‘Hor görülenlerin Tanrım isyanıdır bu
Sevip sevilmeyenlerin feryadıdır bu
Düzensiz dünyanın günahıdır bu
Yakarsa dünyayı garipler yakar…’
Müslüm Baba şüphesiz bu haklı feryadını, kulaklarımızın pası silinsin diye değil gönlümüzün karası temizlensin diye seslendirdi.
Eminim bu kanaatime, Müslüm Baba’yı tanıyanlar çoktan hak vermişlerdir bile…
Ama yine de bazen tek başına hak vermek yetmiyor be ede…
Yani diyorum ki hak vermekten öteye gitmek gerek.
Gönlümüzün karasını temizleyip garip bir gönle dokunmak gerek.
İncitmeden, kırmadan, dökmeden, tepeden bakmadan; şefkatle, sevgiyle, merhametle yani hasbice…
Aslında bu, bizim için tercihten öte bir zaruret…
Zira onların bize değil bizim onlara ihtiyacımız var.
Onların sâfiyane masumiyetine, içten sevgisine, sevecen bakışına, hikmetli kelamına en mühimi de arşı titreten duasına…
Ne diyelim Mevla’m garip gönüllere girmeyi cümlemize nasip etsin!
‘Bugün bu konuyu niçin dile getirdim?’ sorusuna gelince;
Kısa süre önce bir zat-ı muhterem ile tanıştım.
Elhamdülillah…
Elhamdülillah diyorum zira onunla tanışma şerefine nail olduğum için kendimi ziyadesiyle bahtiyar hissediyorum.
Ah bir bilseniz;
Onu her gördüğümde ruhum sükûna, gönlüm huzura, aklım felaha gark oluyor.
İlahi neşve deryasının kıyısında gezinen sebbah hissine kapılıyorum.
‘Yaşasın hürriyet!’ narasını dört yana haykırmak istiyorum.
Mecnunca…
Allah biliyor ya sanki o, içinde kaybolup durduğumuz bu sefil dünyadan değil.
Belki dünya da yükselebileceği en yüksek makamın ancak ‘Mürteza misafirlik’ olacağının bilincine haiz olması sebebiyle bu kanaate varmış olabilirim. Allahualem…
Malum dünyaya hükümran olacağını zanneden, ömür nimetini bu boş hayal uğruna heba eden eblehlerden olduğumuz için onun farklı bir âleme mensup olduğu hissine kapılmamız doğal olsa gerek.
Geçen gün kendisiyle bir saat kadar muhabbet ettik.
Daha doğrusu o anlattı ben dinledim.
Belki aranızda beni tanıyanlar bu duruma şaşırmıştır.
Zira çok konuştuğum vaki…
Gerçi sohbet esnasında konuşmak istemedim değil fakat nedense bir türlü konuşmak nasip olmadı. Tam ağzımı açacak gibi oldum sonra birden vazgeçip dinlemeye devam ettim.
Nitekim bu yazıyı yazmaya beni iten de sohbette geçen şu hikmetli sözler oldu. Ki bu sözler bugün söylenmiş gibi hala kulaklarımda…
‘’ Benim anam babam yok, vefat ettiler. Gerçi benden büyük kardeşlerim var, akrabalarım var, arkadaşlarım var ama inan sadece varlar. Tıpkı yerde duran taş gibi. Kâh fayda kâh zarar… Niyedir bilmem bana ya acıyarak bakarlar ya aptal muamelesinde bulunurlar ya da fazlalık olarak görürler. Bir türlü insan olmadım onların gözünde… Hâlbuki insan olmanın yolu sevmekten geçmez mi? İnsan sevmekten niye bu kadar korkuyorlar? Neyse Allah biliyor nasılsa, varsın onlar insan olsun, ben olmayayım. Bazen o kadar üzülüyorum, kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki caminin köşesine çekilip hüngür hüngür ağlıyorum. Niye tüm bunlar benim başıma geldi, deyip düşünüyorum. Sonra yükümün arttıkça mükâfatımın da artacağını hatırlayıp Allah’a şükrediyorum. Ama yine de onları Allah için seviyorum. Zira Allah’ın yarattıklarını sevmek, insana yakışır…’’
İşte bunlar gönlü kırık garip bir adamın sözleri…
Ne para ne şan ne şöhret talebi…
Evet, o hiçbirini istemiyor.
Sadece, sadece sevilmek istiyor.
Ki ‘yaratılan’ bir kul olarak bu en tabii hakkı…
Ne diyelim Allah kalbimizin karasından kurtulmayı nasip etsin.
Etsin ki gönül yıkmayı bırakıp gönül yapmaya koyulalım.
Dünyanın; gariplerin ahıyla yıkılmaması bilakis gariplerin duasıyla mamur olması temennisiyle, Allah’a emanet olun…