Antisemitizm Farkındalık Kanunu Önerisiyle, Eğitim Bakanlığı’nın, Kolej ve üniversite kampüslerinde ayrımcılıkla mücadele kanunlarının uygulanması kapsamında Yahudi talebelere yönelik ayrımcılık iddialarını araştırırken, IHRA tarafından kullanılan antisemitizm tanımına dayanmasını zorunlu kılıyor. Bu kanunla, üniversite ve kolej kampüslerinde Yahudi talebelere yönelik ayrımcılık iddiaları araştırılırken “Eğitim Bakanlığı Sivil Haklar Dairesi’nin, uygulamanın antisemitik niyetle motive edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmesinin bir parçası olarak antisemitizm tanımını dikkate alması” emredilmektedir.
Bu kanun önerisinin uygulanması kapsamında, Eğitim Bakanlığına, federal malî yardım alan Üniversite ve kolejlerdeki programlarda veya faaliyetlerde, ırk, renk veya ulusal kökene dayalı ayrımcılık şikâyetlerini incelerken veya araştırırken, IHRA’nın antisemitizm tanımını dikkate alması gerekliliğine ilişkin yasal yetki sağlanmaktadır.
IHRA’nın tanımının bu kanuna konmasıyla, federal Eğitim Bakanlığı’na antisemitizm eylemlerine karşı müsamaha ile hareket ettiği düşünülen üniversite ve kolejlere yönelik finansman ve diğer mali kaynakları kısıtlama imkânı tanınmaktadır.
Bu kanundaki kapsamı çok geniş ve belirginlikten uzak olan bu tanım tatbik edilerek, üniversite ve kolejler, bu kanun önerisinde yer alan tanımın kapsadığı düşünülen fiiller sebebiyle talebelere yönelik kısıtlamaları yapmadıkları takdirde, federal fonların alıkonulması riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Bu bağlamda, söz konusu kolej veya üniversitelere verilmekte olan federal araştırma hibelerinin ve diğer hükümet desteklerinin kesilmesi ya da bunları alamamaları durumu ortaya çıkabilecektir.
Amerika’da İfade ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı ve Sınırlanması
Önce Amerika’da ifade hürriyeti ile alakalı Anayasa hükmüne ve Federal Yüksek Mahkeme içtihadına temas edeceğiz.
Amerika’da ifade hürriyeti ile alakalı hükümler Amerikan Anayasasının Ek Birinci Değişikliğinde yer almaktadır. Buna göre, “Kongre, …ifade hürriyetini, basın hürriyetini ya da halkın sükûnet içinde toplanma …hakkını kısıtlayan herhangi bir kanun yapmayacaktır”.
Burada, ifade ve gösteri yürüyüşünün sınırlanmasını öngören hüküm olmadığı gibi, bilakis, bu hak ve hürriyetlerin Kongre tarafından sınırlanması yasaklanmaktadır.
İfade hürriyetine yönelik özel sınırlama sebeplerinin mevcut olmaması bir yana mutlak sınırlama yasağının mevcut olması sebebiyle ABD’de doktrin ve uygulamada düşünceyi ifade hürriyetinin sınırlanması konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Anayasa’daki bu hüküm değişik yorumlara tabi tutulmuş ve sınırlama yasağına rağmen ifade hürriyetinin “nesnel sınırları”nın olduğu, hem doktrinde hem de uygulamada mahkeme kararları ile açıklanmıştır.
Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’e göre, ABD’de, Anayasal düzeyde düşünceyi ifade hürriyetinin mutlaklığına rağmen, bu hürriyet, “kamu düzeni”, “kamu barışının sağlanması” ve “özel hakların korunması” gibi sebeplerle sınırlamalara tabi tutulabilir.
Zechraiah Chafee’ye göre, “hukuken korunan ve korunmayan” düşünce açıklamaları ayırımı yapılmalı ve müstehcen, küfür, iftira, şeref ve haysiyet kırıcı ve saldırgan nitelikte birtakım düşünce açıklamaları vardır ki, bunlar hiçbir zaman düşünceyi ifade hürriyetinin hukukî korumasından faydalanamazlar. İfade hürriyeti kapsamında değerlendirilmeyen bu tür düşünce açıklamalarına, “hukuken korunmayan beyanlar” da denmektedir.
ABD Federal Yüksek Mahkemesine göre, düşünceyi ifade hürriyeti her zaman ve her durumda mutlak bir niteliğe sahip değildir. İyice tarif edilmiş ve kapsamı dar tutulmuş bazı düşünce açıklamaları vardır ki, bunların ifade edilmesinin önlenmesi ve cezalandırılması hiçbir anayasal sorun doğurmaz. Bunlar bayağı, müstehcen, küfür ve iftira içeren, şeref ve haysiyet kırıcı nitelikte olan ya da bu şekilde olmaya meyilli olan, hakaret içeren, mütecaviz olduğu tespit olunan, rüşvet içeren, suça tahrik, suça aslî ve fer’i iştirak kapsamında değerlendirilen sözler ve saldırılı toplanmalar, toplumsal barışı aniden bozmaya yatkındırlar.
