Hürriyet, Demokrasi, Hukuk Devleti Şampiyonu(!?) Gösterilen Amerika
Freedom House tarafından 1973 yılından bu yana her yıl 195 devlet hakkında “siyasi haklar” ve “sivil hürriyetler”in durumu ile alakalı rapor (Freedom in The World) yayınlanır.
Raporda her bir ülkenin hürriyet skoru 1 ile 10 arası puanla belirleniyor. 1, 2 ve 3 puan verilen ülkelerin “hür” (free), 4 ve 5 puan verilen ülkelerin “kısmen hür” (partly free), 6, 7, 8, 9, 10 puan verilen ülkelerin de “hür olmayan” (not free) devletler olduğu belirtilmektedir.
Bu hürriyet ölçümlerinde, Amerika’nın, ifade hürriyeti de dâhil olmak üzere hürriyet skoru, 2017 yılı için 1, 2018 yılı için 1, 2019 yılı için 1, 2020 yılı için 2, 2021 yılı için de 2 puan takdir edilerek “HÜR” olduğu belirtilmiştir.
Amerika ile alakalı benzer skorlar, demokrasi, hukuk devleti gibi diğer değerlerle ilgili olarak da verilmektedir. Kısaca Amerika’ya, dünyada, en demokratik, hukuk devletinin en üst düzeyde gerçekleştiği, en hür ülkeler arasında yer verilmektedir.
Konumuzla yakından alakalı olan “ifade hürriyeti” alanında da Amerika dünyada bir numara olarak gösterilmektedir.
Diğer Batılı ülkelere de, hürriyet, demokrasi, hukuk devleti ölçümlerinde sürekli Amerika ile birlikte aynı ligde yer verilmektedir.
Bazı kuruluşlar Amerika’yı, yaptıkları ölçümlerde tabiri caizse “süper lig”de göstererek, hürriyet, demokrasi, hukuk devleti vb. ilkelerin MABEDİ olarak görmektedir.
Peki, fiili uygulamalar da hakikaten böyle midir? Sorusu akla takılmaktadır.
Bu soruyu sormamın çok sayıda sebebi var. Ben sadece Temsilciler Meclisinde kabul edilip Senato’da oylamayı bekleyen Antisemitizm kanun taslağını ifade hürriyeti açısından tartacağız; bakalım, bu ülkenin bu kanunla hangi ligde yer alması gerekiyor, belirleyeceğiz.
Önce bu kanun önerisinin Kongre’ye sevk edilmesini tetikleyen hadiselere kısaca temas edeceğim. Bu hadiseler bilinmeksizin, bu kanun önerisini tartılması eksik olur.
İsrail’in Her Türlü İnsani Değerleri Yok Eden Katliamları
İsrail, 7 Ekim 2023 gününden bu yana Gazze ve civarını sürekli bombalıyor. Esasen bombalamalarda, kendisine silahlı olarak karşılık veren HAMAS’ın silahlı mensuplarını değil, tamamen korumasız, silahsız, masum yaşlıları, çocukları, kadınları hedef almaktadır.
Bu saldırılarda takriben 15.000’i çocuk, 10.000’i kadın olmak üzere 35.000’den fazla Filistinli hunharca katledildi, 80.000 civarında masum insan yaralandı. Burada geri kalan takriben 10.000’den fazla kişi her ne kadar erkek ise de, onların çok büyük ekseriyeti de sivil, savunmasız, silahsız, korumasız masum erkeklerdir.
ABD’nin eski başkan adaylarından Ralph Nader’e göre, katledilen Müslümanların sayısı 35.000 değil, 200.000’den de fazla. Hangi rakam doğru bilmiyoruz.
Masum ve korumasız insanlar güvenli olarak nitelenen nereye gidiyorlarsa, İsrail üzerlerine, hiçbir hedef gözetmeksizin bombalar yağdırıyor.
İsrail’in saldırılarından ibadethaneler, barınaklar, okullar ve hastaneler de nasiplendi. Hastaların, yaralıların, tedavi edilecekleri hastane, çocukların okuyacakları okul, insanların barınacakları evler ve ibadet edecekleri ibadethaneler kalmadı.
