“Himmet” deyince, belki bazılarının aklına “Köyden İndim Şehre” filmindeki Zeki
Alasya’nın canlandırdığı “Himmet” ismi gelse de, bu kelime, “isim” olmaktan çok öte farklı
manaları ihtiva etmektedir.
Himmet kelimesi, bir kişinin, bütün kalbî istek ve arzusu ile ciddi şekilde gayret
göstermesi, tabiî şevk, meyil, heves, lütuf, yardım vb. manalara gelmektedir.
Kişinin bu yöndeki yönelimi, bazen Allah yolunda göstereceği çabalara yönelik
olabilir. Bu durumda, himmet, “kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk’a ve sair mukaddesata
yönelmesi” manasına gelir.
Bu kelime, Allah indinde makbul ve mübârek olarak kabul edilen bir kimsenin,
yapacağı manevi yardım ile birisini koruması, ona yardım etmesi şeklinde manaya da gelir.
Kısaca himmet ile kişi, bütün kalbiyle, hissiyatıyla, motivasyonuyla bir maksada
yönelik ciddi bir çaba içerisine girmekte, kısaca tek bir hedefe motive olmaktadır.
Bazen kişinin himmeti sadece kendi nefsine, istek ve arzularına yönelik olur. Bu
durumda, kişi tamamen bencil bir kimliğe bürünür. Bütün olayları, kendi nefsi istek ve
arzuları açısından ölçer, tartar. Bireysel çıkarları haricinde hiçbir şey onu tatmin etmez.
Kişi bazen kişisel menfaatlerini korumak, ya da artırmak için başkalarına haksız yere
zarar vermekten kaçınmayabilir de.
Bu kişinin kendi menfaati için yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
Bunun neticesinde, “bana değmeyen yılan bin yaşasın”, “bana dokunmasın da, isterse
bir milyon insan ölsün, zarar görsün, beni ilgilendirmez” anlayışı ortaya çıkar.
Toplum yararı, devletin menfaatleri, başkalarının zarar görüp görmemesi bu kişileri
hiç alakadar etmez.
Yanı başında birisi acından ölse de, ona bir faydası dokunmaz, hatta belki de, imkânı
varsa elindekini de alır, geber git der.
Bu kişilerin, vatanın bekası, vatandaşların selameti kaygısı da olmaz. O, sadece bencil
bir şekilde kişisel menfaatlerine odaklandığı için, üzerinde yaşadığı ülke işgale uğramış, bir
başka ülkenin boyunduruğuna girmiş, şayet kendisinin kişisel menfaatlerini olumsuz yönde
etkilemiyorsa, hiç ilgilenmez.
Bu tip kişiler, vatanının işgale uğraması halinde, kişisel menfaatlerinin zarar
göreceğini düşünmeleri halinde, işgale karşı bir mücadeleye girişebilir. Fakat bu
mücadeledeki temel amacı, vatanın ve milletin selametinin sağlanması, saldırılardan
korunması değil, tamamen kişisel menfaatlerinin korunmasıdır.
Bir kişinin himmeti, âşık olduğu bir kişiye yönelik de olabilir. Bu kişi için en önemli
şey, âşık olduğu kişiye ulaşmak, onunla maksimum zevkle yaşamaktır.
Leyla ile Mecnun, Kerem ile aslı arasında yaşanan efsanevi hikâyelerin gerisinde bu
anlayış yatmaktadır.
Ferhat’a dağları deldiren, Şirin’e yönelik aşkı, bu aşkla bütün himmetini Şirin’e teksif
etmesidir. Ferhat için tek şey var, o da Şirin’e kavuşmaktır. O, bütün himmeti ile Şirin’e
kavuşmayı amaçlar.
Dağları delerken, dağlar yıkılıp binlerce insan zarar görecek de olsa, O, Şirin’ine
kavuşmak için bütün bunları görmezden gelir. Gözü Şirin’den başka bir kişiyi görmeyen,
bütün kadınları getirseler yan bile bakmayan Ferhat’ın, Şirin’in uğrunda feda edemeyeceği
hiç bir şey yoktur. Buna, himmetin sevgiliye yönelik aşkta zirve yapması da denir.
Himmeti Mille Olanlar
Bazı kişiler de himmetlerini milletine teksif ederler.
Bu konuda şöyle bir söz vardır:
“Bir adamın kıymeti, himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti
ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir”.
Burada millete yönelik himmet, milletin üzerinde yaşadığı vatanı da ihtiva eder.
Himmeti milleti olan bir kişi için, nefsani istek ve arzular gerilerde kalır. O,
bütün himmeti ile milletin ve vatanın selameti için çabalar.
“Vatan sağ olsun”, “milletim selamette olsun” sözleri, bu himmet-i
milliye ve himmet-i vataniyenin en bariz ifadeleridir.
Kurtuluş savaşında kahraman şehit ve gazilerimizin gösterdikleri kahramanca
mücadeleler, kalplerindeki vatan ve millet sevgisinin en bariz tezahürleridir.
