Sesli Makale için : https://youtu.be/Ohn8hHvLRvU
Malumununuz ülkemizin bu haftaki gündemini neredeyse bir Boğaziçi Üniversitesinde rektör atamasını protesto özelinde patlak veren olaylar ve neticesinde göstericilerin gözaltına alınması çerçevesinde odaklanan çeşitli tartışmalar belirledi. Sürece AB ve ABD’nin dahil olmasıyla mesele uluslararası bir boyut kazandı bile.
Bu tartışmalarda öne çıkan bazı olaylar vardı, özellikle toplumsal karşı tepkiye sebep olan.
Bunların başlıcalarından birisi hiç şüphesiz LGBTİ renkleri iliştirilen bir Kâbe motifinin yere serilmesi/atılması olayıydı.
Müslüman/Dindar camiada infiale sebep olan bu hadisenin karşı cevabı, “hadi Kâbe kutsal da resmi de mi kutsal? Kabilinden bir nevi sanemperestlik yada fetişistlik olarak niteleyen bir alaycılık oldu.
Bu infialin sebebini anlamlandırmaya yönelik çeşitli argümanlar geliştirilebilir elbette.
İlk olarak mesela şu söylenebilir, İslam Allahtan başkasına kutsiyet atfedilmesine yönelik yaklaşımları reddetmiştir. Söz gelimi Hz. Ömer’in Kâbe’yi tavaf ederken Hacer’ül-esvede yöneldiğinde “ Vallahi senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum; eğer Resûlullah’ı seni istilâm ediyor (selamlıyor) görmeseydim ben de seni istilâm etmezdim” dediği bilinmektedir.
Kişisel olarak misvak kullanmayı severim. Ama her kullandığımda da, eğer Resulullah sevmeseydi, bize de bu kadar sevdirmeseydi kuru bir ağaç parçasını kendi rızamızla ağzımıza her daim sokmamızı kim sağlayabilirdi fikri aklımdan çıkmaz, hele ağız ve diş temizliğine yönelik çok daha fazla ve belki de etkili araçlar bu kadar yaygınlaşmışken. Tıpkı Hz. Ömer’in hacer’ül esvede dediği gibi.
Bu tavırlardaki yaklaşım, net bir şekilde iş ve eşyanın kendinden ziyade ifade ettiği anlama dikkat çekmektir.
Buradan şuna ulaşmak istiyoruz ki bizim için bir şeyi kıymettar kılan Allah ve resulüne medar olmasıdır. Bu kıymettarlık, bahsekonu iş veya eşyaya dönük değildir. Onun zatında hatırlattığı Allah ve resülünedir.
Allah ve resülüne dair onu hatırlatan, onu sevdiren her şeyin bizim için de sevimli olduğunu ifade etmektir, yoksa onlara hâdlerinden fazla bir kıymet verdiğimizden değil.
Yine benzer şekilde tepki gösterdiğimiz, karşı çıktığımız şeylerde, bu fiillerin bizim için ifade ettiği mana itibariyledir.
Bizi rencide eden, infiale sebep olan şey, bizim gibi düşünmeyenlerin bize ve kutsalımıza karşı tahammülsüzlüğüdür. En azından bizim gösterdiğimiz tahammül ve anlayışın bir mislini onlardan beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Birlikte yaşamanın asgari gereklerinden biri budur çünkü.
Nitekim Kuran’da rabbimiz bize, bizim gibi inanmayanların kutsalına saygısızlık etmemeyi öğütler. Çünkü bunun karşılığı onlar tarafından bizim kutsalımızın ve değerimizin rencide edilmesidir.
Millet olarak verilen kıymetin göstergesi bağlamında yere sermekle, duvara asmak arasında fark görürüz, her ne kadar her ikisi de görünür kılmayı hedeflese de. Birinde ayaklar altına almayı anlarız, diğerinde başımız üstünde yeri olduğunu anlatırız.
Göstericilerin bu tavırlarıyla bize hissettirdikleri şey, şu an Kâbe’nin resmi ellerinde olduğu için onun resminin yerlere serilebildiğidir. Yoksa Allah muhafaza Kâbe’nin kendine de beytin rabbine de aynı saygısızlığı gösterebilecekleridir.
Ayrıca şunu da iyi biliyoruz ki, bu resim üstünden bizimle alay edenlerin niyetleri, bizimle rabbimizin arasından, sebep olarak niteleyebileceğimiz araçları kaldırmak veya zatı itibariyle kıymetsizliğini bize hatırlatmak değildir.
Haa derseniz ki basit bir protestodaki bir resim sergisinden buraya nasıl geldin?
Biz de manay-ı muhalifiyle sorarız haklı olarak, siz rektör atamasından Kâbe’li LGBTİ sergisine nasıl geldiniz?
Eşitlik veya hürriyet derseniz, biz de buna eşitlik ve hürriyet kisvesi altında azınlığın, çoğunluğa tahakküm gayreti deriz.
Mahalle baskısı derseniz, zaten asıl mahalle baskısına maruz kalanların bizler olduğunu söyleriz. Zira %99’unun Müslüman olduğu bir toplumda dine ve dindara bu kadar taarruz, başka türlü nasıl izah edilebilir gerçekten bilmiyorum.