Yüksek Mahkemeye göre, bu tür ifadeler “Anayasa dışı muhtevalı beyanlar”dır. Bu kapsama dâhil edilmesi gerekli beyanların “gayet belirli, sıkı sıkıya tarif edilmiş ve sahası dar tutulmuş bir ifade kategorisi” oluşturduğunu belirten Yüksek Mahkemeye göre, bu tür düşünce ifadelerinin, siyasî otoriteler tarafından sınırlanarak hukukî yaptırıma bağlanmasının herhangi bir anayasal problem oluşturması söz konusu değildir ve Ek Birinci Değişiklik bu tür beyanları tabiatları icabı koruma altına almaz. Anayasal korumadan yoksun bu tür beyanların bizzat kendileri, tabiatları (nesnel sınırlılık) icabı sınırlamayı haklı kılarak tehlike ve zararın kaynağını oluşturur. Bu tür düşünce beyanlarının cezalandırılıp cezalandırılmayacağının belirlenmesinde, ayrıca bir de sınırlamanın sınırını teşkil eden ölçütlerden biri olan “açık ve mevcut tehlike” ölçütünün mevcut olup olmadığının araştırılmasına da lüzum görülmemiştir.
Bazı ifadelerin cezalandırılması için ise açık ve mevcut tehlike kıstası işletilecektir.
İfade hürriyetine ilişkin sınırlamaların Ek Birinci Değişikliğe uygunluğu ile alakalı, Chafee’in görüşüne ve Yüksek Mahkemenin kararına göre, şu belirlemeler yapılabilir:
(1) Bayağı, müstehcen, küfür ve iftira içeren, şeref ve haysiyet kırıcı nitelikte ya da bu şekilde olmaya meyilli olan, hakaret içeren, mütecaviz olduğu tespit olunan, rüşvet içeren, suça tahrik, suça aslî ve fer’i iştirak kapsamında değerlendirilen sözler ve saldırılı toplanmalar, “hukuken korunmayan beyanlar” olarak değerlendirilir. Bunlar, Ek Birinci Değişikliğin koruması kapsamına dâhil değildir. Bu fiillerin varlığı halinde, “açık ve mevcut tehlike” ölçütünün gerçekleşip gerçekleşmediği şartı aranmaksızın, suç gerçekleşmiş olur.
(2) Birinci (1) durumda belirtilen haller dışında kalan düşünce açıklamaları ve gösteri yürüyüşlerinin suç teşkil edebilmesi için “açık ve mevcut tehlike” şartlarının tahakkuk etmesi gerekir. Şayet, “açık ve mevcut tehlike” yoksa düşünceyi ifade ve gösteri yürüyüşleri sınırlanamaz, yasaklanamaz.
(3) Birinci (1) ve ikinci (2) durumlarda belirtilen suçlarla alakalı hukuki düzenlemeler, “gayet belirli, sıkı sıkıya tarif edilmiş ve sahası dar tutulmuş bir ifade kategorisi” ortaya koyacak hükümler içermeli. Yani belirginlik ve kesinlikten uzak ifadelerle suç ihdas edilmesi, hem Ek Birinci Değişiklik, hem de Federal Yüksek Mahkeme içtihatları ile mutlak çelişir.
Bunlara, Batı’daki uygulamalarla uyumlu olarak, bir de “hukuk dışı şiddetin varlığının inkâr edilmesi” de eklenebilir. Bu suçun var olup olmaması, ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, Avrupa ve Amerika’da şiddetin varlığının inkâr edilmesi suç sayılmakta, kişilerin bu kapsama giren fiillerden dolayı cezalandırılması ifade hürriyeti ile uyumlu görülmektedir.
Buna, “holokost”un (Yahudi soykırımı) varlığının inkâr edilmesi misal olarak gösterilmektedir. Buna göre, şayet bir uygulama haksız bir şiddet eylemini teşkil ediyorsa ve bu şiddet eylemi bir soykırım suçu kapsamına dâhilse, hem şiddetin varlığından hem de bu şiddetin soykırım teşkil ettiğinden söz etmek ifade hürriyeti kapsamında korunur. Var olan şiddet ve soykırım fiillerinin varlığından söz edilmesinin yasaklanması, hem genel ifade hürriyeti, hem de Ek Birinci Değişiklikle esaslı bir şekilde çelişir.
Antisemitizm Farkındalık Kanunu Önerisinin ABD’de Anayasaya Uygunluğu
Antisemitizm Farkındalık Kanununda, antisemitizm suçunun belirlenmesi amacıyla referans yapılan IHRA’nın tanımı, muhtelif yönlerden hem genel ifade hürriyeti, hem de Ek Birinci Değişiklik ve Federal Yüksek Mahkeme içtihatları ile çelişmektedir. Şöyle ki;
(1) Ek Birinci Değişikliğe göre, asıl olan ifade ve gösteri hürriyetidir. Ancak istisnai hallerde, bu hürriyetler sınırlandırılabilir. Bu Kanun Önerisinde, antisemitizm kapsamında yasaklanan suç fiilleri, hukukî korumadan yoksun beyanlar kapsamına girmemektedir. Bu sebeple, bu suçun gerçekleşmesi için, açık ve mevcut tehlike şartının gerçekleşmesi gerekir. Oysa Antisemitizm Farkındalık Kanununda referans yapılan IHRA tanımında, Yahudilere yönelik nefret olarak ifade edilebilecek “belirli bir Yahudi algısı”ndan söz ediliyor. “Açık ve mevcut tehlike” ölçütünün aranmadığı, “hukuki korumadan yoksun beyanlar” kapsamına girmeyen böyle bir suç belirlemesi, Anayasanın Ek Birinci Değişikliği ile uyumlu değildir.
(2) Federal Yüksek Mahkeme içtihatlarına göre, ifade hürriyetini sınırlandıran bir suç fiilinin “gayet belirli, sıkı sıkıya tarif edilmiş ve sahası dar tutulmuş bir ifade” olması gerekir. IHRA’nın tanımında, antisemitizm, “Yahudilere yönelik nefret olarak ifade edilebilecek ‘belirli bir Yahudi algısı’” şeklinde tanımlanıyor.