Benze şekilde, Çanakkale muharebesinde binlerce şehitlerimizin, bile bile
ölümüne savaşmaları, himmeti vatan ve millet olmanın en zirvesidir.
Himmeti millet olan kişiler için, vatan ve millet uğruna ölmek, en büyük
fazilettir.
Onun için vatan ve millet uğruna yapılan savaşlarda şehitlik mertebesi en
yüksek manevi mertebe olarak görülür.
Çanakkale muharebesinde Seyid onbaşının 210 okkalık mermiyi insan üstü
gayretle kaldırması, himmet-i milliyenin en harikulade misalidir.
Merhum Akif,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Şeklindeki muhteşem şiiri ile kasteddiği kişiler, himmeti milleti olanlardır.
Burada, himmeti milleti olanlar, milletin selametine odaklanırken, Müslüman
toplumlarda, himmetin yöneldiği hedefin bir kısmını da, rızayı ilahi, dinin selameti, ila-yı
kelimatullah teşkil eder.
Bu durumda, vatan ve millet uğruna şehit olmak, Allah yolunda şehit olmak ile
bütünleşmektedir.
Bazen kişilerin, vatanı, milleti uğruna şehit olmalarını, Allah yolunda hayatını ortaya
koymalarını, bütün himmeti nefsi, kişisel menfaatleri olanlar hiç anlalmazlar.
Hatta bu kişilere göre, vatan, millet, Allah yolunda ölmek, çok anlamsız. Çünkü ona
göre, hayat, kendisi haricinde hiçbir şeye feda edilemez.
Elbette ki her millette, insanların himmetleri, farklı değerlere yönelik olabilmektedir.
Şayet bir toplumda, himmeti nefisleri, salt kişisel menfaatleri, kişisel olarak aşık
oldukları kişiler, para, şöhret vb. olanların sayısı, oranı üst sıralara yükseldikçe, o toplumun
ve devletin geleceği tehlikede demektir. Hatta yabancıların işgalleri bile, şayet kişisel
menfaatine uygunsa, bu kişileri rahatsız etmez.
Ama bir toplumda, himmeti milleti, vatanı, dini olanların sayıları ve oranları arttığı
ölçüde, o milletin geleceği teminat altında demektir. Her türlü saldırılar, himmeti milleti
olanların savunmaları ile bertaraf edilir.
Delil mi istersiniz?
Bedir ve Uhud harbleri, Kurtuluş savaşı, Çanakkale zaferi, Mute savaşı ve diğerleri
bunun en bariz ve belirgin misallerini teşkil etmektedir.
Mute Savaşı ile alakalı bir hadiseyi paylaşmak isterim.
Mute savaşı, İslâm devletinin Medine’de kurulmasından sonra Müslümanlarla Rumlar
arasında M.S 629 yılında yapılan ilk savaştır.
Bu savaş, himmeti milleti ve dini olanlarla, himmeti kişisel menfaatleri olanlar
arasındaki savaştır. Himmeti milleti ve dini olanların sayısı 3000, diğerlerinin sayısı 100.000
civarında olduğu halde, 3000 kişilik himmeti milleti ve dini olan askerler galip gelmiştir.
Bir hatıra nakledilir.
Rum kumandan, Mute Savaşı başlamazdan önce bir keşif birliği gönderir.
Keşif birliği Müslümanların olduğu bölgeye gelir ve Müslüman askerlerin sayılarının
kendilerine göre çok az olduğunu fark ederler.
Geri döndüklerinde, keşif birliğindekiler, birisi hariç, Rum kumandana şu sözleri
söylerler:
“Kumandanım, Müslümanların sayısı çok az, hepsi bir avuç asker, bir miktar asker
bırak ve sen geri dön, biz bunları mağlup ederiz”.
İçlerinden birisi der ki:
“Hayır kumandanım, hiçbir yere gitmeyin, karşımızdaki askerler bizlerden çok
farklılar. Bunlar öyle insanlar ki, ölüm bile onları korkutmuyor. Bizim askerlerimiz ise
ölmekten çok korkarlar. Ölmekten korkanların, ölümden korkmayanlara yapacakları bir şey
olamaz”.
İşte Müslüman askerleri ölüme karşı bile korkusuz hale getiren, onların, himmetlerini
milletine, dinine ve Allah yolunda mücadeleye teksif etmeleridir.
“Hakiki imanı elde eden adam bütün kâinata meydan okuyabilir” sözü, himmet-i
diniyenin en zirvesini ifade etmektedir.
Tarih boyunca Müslüman Türk ordularının zaferlerinin gerisinde de, himmet-i diniye
ve milliye yer almaktadır. Ordumuzda bu ruhun sürekli diri tutulması, bu vatanın selameti için
elzemdir. Yoksa, gemi su almaya başlar vesselam.
Allah razı olsun gönlümüze tercüman olmuşsunuz
Himmeti Mevla olanın sırtı yere gelmez
Himmeti dünya olanın dünya kadar derdi olur