yeni kimliğin kalıcı olması
hedeflenmiştir.
Bu bağlamda düşününce bir başka değişim ve dönüşüm sürecinde Türklerin İslam’ı seçmesi ve
yüzyıllardır neredeyse bayrak taşıyıcısı olmasında müslümanlaşan örf ve adetlerin katkısı ihmal
edilemez.
Hatta denilebilir ki “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın.” ayeti peygamberimizin yaşam tarzının toplumun geneline yayılmasını telkin etmekle,
bizim bugün gelenekselleştirme dediğimiz kimlik inşa sürecini işaret etmektedir.
Daha doğrusu toplumun gelenekleri İslam’la yoğurulup mayalanınca bir kimlik oluşmuş oluyor.
Düğün, cenaze, doğum, sünnet gibi bugün bile esası unutulduğu/unutturulduğu için başkalaşan
geleneklerde bu izleri takip etmek çok kolay olur. Bu sebeple olsa gerek ki her toplumda geleneğin
dinle harmanlanması sayesinde din değiştirmek en zor geleneklerin başında gelir. Hatta İslam’ı seçen
bir gayr-ı müslime tanınan imtiyazlar bu zorlukların peşin bir ücreti denilebilir.
İngiltere’de bulunduğumuz bir senede tanıştığımız Müslüman bir İngilizin ifade ettiği “siz kendinizi
gurbette sanıyorsunuz ya, asıl gurbeti ben yaşıyorum bu dünyada” sözü bunun en önemli
delillerinden biridir benim için, dinini değiştirdiği için kendi milletine yabancılaşmış, kendi milli
alışkanlıklarıyla dar bir çevrede yaşayan Müslümanlarla kaynaşamamış olması sebebiyle…
Haliyle kişiler için eğitim gibi mekanizmalarla, toplumlar için de gelenek vasıtasıyla bir çeşit
mühendislik faaliyeti yürütülür, insanı ve toplumu yönetmek isteyenlerce.
Özellikle toplumsal değişim kavşaklarında mücadele için ilk seçilen düşman ve geleceğin inşasında ilk
yardımcı olarak gelenek karşımıza çıkar. Çünkü kültürün en önemli taşıyıcılarından ve kültürel
devamlılığı sağlayan bir unsurdur gelenek.
Bunun içindir ki kültürel çatışmanın ilk karşılaşma alanı gelenektir. Kendilerine yeni alan açmak
isteyenler, önce geleneğe savaş açarlar. Bunu da yenilik ve değişim kisvesi altında yaparlar, çağa ayak
uydurma, günceli yakalama, modern sorunlara modern çözümler gibi kulağa hoş gelen, kültürel
ortamlarda karşı çıkılamaz olgularla.
Böylelikle insanlar kendilerini yenilikçi kanatta konumlandırır ve gelenekselciliği kendisine
konduramaz. Çünkü gelenek daha korunaklı, daha değişime kapalı ve daha risksiz çözümler sunar.
Bu ayrım yapılırken ve gelenekselciler tabiri caizse yabancılaştırılıp, ötekileştirilip müstehzi edalarla
eleştirilirken “toplum” denilen olguya geleneğin katkısını ihmal ederler.
Söz gelimi dünü tartışanlar, ehl-i sünnet geleneğinin inşasında önemli roller üstlenen Hüccet’ül islam
lakaplı İmam-ı Gazali özelinde geleneği hedef tahtasına oturturlar. Bugünü tartışanlar ise Elazığ’da
yaşanan müessif olay gibi başkaca pek çok sebebi olabilecek hadiselerde faturayı milletimizin kültürel
kimliğini inşa eden ve devamlılığını sağlamada önemli roller üstlenen dini yapılanmalara ihale ederler.
Bugün bazı insanlarda gördüğümüz tarikat/cemaat karşıtlığının arka planında milletimizin
müslümanlaşması ve Müslüman kalabilmelerindeki bu yapıların rolünü, bizden daha iyi anlamaları
olsa gerek.
Unutulmamalı ki, Müslüman kalmamızda etkisi büyük olan dini yapılanmalara en azından bir vefa ve
minnet borcumuz var.