“IHRA’nın belirsiz tanımı kapsamına giren suçlarla alakalı etkili kısıtlamalar, tanım gereği, Ek Birinci Değişiklikte yer alan anayasal kısıtlamalar kapsamına dâhil bulunmaktadır.
Çoğu kişilere göre, “kanunî anlamda, bireylerin haklarının kısıtlanmasına sebep olan, IHRA’nın tanımı, açıkça muhtevasının belirsizliği sebebiyle anayasaya aykırıdır. Bu Kanun Önerisiyle, Eğitim Bakanlığı’na, “belirli bir algı” şeklinde ifade edilen içeriği tamamen belirsiz olan IHRA tanımını “dikkate alması” talimatı veriliyor.
Antisemitizm muhtevasına dâhil fiillerin neler olduğu, bu kavramın muhtevasının sınırlarının nerede başlayıp bittiği belli değildir. Uygulamada bu suçun oluşup oluşmadığı, Yahudi lobilerinin fazlasıyla etkin oldukları bir zeminde belirlenecektir. Bu belirsizlik ortamında, hangi fiilin antisemitizm kapsamına girdiğini belirlemek mümkün değildir. Ayrıca, çeşitli etken unsurlara bağlı olarak, bu suçun kapsamına giren fiiller çok genişleyebilir.
(3) Bir ya da birden fazla fiilin hukuka aykırı şiddeti içerdiği, hatta soykırım kapsamına dâhil edilecek düzeyde gayrı insani şiddetin varlığının söz konusu olduğu durumlarda, şiddet ya da soykırımın var olduğunu söylemeyi suç haline getirmek, ifade hürriyetinin yok edilmesidir.
Bu bağlamda, holokost ile Gazze’de yaşananlar için farklı uygulamaların olması sorunludur. Bir diğer ifadeyle ifade hürriyeti gereği “Holokostta yaşananlar soykırımdır, holokostu inkâr etmek, bir şiddetin varlığını inkâr etmek manasına geldiği için ifade hürriyeti kapsamına girmez” deyip, IHRA’nın tanımı kapsamında, “İsrail’in Gazze’de yaptıkları için soykırım yoktur demek bir hukuki gereklilik, bu fiiller için soykırım demek suçtur” şeklindeki uygulama, yüzde yüz çelişen bir durumdur. Bu uygulama, hukuki tutarlılıkla çelişmektedir.
İfade Hürriyeti Yerine Engizisyon Uygulamalarının Hortlatılması Çabası
ABD’de siyasi güç sahiplerini, bu kanun önerisini Kongre’nin gündemine getirmeye sevk eden temel etken; işgalci İsrail’in, Gazze’de hunharca gerçekleştirdiği soykırım ve insanlığa karşı suçları protesto etmek ve derhal ateşkes yapılmasını sağlamak amacına yönelen, çoğu üniversite kampüslerinde talebelerin ve bazı öğretim üyelerinin, tamamen barışçıl yöntemlerle toplantı ve gösteri haklarını ve ifade hürriyetini kullanarak yaptıkları eylemlerin ülke çapında çığ gibi büyümesinden duydukları çok derin rahatsızlıklardır.
Antisemitizm, Yahudilerin, 20. yüzyılın ortalarında Hitler ve askerleri tarafından holokosta maruz bırakılmalarının etkisiyle, tamamen farklı ve tehlikeli bir mecraya girdirildi. Bu kavram yoluyla, Yahudilerin, takriben yüz senelik süreçte, her zaman ve her şartta mağdur oldukları ve Filistin’de ve bir başka bölgede, ne kadar haksız işgal, zulüm, katliam ve soykırımdan da beter canice eylemler yaparlarsa yapsınlar, daima “haklı oldukları algısı” oluşturuldu. Bu algı neticesinde, Yahudilerin soykırım boyutunda da olsa, işledikleri her türlü suçlara karşı söylenen sözler, Yahudi karşıtı ırkçılık olarak yaftalandı. Bu kanunla, Yahudiler lehine haksız bir şekilde oluşturulan algının, hukuki korumaya alınması amaçlanmaktadır.
Bu Kanun önerisinin, IHRA’nın tanımına dayalı uygulamasının iki veçhesi mevcuttur.
Birincisi, Üniversitelere ve kolejlere yönelik uygulamalardır. ABD’de üniversitelerin çok büyük ekseriyeti, özel üniversite statüsündedir. Bu üniversitelerin ana kalem olarak üç tür mali kaynakları vardır. (1) Talebelerden alınan ücretler. (2) Devlet tarafından üniversitelere sağlanan finansman desteği. (3) Çeşitli işadamları ve kuruluşların sağladıkları yardım fonları.
Bu finansman kaynaklarından bir ya da birkaçının kesilmesi, üniversitelerin faaliyetlerini ciddi manada aksatabilecektir.
Bu kanunun uygulanmasında Üniversitelere yönelik iki türlü kıskaç söz konusudur.
İlki, antisemitizmle alakalı IHRA tanımının ihlal edildiği yönünde bir belirleme yapılması halinde, üniversitelere önemli ölçüde finansal destekler sağlayan Siyonist ya da onların güdümündeki zengin iş adamları ve şirketlerle, Yahudi lobisi, bu destekleri kesme tehditleriyle üniversite yönetimlerine yoğun baskılar yapıyorlar.
