İki Aylıkken Kör Etmişler, Yetmemiş; Öz Annesi Diri Diri Toprağa Gömmüş
Fatih’i Çok Severdi, İstanbul’un Fethedildiği Gün Vefat Etti
Ankara’nın manevî mimarı, Bayramiyye tarikatının kurucusu, Anadolu’nun ulu erenlerinden Hacı Bayrâm-ı Velî’nin adını taşıyan camii ve bitişindeki türbesi, haftada en az bir kez uğramasam hayatımda bir büyük boşluk doğacağına inandığım mekândır. Hacı Bayrâm-ı Velî’yi tanımama vesile olan kişi, bariton sesiyle binlerce kişinin gönül telini titreten Hâfız Kâni Karaca’dır.
Kâni Karaca’dan, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin “N’oldu bu gönlüm” adlı şiirinden bestelenmiş Uşşak makamındaki ilahiyi bin kez dinlemişliğim vardır. Kâni Karaca, ne okumuşsa onu en güzel seslendiren sanatçı olmuştur. Benim için öncelik:
“N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm /
Derd-ü gam ile doldu bu gönlüm /
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm /
Yanmada derman buldu bu gönlüm. /
Bayram’ım imdi, Bayram’ım imdi /
Bayram edersin yâr ile şimdi /
Hamd-ü senalar hamd-ü senalar /
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm.”
şiiridir.
Üniversite yıllarımda en çok dinlediğim kaset, yine Kâni Karaca’nındı: Uşşak Mevlevî Ayini. Allah nasip etti, Mevlâna’yı Anma Haftaları kapsamında, 1985’ten sonraki yıllarda özellikle Şeb-i Arus’ta Kâni Karaca’yı dinlemek nasip oldu. Hem de kaç kez!
Kâni Karaca öleli 21 yıl olmuş. Takvimler, 2004 yılının 29 Mayıs’ını gösterirken, kanserden tedavisi devam ederken evinde vefat etti.
Kâni Karaca, İstanbul’da olduğu zamanlar, her cuma namazından sonra Fatih Sultan Mehmet’in türbesini ziyaret eder, Kur’an-ı Kerim okurmuş. Tam 54 yıl sürmüş bu ziyaret ve Kur’an tilaveti. Allah’ın takdirine bakın, vefatı fethin yıldönümünde, 29 Mayıs’ta oldu. Cenaze namazı da Fatih Camii’nde kılındı.
Kâni Karaca’nın hayat öyküsü inanılmaz ölçüde ilginç, çarpıcı ve olağanüstü. 1930 yılında Adana’nın Adalı köyünde dünyaya gelmiş. İki aylıkken gözlerindeki bir rahatsızlık için kocakarı ilacı kullanmışlar. Kör olmuş. Bir iddiaya göre, üvey annenin kıskançlığı yüzünden gözlerini kaybetmiş. Çocukluğu sefalet içinde geçmiş.
Babası o henüz iki yaşındayken ölmüş. Annesi yeniden evlenmek istemiş. Kör oğlunun kendisine ayak bağı olacağı düşüncesiyle onu toprağa gömerek öldürmeye teşebbüs etmiş. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Topraktan sağ olarak çıkarılmış. Halası sahip çıkmış. Halasının koruması altındaki Kâni, köyün hem imamı hem öğretmeni olan Saatçı Ali (Nergis) Efendi ile hıfza başlamış, hafız olmuş.
Kısa süre sonra civar camilerde mukabele okumaya başlayınca sesinin güzelliğiyle dikkati çekmiş. Ardından Adana’da Şefika Kadın Camii’nde Hafız Abdi Er Efendi’den musiki dersleri almış. 20 yaşında iken tüccar Mustafa Özgür tarafından İstanbul’a götürülmüş.
