Milletler binlerce yıldır karşılıklı ticaret yapar. Ödeme ise ayni ya da nakdi olabilmektedir. Karşılıklı ticari ilişkileri kavramsallaştıran ilk çalışmanın Adam Smith 1776 tarihli “Ulusların Zenginliği” adlı eseri olduğu söylenir. Smith’e göre en iyi olduğun işte uzmanlaşmalı ve onun ticaretini yapmalısın. Karşılığında ise üretemediğini ithal etmelisin. En iyi olduğun ürüne odaklanmak kaliteyi artıracağı gibi rekabet avantajı da sağlayacaktır. Böylece ticari ilişki içerisindeki tüm taraflar karlı çıkacaktır. Bu teori halen dış ticaretin temeli kabul edilir.
Anılan teori çerçevesinde; peki biz yirmi sene önce çok iyi olduğumuz tarıma dayalı üretime devam mı etmeliyiz? Bakıldığında gelişmiş ülkelerin hemen hemen tamamı sanayi ile kalkınmıştır. Maalesef tarımsal üretimle kalkınan ülke yok dostlar. Sanayileşme kalkınmanın da katma değerli üretmenin de ana omurgasıdır. Hatta günümüzde sanayii üretimi yerini yüksek teknoloji üretime bırakıyor. Kalkınmış ülkeler sanayi üretimini ucuz iş gücü ve kaynak yetersizliği nedeniyle geri kalmış ülkelere transfer ediyor.
Günümüzün yeni kalkınma enstrümanı yüksek teknoloji üretimidir. Bu eğilim yenilenebilir kaynak kullanımı ile desteklendiğinde ise son derece rekabetçi olabilmektedir.
Toplum tarafından çokça kullanılan bir söz vardır “Bir kamyon domates bir mikro işlemci etmiyor”. Evet katma değer denen olgu tamda bu işte. İki gram plastik ile bir kamyon domates satın alabilme kabiliyeti.
Dostlar, önceki yazılarımızda zirai üretimin önemi ele alınmıştı. Dolaysıyla burada terk aynı konuya girilmeyecek. Merak eden okurların o yazımızı incelemelerini beklerim.
Neyse konumuza dönelim. Yüksek teknoloji üretiminde en büyük zorluk, bilgi yetersizliği, teknik alt yapı, kaynak ve pazar problemleridir. Evet bu konuların çözümleri maalesef uzun soluklu planlamalarla çözülebilmektedir. Günlük siyasi çekişmeler ise bu planlamalar önündeki en büyük risktir.
Devlet aklı tüm kısır çekişmelerin üzerinde bir iradedir. Canım ülkem kalkınamama serüvenini “Geri kalmışlığın kısır döngüsü teorisini” çerçevesinde bir sonraki yazımızda tartışalım.
Sağlıkla kalın hoşça kalın dostlar.
Peki hocam tarım ürünlerini Hollanda gibi süsleyerek satsak, yada onların kullandığı tarım makineleri gibi makineleri tarıma katarak bir ton domates alınan tarladan bunu ikiye üçe katlasak olmaz mı. Birde ikiyüze yakın ünüversitesi ve onbinlerce bilim insanı varken yüksek teknoloyide paralelinde götüremez miyiz. Tesekkürler…
Aslında Ziraat ama endüstriyel zirai faaliyetle kalkınan üç ülke ören verebiliriz. Kanada, Avustralya ve Hollanda . Zirai uretimin minimum seviyesini önceki yazılarımızda paylaştık. Ancak fazlası elbette akılcı olduğunda oldukça karlı olacaktır. Zira pandemi döneminde gıda güvenliğinin önemi görüldü. 1980 lerde ülkenin nerdeyse %70 i tarim çalışanı ve hemen tamamı kayıt dışı çalışa. Yukarda saydığım ülkelerde bir çiftçi bin dönüm araziyi tek olarak idare ederken malesef Türkiye’de miras hukuku çerçevesinde araziler tarım vasfını kaybetti. Yani akıllı zirai uygulamadan kastımız minimum iş gücü ile maksimum fayda üretmek olmalı. Bu iş sadece devlet eliyle de olabilecek birşey gibi görünmüyor. Bölgesel konum oldukça rekabetçi aslında ama malesef vahşi ziraat ancak zaman kaybı gibi görülüyor. Bu nedenle minimum gereksinim için planlama stratejik tır. Fazlası ise elbette arzu edilmeli.
İşimiz kolay değil ancak bir yerden başlamamız gerek. Yapılacak doğru planlama ve istikrarlı bir çalışmanın sonucunun diğer alanlarda da pozitif etki yaratacağını düşünüyorum. Teşekkürler.