Diğeri, antisemitizmle alakalı IHRA tanımının ihlal edildiği yönünde bir belirleme halinde, Eğitim Bakanlığının, Üniversitelere sağlanan finansman desteğini kesecek olması.
Bu iki kaynaktan birlikte mahrum kalan bir üniversitenin sadece öğrencilerden alınan ücretlerle faaliyetlerini sürdürmeleri pek mümkün görünmüyor.
Gerek Eğitim Bakanlığından, gerekse Siyonist eğilimli işadamları ve kuruluşlardan gelen baskılamalar neticesinde, Filistin lehindeki gösterilere katılan öğrencilere okullardan kayıt silmeye kadar varan disiplin yaptırımları uygulatılıyor. Mezun olanlara mezuniyet belgeleri verdirilmiyor. Bu kanunla, antisemitizm kapsamına dâhil edilen faaliyetlere katılan yabancı öğrencilerin sınır dışı edilmeleri de amaçlanmaktadır.
Üniversite yönetimleri, bilim ve ifade hürriyetinin namusunun korunması ya da Eğitim Bakanlığı ve Siyonist kesimler temelli baskılara boyun eğerek bilim ve ifade hürriyetinin katledilmesine aracılık etme seçeneklerinden birini tercih etme ile karşı karşıya kalmaktadır.
İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlar, kişisel soyut iddialar değildir; bizzat UAD tarafından, bu katliamların bir soykırım olduğu açıklanmıştı. Bu resmi belirlemeye rağmen, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım için, “soykırım” demek suç haline getiriliyor.
Antisemitizmle alakalı kanunun yürürlüğe girmesi halinde, antisemitizm tanımı yoluyla, İsrail aleyhinde, cebir ve şiddet içerikli olmasa ve açık ve mevcut tehlike teşkil etmese de, her türlü eleştiri, kınama ve itirazlarla, Filistin lehindeki her türlü beyan ve gösterilerin, yaptırıma maruz kalması muhtemel hale gelmektedir. Hatta IHRA’nın tanımıyla, İsrail ile ilgili neredeyse her türlü kötü düşünmenin yasaklanmak istendiği söylenebilir.
Bu kanunun kabul edilmesi halinde artık, İsrail, yüz bin bebeği, bir milyon savunmasız kadını, yaşlı insanları, hastaları öldürse de, bu devlete yönelik, en ufak bir eleştiri ve itiraz dahi, antisemitizm kapsamında değerlendirilerek cezai yaptırımlara tabi tutulabilecektir.
Bu kanunun kabul edilmesi halinde, Engizisyon karanlığını andırır şekilde Amerika’da üniversitelerin kampüslerinde artık İsrail’i protesto etmek yasaklanmış olmaktadır. Adını çok net bir şekilde koymak gerekirse, Amerika’da tekrardan Orta çağ karanlığına doğru hızla yol alınıyor. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında katliamları meşru gören vahşi reisleri, Amerika’yı İsrail’e verdiği destekten dolayı yalnız bırakmıyorlar.
Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşi canavar bir çete reisinin bile bir usûlü var, bir düstur ile hükmederler. İsrail’in böyle bir usul ve düsturu mevcut olmadığı gibi; tamamen korsanca fiillerde bulunuyor.
Bu düzenlemeyle, İsrail, mutlak bir dokunulmazlık zırhına büründürülmüş olmaktadır. Bu tarz bir yaklaşım, ABD’nin üzerine kurulu olduğu iddia edilen, “hukukun üstünlüğü (rule of law)” ve “ifade hürriyeti (freedom of speech)” ilkelerine karşı adeta yıkıcı mahiyette bir meydan okuma ve hatta onları yok sayma anlamına gelmektedir. Bir diğer ifadeyle, bu kanunun uygulanması neticesinde, ABD’de anayasa ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, açıkça Siyonist Yahudi lobisi ile soykırımcı İsrail’in üstünlüğüne feda edilmiş olacaktır.
Özetle, bu yeni antisemitizm düzenlemesi karşısında ABD mahkemeleri, hukukun üstünlüğü ile Siyonist İsrail’in üstünlüğü arasında bir tercih yapmak zorunda kalacaklardır.
Bu kanunla, bütün Batılı güçlerin desteklediği İsrail’in, sadece İsrail’den ibaret olmadığı görülmektedir.
IHRA kanunundaki tanımla çelişme pahasına ifade etmek gerekirse, İsrail başta Amerika olmak üzere bütün Batılı güçler tarafından mutlak destekleniyor, korunuyor, İsrail de, her cinayetini, bu destekle icra ediyor, Amerika da diyet olarak bu kanunu çıkarıyor. İfade hürriyeti ve Ek Birinci Değişiklik bu kanuna feda ediliyor.
Bu kanunun çıkması halinde, Federal Yüksek Mahkemenin bu kanunu Anayasaya aykırı bulacağı konusunda da çok emin değilim. Çünkü her ne kadar Federal Yüksek Mahkeme ve diğer yargı mercileri “zor olmayan” konularla alakalı kanunlar konusunda çok demokrat ve hürriyetçi ise de, antisemitizm konusunda aynı tavrı sergilemeyebilirler. Gerek McChartizm dönemi gerekse 1930’lu yıllarda çıkarılan New Deal kanunları hakkında Federal Yüksek mahkemenin konjonktürel baskılardan ağır bir şekilde etkilenmesi, bu tereddüdümü destekleyici mahiyettedir.
