Kibir, Allah’ın sevmediği, şiddetle yasakladığı büyük günahlardan biridir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor.
“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Zira Allah kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)
Büyüklüğün yalnızca Allah’a mahsus olduğu gerçeğini unutan insanoğlunun en büyük zaaflarından biridir kibir. Cahiliye döneminden bu yana insanoğlunu esareti altına almış olan anlayışın benzerlerini günümüz döneminde farklı sıfatlarla var olduğunu görmekteyiz.
Ademden üstün olduğunu iddia ederek kibrine yenilip secde etmeyi reddetmekle kalmayıp Allah’ın ilahi buyruğuna karşı çıkan iblisin kibrine yenilgisi geçmiş ve gelecek tüm zamanların en hakiki örneğidir.
Bugün ki hikayemiz de insanoğlunun kibrinin, kendini beğenmişliğinin nelere mal olduğunun küçük bir özeti olacaktır.
Kuzeyden kıvrıla kıvrıla Güneye, Doğu ve Güney ovaları topraklarına hayat ve bereket veren, boz bulanık akan Fırat Nehri ile kaderlerini birleştiren Anadolu insanının öyküsüdür. Öykü şöyle başlar: Fırat Nehri Elazığ ve Malatya illerini birbirinden ayıran tabii bir sınırdır. Elazığ ve Malatya ovalarında kıvrıla kıvrıla akarken insanların kaderini de etkiler. Çünkü bu nehrin kıyısında küçük köyler ve yerleşim yerleri vardır.
Fırat, bu insanların kaderidir, suyudur, ekmeğidir, kısacası hayatıdır. Bahçeler onunla sulanır. Aşlar onun suyuyla pişer. Esvaplar (çamaşır) onunla yunulur… Hayat, güneşin doğuşuyla başlar ve yine batışıyla Fırat da uykuyu dalar. Fırat bu ovalardan geçerken kıyısında küçük çapta ağaçlar, çiçekler ve yaban gülleri açar. Tek yapraklı, sarı, beyaz, pembe güller… Bu çalı gülleri, çevreye güzel kokular ve görünümüyle de renk verir. Fırat nehri bu güzelliğe boz bulanık suyuyla hayat vererek akar gider… İnsanlar, küçük kayıklarla Fırat’ın bir kıyısını öbür yakasına bağlarken, bu kayıklarla yük taşır, hayvan taşır, gülen ve ağlayan, kaderine boyun eğmiş insanlar taşır.
“Fırat Kenarında Yüzer Kayıklar” türküsünün öyküsü de bu çevrede başlar. Küçük şirin köylerin birinde bir ailenin yüksek tahsil yapan oğlu vardır. Oğlanın ailesi köyün en güzel kızını, örf ve anane gereği oğullarına ister ve gençten habersiz nişan takılır. Genç, köye döndüğünde nişanlısını görür, fakat küçük yerlerin dedikodusu da başlamıştır. (Güya oğlan kızı görmüş ve sevmemiş diye). Genç delikanlı, güzel kızı beğenmez ve sevmediğini söyler. Bu yeni dedikodular da kızın kulağına gider. Artık dedikodulara dayanamayan kız kendini Fırat nehrine atarak intihar eder. İntihar haberi duyulunca tüm köylü, yaşlısı genci, çocuğu kızın cesedini aramaya başlar. Bu aramalar günlerce sürer.
Fakat Fırat kurbanını tekrar vermemede kararlıdır. Tüm aramalar rağmen genç kızın cesedi
bulunamaz. Pişmanlık içinde olan genç ve yöre halkı, bu olayı ölümsüzleştirmek için bu
türküyü yakar.
FIRAT KENARINDA YÜZEN KAYIKLAR
Fırat kenarında yüzer kayıklar ölem
Anam ağlar bacım beni sayıklar oy
Başına toplanmış bağrı yanıklar ölem
Nettim size verin benim yarimi ölem
Fırat kenarında esvap yumuşlar ölem
Yuyup yuyup gül dalına koymuşlar ölem
Sevmediğim yare sevdi demişler ölem
Nettim size verin benim yarimi ölem
Sevgilerimle…