Kısaca, İsrail, Gazze’de yaşayan masum insanları namaz kılarken vurdu, evlerinde korku ve endişe içinde beklerken vurdu, hastanede vurdu, “bulunduğunuz yerleri boşaltın şuralara gidin” denildiğinde, oralara giderken vurdu, gittikleri yerde vurdu, kısaca, İsrail masum, mahzun, çaresiz Müslümanları, bir nevi açık cezaevine çevirdiği yurtlarının hemen her yerinde acımasızca vurdu. Masum ve korumasız insanların güvenle yaşayabilecekleri hiçbir coğrafi alan bırakmadı.
Uluslararası hukuka göre, burada belirtilen mekanların hiçbirisinin bombalanarak tahrip edilmemesi gerekiyor.
Müslümanlara yönelik yapılan acımasızca saldırılar, insanlığın katledilmesi, yok edilmesi, masum insanların yurtlarında yaşayamaz hale getirilmeleri manasına gelmektedir.
Bütün bunlara ilave olarak, İsrail, bu masum insanlara yönelik yapılmak istenen bütün insani yardımları da engelliyor. Şu anda 1.7 milyondan fazla insan açlıkla karşı karşıya.
BM Konut Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal, “30 yılı aşkın süredir göçe zorlanmak suretiyle yerinden edilmelerden etkilenen topluluklarla ilgili araştırmalarda ve onlarla etkileşimlerde bulundum. Daha önce hiç böyle şok edici vahşet görmemiştim” dedi.
Bu hunharca saldırılarda, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinde öngörülen SOYKIRIM SUÇLARININ TAMAMI işlenmiş durumdadır.
Nitekim Lahey Uluslararası Adalet Divanı (UAD) da, Güney Afrika tarafından İsrail hakkında (UAD) önüne getirilen dava ile alakalı “Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki fiillerin işlendiğine dair bir belirleme” yaptı. UAD, bu belirleme neticesinde, İsrail’in “Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki fiilleri işlediği, İsrail’in, bu fiillerin önlenmesini önlenmesi için tüm lüzumlu tedbirleri alması gerektiği” yönünde İhtiyati Tedbir karar verdi.
Özet olarak ifade etmek gerekirse, bütün Batılı müstemleke ülkelerin mutlak desteği altında, İsrail Gazze’de insanlık tarihinin en büyük katliamını, insanlık suçunu işliyor. Buna resmi uluslararası metinlere göre “soykırım suçu” dense de, işlenen cinayetler, katliamlar, “insanlığın katledilmesi”dir. Yani soykırımdan çok daha dehşetli katliamlar yaşanıyor.
ABD ve Diğer Müstemleke Güçlerin Soykırıma Yönelik Mutlak Destekleri
İsrail tarafından Gazze’de gerçekleştirilen soykırımdan çok daha dehşetli olan katliamlar, maalesef, çeşitli Uluslararası kuruluşlar tarafından insan hakları, hürriyet, demokrasi, hukuk devleti şampiyonu olarak ilan edilen başta Amerika olmak üzere diğer Batılı ülkeler tarafından da kayıtsız şartsız desteklenmektedir.
Yani bu müstemleke devletler, bir yandan “insan hakları, hürriyet, demokrasi, hukuk devleti diye naralar atarken, diğer yandan da bütün bu değerleri yok eden katliamlara, mutlak destek veriyorlar.
Müstemleke güçlerin bu tutumları, “cem-i zıddeyn” kelimesi ile ifade edilebilir.
“Cem-i zıddeyn”, bir şeyde, birbirine mutlak olarak zıd olan iki halin aynı anda mevcut olmasıdır.
“Cem-i zıddeyn”e şu misaller verilebilir:
“Bir kâğıdın yüzde yüzünün hem siyah hem de beyaz olması hali”; bir kişinin “hem peygamber hem kafir olması”; birisinin, “aynı anda hem melek, hem de şeytan olması” gibi.
Cem-i zıddeyn durumunun gerçekleşmesi fiilen imkânsızdır. Yani bir kişi aynı anda hem peygamber, hem de kafir, hem melek hem de şeytan olamaz.