İSRAİL’İN GAZZE SOYKIRIMI VE HÜR ABD’DE ANTİSEMİTİZM KANUNU (5)
Adnan KÜÇÜK
Antisemitizm Farkındalık Kanunu Önerisinde Yer Alan Hükümler
Antisemitizm Farkındalık Kanunu Önerisiyle, Eğitim Bakanlığı’nın, Kolej ve üniversite kampüslerinde ayrımcılıkla mücadele kanunlarının uygulanması kapsamında Yahudi talebelere yönelik ayrımcılık iddialarını araştırırken, IHRA tarafından kullanılan antisemitizm tanımına dayanmasını zorunlu kılıyor. Bu kanunla, üniversite ve kolej kampüslerinde Yahudi talebelere yönelik ayrımcılık iddiaları araştırılırken “Eğitim Bakanlığı Sivil Haklar Dairesi’nin, uygulamanın antisemitik niyetle motive edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmesinin bir parçası olarak antisemitizm tanımını dikkate alması” emredilmektedir.
Bu kanun önerisinin uygulanması kapsamında, Eğitim Bakanlığına, federal malî yardım alan Üniversite ve kolejlerdeki programlarda veya faaliyetlerde, ırk, renk veya ulusal kökene dayalı ayrımcılık şikâyetlerini incelerken veya araştırırken, IHRA’nın antisemitizm tanımını dikkate alması gerekliliğine ilişkin yasal yetki sağlanmaktadır.
IHRA’nın tanımının bu kanuna konmasıyla, federal Eğitim Bakanlığı’na antisemitizm eylemlerine karşı müsamaha ile hareket ettiği düşünülen üniversite ve kolejlere yönelik finansman ve diğer mali kaynakları kısıtlama imkânı tanınmaktadır.
Bu kanundaki kapsamı çok geniş ve belirginlikten uzak olan bu tanım tatbik edilerek, üniversite ve kolejler, bu kanun önerisinde yer alan tanımın kapsadığı düşünülen fiiller sebebiyle talebelere yönelik kısıtlamaları yapmadıkları takdirde, federal fonların alıkonulması riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Bu bağlamda, söz konusu kolej veya üniversitelere verilmekte olan federal araştırma hibelerinin ve diğer hükümet desteklerinin kesilmesi ya da bunları alamamaları durumu ortaya çıkabilecektir.
Amerika’da İfade ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı ve Sınırlanması
Önce Amerika’da ifade hürriyeti ile alakalı Anayasa hükmüne ve Federal Yüksek Mahkeme içtihadına temas edeceğiz.
Amerika’da ifade hürriyeti ile alakalı hükümler Amerikan Anayasasının Ek Birinci Değişikliğinde yer almaktadır. Buna göre, “Kongre, …ifade hürriyetini, basın hürriyetini ya da halkın sükûnet içinde toplanma …hakkını kısıtlayan herhangi bir kanun yapmayacaktır”.
Burada, ifade ve gösteri yürüyüşünün sınırlanmasını öngören hüküm olmadığı gibi, bilakis, bu hak ve hürriyetlerin Kongre tarafından sınırlanması yasaklanmaktadır.
İfade hürriyetine yönelik özel sınırlama sebeplerinin mevcut olmaması bir yana mutlak sınırlama yasağının mevcut olması sebebiyle ABD’de doktrin ve uygulamada düşünceyi ifade hürriyetinin sınırlanması konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Anayasa’daki bu hüküm değişik yorumlara tabi tutulmuş ve sınırlama yasağına rağmen ifade hürriyetinin “nesnel sınırları”nın olduğu, hem doktrinde hem de uygulamada mahkeme kararları ile açıklanmıştır.
Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’e göre, ABD’de, Anayasal düzeyde düşünceyi ifade hürriyetinin mutlaklığına rağmen, bu hürriyet, “kamu düzeni”, “kamu barışının sağlanması” ve “özel hakların korunması” gibi sebeplerle sınırlamalara tabi tutulabilir.
Zechraiah Chafee’ye göre, “hukuken korunan ve korunmayan” düşünce açıklamaları ayırımı yapılmalı ve müstehcen, küfür, iftira, şeref ve haysiyet kırıcı ve saldırgan nitelikte birtakım düşünce açıklamaları vardır ki, bunlar hiçbir zaman düşünceyi ifade hürriyetinin hukukî korumasından faydalanamazlar. İfade hürriyeti kapsamında değerlendirilmeyen bu tür düşünce açıklamalarına, “hukuken korunmayan beyanlar” da denmektedir.
ABD Federal Yüksek Mahkemesine göre, düşünceyi ifade hürriyeti her zaman ve her durumda mutlak bir niteliğe sahip değildir. İyice tarif edilmiş ve kapsamı dar tutulmuş bazı düşünce açıklamaları vardır ki, bunların ifade edilmesinin önlenmesi ve cezalandırılması hiçbir anayasal sorun doğurmaz. Bunlar bayağı, müstehcen, küfür ve iftira içeren, şeref ve haysiyet kırıcı nitelikte olan ya da bu şekilde olmaya meyilli olan, hakaret içeren, mütecaviz olduğu tespit olunan, rüşvet içeren, suça tahrik, suça aslî ve fer’i iştirak kapsamında değerlendirilen sözler ve saldırılı toplanmalar, toplumsal barışı aniden bozmaya yatkındırlar.