Karaca, İstanbul Karaköy’de Yeraltı Camii imam ve hatibi Hâfız Üsküdarlı Ali Efendi’den İstanbul’a özgü en güzel okuyuş tavrı olan ve “Üsküdar ağzı” denilen üslûbu meşketmiş. Hâfızlık ve mevlidhanlık alanındaki üstün yeteneğini öncelikle bu hocası sayesinde geliştirip, yüksek sanat zevkini ve gücünü temsil eden bir seviyeye ulaşmış. Kur’an okumanın inceliklerini, tecvid kaidelerini ona öğreten de Ali Efendi olmuş.
Onun yanında bir süre kaldıktan sonra Yeraltı Camii’nde Ali Efendi, Hâfız Kemal Batanay, Sadettin Heper ve Bayındırlı Mustafa Efendi gibi üstatların önünde icâzet almış.
İstanbul’a geldiği yılın ramazan ayında Eminönü Yenicami’de mukabele okuyan ünlü bestekâr Sadettin Kaynak’la tanıştırılmış. Kaynak onun okuduğu aşrı beğenerek bayram ertesi Sıraselviler’deki evinde derslerine katılmaya çağırmış. Kaynak’ın şehnaz makamındaki ilâhisinin meşkiyle başlayan ve beş altı yıl süren bu derslerde Karaca üslûp, tavır ve mûsiki bilgisini ilerletmiş.
Kâni Karaca’nın bir diğer önemli hocası da Sadettin Heper olmuş. Heper’den usulleri, kudüm vurmayı ve başta Mevlevî âyinleri olmak üzere pek çok dinî mûsiki formunu öğrenmiş. Karaca’yı Heper’e tanıtıp ona emanet eden de Sadettin Kaynak’mış.
Kâni Karaca, 1955 yılından başlayarak vefatına yakın tarihlere kadar Mevlâna’yı Anma programlarına katıldı; mevlid, ezan, gazel, kaside gibi serbest formların en mahir icracısı olarak bilindi. Yurt içinde ve yurt dışında Kur’an okudu, pek çok konsere ve Mevlevî âyinine sesi ve kudümüyle iştirak etti, giderek şöhreti bütün dünyaya yayıldı.
1975’te İstanbul’da kurulan Türk Mûsikisi Devlet Konservatuvarı’nın ilk kadrosunda yer aldı ve 1979 yılına kadar burada kudüm ve usul dersleri verdi.
Kâni Karaca, bir ses kaydında önce İnşirah Suresini okumuş sonra Tâhirü’l Mevlevî’nin şu şiirini seslendirmiş:
“İstemem nakl-i cenazemde çeleng ü âhenk /
Debdebe ile gidilir saha değildir makber; /
Orası, medhalidir bârigâh-ı Mevlânın, /
Kapısından içeri acz ile girmek ister.”
(Cenazemi taşırken çelenk ve musiki istemem. Kabristan gürültü ve gösteriş yaparak gidilecek bir saha değildir. Orası Mevlâ’nın Huzuru’na giriştir. Kapısından içeri boynu bükük girmek gerekir.)
Kâni Karaca sesi, repertuvarı, üslubu ve musiki birikimiyle Türk musikisinde son asrın en büyük ustalarından biriydi.
Yaşar Kemal, Kâni Karaca’yı tanımadı mı? Kâni Karaca’dan hayat hikayesini dinlemiş olsaydı, İnce Memed’i gölgede bırakacak müthiş bir eser yazardı.
Aklımda deli sorular; Kâni Karaca’nın hayatı belgesel film yapılsa, dünya çapında ses getirmez mi? “Kimin eli kimin cebinde” konulu dizilerden gerçek senaryolara yöneleceğimiz günleri görecek miyiz?
Kâni Karaca, icrasıyla blues ustası, yaşıtı Ray Charles’in önündeydi. Ray Charles de Kâni Karaca gibi kördü ve ondan 12 gün sonra öldü.
Not: Bu yazıyı yazmadan önce Kâni Karaca’dan dinlediğim eserlerin sonuncusu Tahirbuselik münacat oldu. İliklerime kadar ürperdim. Bir yakarış bu kadar mı yürekten söylenir, bu kadar mı yüreğe işler? Bu dünyadan bir Kâni Karaca geçti. Allah gani gani rahmet etsin, mekânı cennet olsun.