Henry Link Amerikalı bir psikolog. Dine Dönüş adlı kitabında kolej yıllarında öğrendiği şeylerin onu ateizme götürdüğünü, fakat üniversite sonrasında psikolog olduktan sonra yaptığı araştırmaların kendisini dine yönelttiğini söylüyor. “Çünkü” diyor yazar “Psikolojinin ortaya koyduğu şeyler bana gelen hastaların problemlerini çözmeme yetmiyordu. Hastalarıma faydalı olmak için yaptığım araştırmalar beni ister istemez dine götürdü.”
Link kitabında değişik hastalarından örnekler vermektedir. Örneğin birisi hiçbir şeye inanmayan bir adamdır. Doktor önce hastasını dinler. Hasta her şeyi keskin mantığıyla sorgulamaktadır. Ona şöyle der “Ben gerçekten seninle münakaşaya girecek ve mantık yoluyla ikna etmeye çalışacak değilim. Bütün istediğim tek bir soru sormak: Şu andaki durumun seni tatmin ediyor mu? Bu bir mantık değil, duygu sorusu. Cevabın “Evet”se o zaman sana yardım edebilmemin bir yolu yok demektir. Cevabın “Hayır”sa o zaman belki sana yardım edebilirim, belki de sen kendine yardım edebilirsin.” (Henry Link, Dine Dönüş, Dergah Yayınları, 59-61.)
Yazar hastanın verdiği cevabı veya tedavi sonucu hakkında her hangi bir bilgi vermiyor ama, zaten adam hayatından memnun olsaydı psikoloğa müracaat etmezdi diye akla geliyor. Üstelik pek çok ateistin hayatını incelediğimiz zaman, onların hayatlarından memnun olmadığını görebiliyoruz. Örneğin Tolstoy, İtiraflarım adlı küçük kitabında, ateist olduğunda içine düştüğü depresyonu çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır.
1980 yılında Müslüman olan Murat Hoffman, Alman bir diplomattır. Kuzey Afrika’da bazı Müslüman ülkelerde elçilik ve NATO’da Enformasyon müdürlüğü yapmıştır. Hofman. şöyle demektedir: “Müslüman olmadan önce gururluydum, cesurdum, ama mutlu değildim. Allahsız olmak kolay şey değildir, cesaret işidir. İslâm gururumu kaldırdı, cesaretimi yönlendirdi ve tarifsiz bir mutluluk sundu bana.” (Vehbi Vakkasoğlu, İslâm Dünya Gündeminde, Nesil Yayınları, 269.)
Şair İsmet Özel bir şiirinde şöyle diyor:
Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara
Sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan
İpte boynum, ağzım şehvet yalaklarında
Çapraştım, and içip ayna kırdım
Doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
Baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
Hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
Böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda
Muhatabınız olan bir ateiste “Mutlu musun?” diye sorsanız, muhtemelen hayatından çok memnun ve mutlu olduğunu söyleyecektir. Hatta kendi hayatıyla sizin hayatınız arasında kıyaslamalar yapacak, iddiasını isbat etmeye çalışacak, belki de sizinle dalga geçecektir. Fakat yalnız kaldığında, yatağına yatıp kendi iç âlemine yönelip, kendi vicdanına bunu sorduğunda “Mutlu değilim!” diyecektir.
Ateizm insana bir hürriyet duygusu (daha doğrusu günah işleme serbestliği) bahşedebilir ama bu hürriyet duygusu insanın hayatta karşılaştığı problemleri çözmeye yetmeyecektir. Örneğin “Ben niçin varım, varlığımın amacı ne, niçin ölüm var, ben veya diğer canlılar niçin ölüyor?” sorularına ateist birinin vereceği bir cevap yoktur. Bu soruların cevapsız kalması ise hayatı anlamsızlaştırır. Bu ve benzeri durumlar daima insanı rahatsız eder. İşte bu problemlerden kurtulmak akıl ve duygularla beraber imana yönelmekle olur. Çünkü iman hayata bir anlam katar. Yaşamamızın da ölmemizin de bir anlamı olduğunu gösterir.
Hayatından ve düşüncelerinden memnun olan bir ateiste bizim diyeceğimiz bir şey yoktur. Çünkü değişimi yalnızca bulunduğu halden rahatsız olanlar ister.
Okuma Parçası: Hayat Saçma mıdır?
Allah’a ve ahirete inanmayan biri büyük manevi bir boşluğa düşer. Onun nazarında hayatın da ölümün de bir anlamı olmaz. Ateist bazı filozoflar dünyanın saçmalığını dile getirmişlerdir. Bunlar içerisinde Albert Camus’un önemli bir yeri vardır. Ahmet Cevizci Felsefe Sözlüğü adlı kitabında Camus’un felsefesini şöyle özetliyor:
Peki, saçma duygusu ortaya nasıl çıkar, insan saçmalığı nasıl hisseder? Camus’ye göre, saçmalığın derinden derine farkına varıldığı 4 ayrı insani durum vardır:
- Her şeyden önce insanlardan büyük bir çoğunluğunun modern kitle toplumunun gereklerine uygun olarak sürdürdüğü hayatın mekanikliği ve tekdüzeliği bir gün bu insanların kendilerine var oluşlarının değerinin ve amacının ne olduğu sorusunu sormalarına yol açar.
- Saçmayı insana duyumsatan ikinci temel unsur ise, Camus’ye göre zamanın geçmekte olduğunun deneyimlenmesi, zamanın manevi anlamda öldürücü bir süreç olarak hissedilmesidir. İnsan zamanın yavaş yavaş akışı ile birlikte geleceği değiştiremeyeceğini zamanın malı ve veya eseri olduğunun bilincine varır.
- Saçmaya yol açan insanlara saçmalığı duyumsatan başka bir unsur da, insanlardan büyük bir çoğunluğunun farklı ölçülerde duyduğu yabancı bir dünyada bir başına bırakılmışlık hissidir. Camus’ye göre, dünyanın yoğunluğunu ve yabancılığını derinden derine hisseden insan, bir yandan da dünyanın kendisine düşman olan niteliğini onun kendisinin ölümlü oluşu ile alay ettiğini anlar. İnsan sadece nesnelere ve dünyaya değil fakat kendisine ve başka insanlara da yabancıdır.
- Bununla birlikte ona göre saçma duygusunun esas kaynağı ölüm ve ölümle ilgili düşüncelerimizdir. Kendisinden başka bir alın yazısının olmadığı biricik gerçek ve kaderin insanı götüreceği son durak olan ölüm, sadece hayatın yararsızlığını ve beyhudeliğini gözler önüne serer. (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, s, 1349.)
Saçma ve saçmalık Camus’a göre, Allah’ı inkârın doğrudan bir sonucudur. Saçma bir dünyada yaşadığını kabul eden bir insanın ise rahat ve huzurlu olması beklenemez.