Yüksek Mahkemeye göre, bu tür ifadeler “Anayasa dışı muhtevalı beyanlar”dır. Bu kapsama dâhil edilmesi gerekli beyanların “gayet belirli, sıkı sıkıya tarif edilmiş ve sahası dar tutulmuş bir ifade kategorisi” oluşturduğunu belirten Yüksek Mahkemeye göre, bu tür düşünce ifadelerinin, siyasî otoriteler tarafından sınırlanarak hukukî yaptırıma bağlanmasının herhangi bir anayasal problem oluşturması söz konusu değildir ve Ek Birinci Değişiklik bu tür beyanları tabiatları icabı koruma altına almaz. Anayasal korumadan yoksun bu tür beyanların bizzat kendileri, tabiatları (nesnel sınırlılık) icabı sınırlamayı haklı kılarak tehlike ve zararın kaynağını oluşturur. Bu tür düşünce beyanlarının cezalandırılıp cezalandırılmayacağının belirlenmesinde, ayrıca bir de sınırlamanın sınırını teşkil eden ölçütlerden biri olan “açık ve mevcut tehlike” ölçütünün mevcut olup olmadığının araştırılmasına da lüzum görülmemiştir.
Bazı ifadelerin cezalandırılması için ise açık ve mevcut tehlike kıstası işletilecektir.
İfade hürriyetine ilişkin sınırlamaların Ek Birinci Değişikliğe uygunluğu ile alakalı, Chafee’in görüşüne ve Yüksek Mahkemenin kararına göre, şu belirlemeler yapılabilir:
(1) Bayağı, müstehcen, küfür ve iftira içeren, şeref ve haysiyet kırıcı nitelikte ya da bu şekilde olmaya meyilli olan, hakaret içeren, mütecaviz olduğu tespit olunan, rüşvet içeren, suça tahrik, suça aslî ve fer’i iştirak kapsamında değerlendirilen sözler ve saldırılı toplanmalar, “hukuken korunmayan beyanlar” olarak değerlendirilir. Bunlar, Ek Birinci Değişikliğin koruması kapsamına dâhil değildir. Bu fiillerin varlığı halinde, “açık ve mevcut tehlike” ölçütünün gerçekleşip gerçekleşmediği şartı aranmaksızın, suç gerçekleşmiş olur.
(2) Birinci (1) durumda belirtilen haller dışında kalan düşünce açıklamaları ve gösteri yürüyüşlerinin suç teşkil edebilmesi için “açık ve mevcut tehlike” şartlarının tahakkuk etmesi gerekir. Şayet, “açık ve mevcut tehlike” yoksa düşünceyi ifade ve gösteri yürüyüşleri sınırlanamaz, yasaklanamaz.
(3) Birinci (1) ve ikinci (2) durumlarda belirtilen suçlarla alakalı hukuki düzenlemeler, “gayet belirli, sıkı sıkıya tarif edilmiş ve sahası dar tutulmuş bir ifade kategorisi” ortaya koyacak hükümler içermeli. Yani belirginlik ve kesinlikten uzak ifadelerle suç ihdas edilmesi, hem Ek Birinci Değişiklik, hem de Federal Yüksek Mahkeme içtihatları ile mutlak çelişir.
Bunlara, Batı’daki uygulamalarla uyumlu olarak, bir de “hukuk dışı şiddetin varlığının inkâr edilmesi” de eklenebilir. Bu suçun var olup olmaması, ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, Avrupa ve Amerika’da şiddetin varlığının inkâr edilmesi suç sayılmakta, kişilerin bu kapsama giren fiillerden dolayı cezalandırılması ifade hürriyeti ile uyumlu görülmektedir.
Buna, “holokost”un (Yahudi soykırımı) varlığının inkâr edilmesi misal olarak gösterilmektedir. Buna göre, şayet bir uygulama haksız bir şiddet eylemini teşkil ediyorsa ve bu şiddet eylemi bir soykırım suçu kapsamına dâhilse, hem şiddetin varlığından hem de bu şiddetin soykırım teşkil ettiğinden söz etmek ifade hürriyeti kapsamında korunur. Var olan şiddet ve soykırım fiillerinin varlığından söz edilmesinin yasaklanması, hem genel ifade hürriyeti, hem de Ek Birinci Değişiklikle esaslı bir şekilde çelişir.
Antisemitizm Farkındalık Kanunu Önerisinin ABD’de Anayasaya Uygunluğu
Antisemitizm Farkındalık Kanununda, antisemitizm suçunun belirlenmesi amacıyla referans yapılan IHRA’nın tanımı, muhtelif yönlerden hem genel ifade hürriyeti, hem de Ek Birinci Değişiklik ve Federal Yüksek Mahkeme içtihatları ile çelişmektedir. Şöyle ki;
(1) Ek Birinci Değişikliğe göre, asıl olan ifade ve gösteri hürriyetidir. Ancak istisnai hallerde, bu hürriyetler sınırlandırılabilir. Bu Kanun Önerisinde, antisemitizm kapsamında yasaklanan suç fiilleri, hukukî korumadan yoksun beyanlar kapsamına girmemektedir. Bu sebeple, bu suçun gerçekleşmesi için, açık ve mevcut tehlike şartının gerçekleşmesi gerekir. Oysa Antisemitizm Farkındalık Kanununda referans yapılan IHRA tanımında, Yahudilere yönelik nefret olarak ifade edilebilecek “belirli bir Yahudi algısı”ndan söz ediliyor. “Açık ve mevcut tehlike” ölçütünün aranmadığı, “hukuki korumadan yoksun beyanlar” kapsamına girmeyen böyle bir suç belirlemesi, Anayasanın Ek Birinci Değişikliği ile uyumlu değildir.