Benzer şekilde, başta Amerika ve müttefiklerinin, hem sahici manada hürriyet, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları taraftarı olmaları, bunların korunması yönündeki inanç ve icraatlarla bütünleşmeleri, hem de İsrail’in soykırımdan daha dehşetli mahiyette olan katliamlarını desteklemeleri de, esasen bir cem-i zıddeyndir. Yani bir kişi ya da devletin, aynı anda hem insan haklarını sahici manada savunması, hem de soykırımdan daha dehşetli olan katliamları mutlak olarak desteklemesi mümkün değildir.
Şayet bir kişi ya da devlet, insan haklarını savunduğunu söylediği halde, aynı anda bir de soykırımdan daha dehşetli olan katliamları mutlak olarak destekliyorsa, insan haklarını savunduğu yönündeki söylemlerin kesinlikle hiçbir anlamı yoktur.
Burada, bir kişinin, ben insan haklarını sahici manada savunuyorum dedikten sonra, soykırımı desteklemesi, bir kişiyi katleden birisinin, ben masumum demesine ya da birisini haksız yere katleden bir kişinin işlediği katliamı desteklemesine benzer. Burada, insan hakları savunusu ile katliam yapma ya da katliamı destekleme tutarlı değildir.
Bu sebepledir ki, artık başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin, demokrasi, hürriyet, hukuk devleti gibi insani değerlerden bahsetmeleri, bu değerleri hayasızca, ahlaksızca, vicdansızca istismar etmeleri manasına gelmektedir.
Sureti İnsan, Sîreti Canavarlaşmış, Medeni Görünümlü Canavarlıklar
Bir İslam âlimi, Batı’nın bu cem-i zıddeyn teşkil eden bu iki yüzlü tutumunu şu veciz ifadelerle belirtmiştir:
Sûreti insan görünen şu medenîlerden çoğunun, eğer içi (sîreti) dışına çevrilse, kiminin maymun, kiminin tilki, kiminin yılan, kiminin ayı, kiminin hınzır sîretinde oldukları görülür.
İnsanın bir sûreti vardır. Sûret, kişinin dış görünüşü, görünenidir.
İnsanın bir de sîreti vardır. Sîret, kişinin, içyapısı, ruhî özellikleri, karakteri, huyu, iç âlemi manalarına gelir.
Bazı kişilerin sûreti ile sîreti uyumludur. Yani hem dış görünüşü insan, hem de sîreti insani değerlerle uyumludur. İçi-dışı bir olan insanlar böyledir. Hem adaleti savunan, adalete mutlak inanan, hem de kararları âdil olan, adaletle hükmeden insanlar bu gruba dâhildir. Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer vd. bu kapsama dâhildirler.
Bazıları, sûreti insandır, görünürde, sözde, insani değerleri savunur ama sîreti farklıdır. Bu kişiler, zahiren, görünürde çok insanidirler, insani değerleri savunurlar. Ama bunların sîretleri farklıdır, karakter, ruh, huy olarak, iç dünyalarında zulmetmeyi, menfaatleri için haksız da olsa başkalarının haklarını yok etmeyi, haksız yere katliamlar yapmayı bir hayat felsefesi olarak gerekli görürler. Bunlar, suretleri medeni, sîretleri canavarlaşmış kişiliklerdir.
İşte İsrail’in katliamlarını sınırsız, kayıtsız ve şartsız olarak destekleyenlerin sûretleri insan görünseler de, sîretlerinin canavarca haller olduğu söylenebilir.
Özet olarak belirtmek gerekirse; İsrail’in soykırımdan da dehşetli olan insanlık suçunu teşkil eden fiillerini mutlak olarak destekleyen Batılı müstemleke güçlerin, zahirde, görünürde (suret olarak) insan haklarını savunuyor görünmelerinin hiçbir ahlaki, vicdani değeri yoktur. Bu kişiliklerin ve ülkelerin sîretleri, yani sahici manada kişiliklerini ortaya koyan gerçeklik, canavarca politikalarla, uygulamalarla bütünleşmektir. Soykırımcılık, bunların sîretini ele vermektedir.
Asıl olan suret (verilen görüntü) değil, sîrettir. Müstemleke güçlerin sîretleri, insani değil, canavarcadır. Ama maalesef, bu güçler, canavarca olan sîretlerini, medenilik sûreti ile örtmeye çalışmaktadırlar. Anlayana…