(2) Federal Yüksek Mahkeme içtihatlarına göre, ifade hürriyetini sınırlandıran bir suç fiilinin “gayet belirli, sıkı sıkıya tarif edilmiş ve sahası dar tutulmuş bir ifade” olması gerekir. IHRA’nın tanımında, antisemitizm, “Yahudilere yönelik nefret olarak ifade edilebilecek ‘belirli bir Yahudi algısı’” şeklinde tanımlanıyor.
“IHRA’nın belirsiz tanımı kapsamına giren suçlarla alakalı etkili kısıtlamalar, tanım gereği, Ek Birinci Değişiklikte yer alan anayasal kısıtlamalar kapsamına dâhil bulunmaktadır.
Çoğu kişilere göre, “kanunî anlamda, bireylerin haklarının kısıtlanmasına sebep olan, IHRA’nın tanımı, açıkça muhtevasının belirsizliği sebebiyle anayasaya aykırıdır. Bu Kanun Önerisiyle, Eğitim Bakanlığı’na, “belirli bir algı” şeklinde ifade edilen içeriği tamamen belirsiz olan IHRA tanımını “dikkate alması” talimatı veriliyor.
Antisemitizm muhtevasına dâhil fiillerin neler olduğu, bu kavramın muhtevasının sınırlarının nerede başlayıp bittiği belli değildir. Uygulamada bu suçun oluşup oluşmadığı, Yahudi lobilerinin fazlasıyla etkin oldukları bir zeminde belirlenecektir. Bu belirsizlik ortamında, hangi fiilin antisemitizm kapsamına girdiğini belirlemek mümkün değildir. Ayrıca, çeşitli etken unsurlara bağlı olarak, bu suçun kapsamına giren fiiller çok genişleyebilir.
(3) Bir ya da birden fazla fiilin hukuka aykırı şiddeti içerdiği, hatta soykırım kapsamına dâhil edilecek düzeyde gayrı insani şiddetin varlığının söz konusu olduğu durumlarda, şiddet ya da soykırımın var olduğunu söylemeyi suç haline getirmek, ifade hürriyetinin yok edilmesidir.
Bu bağlamda, holokost ile Gazze’de yaşananlar için farklı uygulamaların olması sorunludur. Bir diğer ifadeyle ifade hürriyeti gereği “Holokostta yaşananlar soykırımdır, holokostu inkâr etmek, bir şiddetin varlığını inkâr etmek manasına geldiği için ifade hürriyeti kapsamına girmez” deyip, IHRA’nın tanımı kapsamında, “İsrail’in Gazze’de yaptıkları için soykırım yoktur demek bir hukuki gereklilik, bu fiiller için soykırım demek suçtur” şeklindeki uygulama, yüzde yüz çelişen bir durumdur. Bu uygulama, hukuki tutarlılıkla çelişmektedir.
İfade Hürriyeti Yerine Engizisyon Uygulamalarının Hortlatılması Çabası
ABD’de siyasi güç sahiplerini, bu kanun önerisini Kongre’nin gündemine getirmeye sevk eden temel etken; işgalci İsrail’in, Gazze’de hunharca gerçekleştirdiği soykırım ve insanlığa karşı suçları protesto etmek ve derhal ateşkes yapılmasını sağlamak amacına yönelen, çoğu üniversite kampüslerinde talebelerin ve bazı öğretim üyelerinin, tamamen barışçıl yöntemlerle toplantı ve gösteri haklarını ve ifade hürriyetini kullanarak yaptıkları eylemlerin ülke çapında çığ gibi büyümesinden duydukları çok derin rahatsızlıklardır.
Antisemitizm, Yahudilerin, 20. yüzyılın ortalarında Hitler ve askerleri tarafından holokosta maruz bırakılmalarının etkisiyle, tamamen farklı ve tehlikeli bir mecraya girdirildi. Bu kavram yoluyla, Yahudilerin, takriben yüz senelik süreçte, her zaman ve her şartta mağdur oldukları ve Filistin’de ve bir başka bölgede, ne kadar haksız işgal, zulüm, katliam ve soykırımdan da beter canice eylemler yaparlarsa yapsınlar, daima “haklı oldukları algısı” oluşturuldu. Bu algı neticesinde, Yahudilerin soykırım boyutunda da olsa, işledikleri her türlü suçlara karşı söylenen sözler, Yahudi karşıtı ırkçılık olarak yaftalandı. Bu kanunla, Yahudiler lehine haksız bir şekilde oluşturulan algının, hukuki korumaya alınması amaçlanmaktadır.
Bu Kanun önerisinin, IHRA’nın tanımına dayalı uygulamasının iki veçhesi mevcuttur.
Birincisi, Üniversitelere ve kolejlere yönelik uygulamalardır. ABD’de üniversitelerin çok büyük ekseriyeti, özel üniversite statüsündedir. Bu üniversitelerin ana kalem olarak üç tür mali kaynakları vardır. (1) Talebelerden alınan ücretler. (2) Devlet tarafından üniversitelere sağlanan finansman desteği. (3) Çeşitli işadamları ve kuruluşların sağladıkları yardım fonları.
Bu finansman kaynaklarından bir ya da birkaçının kesilmesi, üniversitelerin faaliyetlerini ciddi manada aksatabilecektir.
Bu kanunun uygulanmasında Üniversitelere yönelik iki türlü kıskaç söz konusudur.
İlki, antisemitizmle alakalı IHRA tanımının ihlal edildiği yönünde bir belirleme yapılması halinde, üniversitelere önemli ölçüde finansal destekler sağlayan Siyonist ya da onların güdümündeki zengin iş adamları ve şirketlerle, Yahudi lobisi, bu destekleri kesme tehditleriyle üniversite yönetimlerine yoğun baskılar yapıyorlar.
Diğeri, antisemitizmle alakalı IHRA tanımının ihlal edildiği yönünde bir belirleme halinde, Eğitim Bakanlığının, Üniversitelere sağlanan finansman desteğini kesecek olması.
Bu iki kaynaktan birlikte mahrum kalan bir üniversitenin sadece öğrencilerden alınan ücretlerle faaliyetlerini sürdürmeleri pek mümkün görünmüyor.
Gerek Eğitim Bakanlığından, gerekse Siyonist eğilimli işadamları ve kuruluşlardan gelen baskılamalar neticesinde, Filistin lehindeki gösterilere katılan öğrencilere okullardan kayıt silmeye kadar varan disiplin yaptırımları uygulatılıyor. Mezun olanlara mezuniyet belgeleri verdirilmiyor. Bu kanunla, antisemitizm kapsamına dâhil edilen faaliyetlere katılan yabancı öğrencilerin sınır dışı edilmeleri de amaçlanmaktadır.
Üniversite yönetimleri, bilim ve ifade hürriyetinin namusunun korunması ya da Eğitim Bakanlığı ve Siyonist kesimler temelli baskılara boyun eğerek bilim ve ifade hürriyetinin katledilmesine aracılık etme seçeneklerinden birini tercih etme ile karşı karşıya kalmaktadır.
İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlar, kişisel soyut iddialar değildir; bizzat UAD tarafından, bu katliamların bir soykırım olduğu açıklanmıştı. Bu resmi belirlemeye rağmen, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım için, “soykırım” demek suç haline getiriliyor.
Antisemitizmle alakalı kanunun yürürlüğe girmesi halinde, antisemitizm tanımı yoluyla, İsrail aleyhinde, cebir ve şiddet içerikli olmasa ve açık ve mevcut tehlike teşkil etmese de, her türlü eleştiri, kınama ve itirazlarla, Filistin lehindeki her türlü beyan ve gösterilerin, yaptırıma maruz kalması muhtemel hale gelmektedir. Hatta IHRA’nın tanımıyla, İsrail ile ilgili neredeyse her türlü kötü düşünmenin yasaklanmak istendiği söylenebilir.
Bu kanunun kabul edilmesi halinde artık, İsrail, yüz bin bebeği, bir milyon savunmasız kadını, yaşlı insanları, hastaları öldürse de, bu devlete yönelik, en ufak bir eleştiri ve itiraz dahi, antisemitizm kapsamında değerlendirilerek cezai yaptırımlara tabi tutulabilecektir.
Bu kanunun kabul edilmesi halinde, Engizisyon karanlığını andırır şekilde Amerika’da üniversitelerin kampüslerinde artık İsrail’i protesto etmek yasaklanmış olmaktadır. Adını çok net bir şekilde koymak gerekirse, Amerika’da tekrardan Orta çağ karanlığına doğru hızla yol alınıyor. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında katliamları meşru gören vahşi reisleri, Amerika’yı İsrail’e verdiği destekten dolayı yalnız bırakmıyorlar.
Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşi canavar bir çete reisinin bile bir usûlü var, bir düstur ile hükmederler. İsrail’in böyle bir usul ve düsturu mevcut olmadığı gibi; tamamen korsanca fiillerde bulunuyor.
Bu düzenlemeyle, İsrail, mutlak bir dokunulmazlık zırhına büründürülmüş olmaktadır. Bu tarz bir yaklaşım, ABD’nin üzerine kurulu olduğu iddia edilen, “hukukun üstünlüğü (rule of law)” ve “ifade hürriyeti (freedom of speech)” ilkelerine karşı adeta yıkıcı mahiyette bir meydan okuma ve hatta onları yok sayma anlamına gelmektedir. Bir diğer ifadeyle, bu kanunun uygulanması neticesinde, ABD’de anayasa ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, açıkça Siyonist Yahudi lobisi ile soykırımcı İsrail’in üstünlüğüne feda edilmiş olacaktır.
Özetle, bu yeni antisemitizm düzenlemesi karşısında ABD mahkemeleri, hukukun üstünlüğü ile Siyonist İsrail’in üstünlüğü arasında bir tercih yapmak zorunda kalacaklardır.
Bu kanunla, bütün Batılı güçlerin desteklediği İsrail’in, sadece İsrail’den ibaret olmadığı görülmektedir.
IHRA kanunundaki tanımla çelişme pahasına ifade etmek gerekirse, İsrail başta Amerika olmak üzere bütün Batılı güçler tarafından mutlak destekleniyor, korunuyor, İsrail de, her cinayetini, bu destekle icra ediyor, Amerika da diyet olarak bu kanunu çıkarıyor. İfade hürriyeti ve Ek Birinci Değişiklik bu kanuna feda ediliyor.
Bu kanunun çıkması halinde, Federal Yüksek Mahkemenin bu kanunu Anayasaya aykırı bulacağı konusunda da çok emin değilim. Çünkü her ne kadar Federal Yüksek Mahkeme ve diğer yargı mercileri “zor olmayan” konularla alakalı kanunlar konusunda çok demokrat ve hürriyetçi ise de, antisemitizm konusunda aynı tavrı sergilemeyebilirler. Gerek McChartizm dönemi gerekse 1930’lu yıllarda çıkarılan New Deal kanunları hakkında Federal Yüksek mahkemenin konjonktürel baskılardan ağır bir şekilde etkilenmesi, bu tereddüdümü destekleyici mahiyettedir.