Uluslararası Arenada Ülkelerin İşgal Edilmelerinde Siyaset-Menfaat İlişkisi
Benzer durumlar, uluslararası siyasette çok daha vahşice, acımasızca ve canavarca meydana gelebilmektedir.
Amerika’nın Irak’ta ne işi var? denildiği zaman, verilen cevap şu şekilde olmaktadır: “Amerika’nın menfaatlerinin korunması için”.
Benzer durum, Amerika’nın Suriye’de, Afganistan’da vd. ülkelerde yaptıkları için de söz konusudur.
1979’da Afganistan’ın Ruslar tarafından işgal edilerek kendi güdümündeki Necibullah rejiminin yukarıdan aşağıya kurdurulması da, Amerika’nın işgallerine benzer mahiyettedir.
Rusya, İran vb. ülkelerin Suriye’de yaptıklarının, Afrika’da yaptıklarının gerekçeleri de esasen “menfaatlerinin korunması” olarak meşrulaştırılmaktadır.
Bütün bu işgaller, güç çatışmaları vb. sonrasında on milyonlarca insan acımasızca katledilmekte, Ülkelerinden, yurtlarından, topraklarından edilmektedir. On milyonlarca insan Türkiye gibi bazı ülkelere sığınmak zorunda kalmaktadır.
Bu ülkelerin, çaresiz sığınmacıları kabule, yardıma yönelik hiçbir politikaları yoktur.
Peki, bütün bunlarda korunan menfaatler nelerdir; bu menfaatler ne kadar meşrudur?
Asıl mesele, bu sorunun cevabında gizlidir.
Elbette ki, bazı menfaatlerin korunması meşrudur. İşgale ya da harici saldırıya uğrayan bir ülkenin, kendisini savunması gibi.
Ama “çağdaş medeniyeti, demokrasiyi, hürriyeti, insan haklarını korumak ya da getirmek” bahanesiyle bir ülkeyi işgal etmenin meşruiyetinden söz edilemez.
Bir ülkedeki enerji kaynaklarının, kendi lehine olacak şekilde güvenliğini sağlamak, sonra bu kaynakları son damlasına kadar sömürmek kadar gayr-ı meşru bir menfaat olamaz.
Devletlerin iç ve dış egemenlikleri diye bir kavram vardır. Bu egemenlik ilkesi gereği, bir ülke, bir başka ülkenin müdahalesine maruz kalamaz. Haksız saldırılara karşı meşru müdafaa vb. sebepler hariç, bir ülkenin işgale maruz kalması tamamen gayrı meşrudur.
Oysa başta Amerika olmak üzere emperyal güçler, bir ülkeye, orada yaşayanların rızası haricinde giriyorlar, her türlü tabii kaynaklarına hükmediliyorlar, hatta aralarında paylaşıyorlar. Oralarda yaşayan insanlar da, ya köleleştiriliyorlar, ya katlediliyorlar ya da ülkelerini terk etmek zorunda bırakılıyorlar. Bunun adı da “Çağdaş medeniyet(!?!)” oluyor.
Aslında bunun adı tam manası ile vahşettir, dehşettir, katliamdır, canavarlıktır. Bu yapılanların ahlâkîliği sıfır, hatta eksi sonsuzdur. Hukuk devleti, insan hakları, demokrasi, hürriyet kavramlarını, canavarlıklar sonucunda oluşturulan kan denizinde boğmaktır.
Kısaca, her türlü şeytanlıklar, katliamlar, haksız işgaller, hürriyet, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları vb. kavramlar ters yüz edilerek, meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
“Şeytanın melek suretine bürünerek” şeytanca işler yapmaları, “Kurt’un Koyun postu giyerek binlerce koyunu telef etmesi” ile, Batılı emperyal güçlerin, görünürde “hürriyet, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti bahanesi” (Kurt’un koyun postu giymesi) ile gerçekte gayrı meşru olan menfaatlerini korumak için ülkeleri işgal etmeleri, milyonlarca insanı katletmeleri, göçe zorlamaları (Kurt’un binlerce koyunu telef etmesi) arasında mantıki olarak fark yoktur. Tek fark, ikincisinin meydana getirdiği tahribatların çok büyük ve ağır olmasıdır.
Ülkesi haksız şekilde işgal edilen insanların en büyük nefret ettikleri kavramlar, “insan hakları, hukuk devleti, demokrasi, hürriyet”tir. Çünkü, Batılı emperyal güçler, bu kavramlarla bazı ülkelere yapılabilecek en büyük kötülükleri yapmışlardır, yapmaya devam ediyorlar, muhtemelen de yapmaya devam edeceklerdir. Bir kişi ya da devlet, “hürriyet” adına bir başka kişinin ya da kişilerin her şeyini gasp ediyorsa, gaspa uğrayan kişi ya da kişilerin en çok nefret ettikleri kavramın “hürriyet” olması gayet tabii bir durumdur.
Terör Örgütlerinin Desteklenmesi-Menfaat İlişkisi
Benzer şekilde, demokrasi, insan hakları, hürriyet, hukuk devleti şampiyonu bir ülke, “PKK benim terör listemde yer almaktadır” dedikten sonra, bu örgütün mutlak uzantısı başka terör örgütlerini (YPG, PYD vb.) kuruyor. Bu durumda, PKK’nın terör listesinde olması tamamen görüntüden ibaret kalıyor. Çünkü fiilen kurdurulan, on binlerce TIR dolusu silah vd. mühimmat kendisine verilen bu terör örgütleri, PKK ile mutlak işbirliği içerisindedir.
Hukuk devleti, demokrasi, hürriyet=Anayasal demokrasi ve anayasal devlettir.
Anayasal devlet ve hak ve hürriyetlerin korunması kavramları, terör örgütlerinin ve eylemlerinin reddedilmesini ve bunlara karşı mücadele edilmesini mutlaka lüzumlu kılar.
Terör örgütlerini desteklemek, beslemek, hatta organize etmek, anayasal demokrasi ve insan haklarının inkârı ile eş anlamlıdır. Beyaz bir kâğıda siyah, şeytana melek, katile masum, masuma katil demek gibi bir şeydir bu.
Günümüzde “vekâlet savaşları” şeklinde anılan uygulamalar mevcuttur. Anlı şanlı demokrasi şampiyonu devletler, terör örgütleri ile işbirliği yaparak diğer ülkelerin iç işlerini karıştırıyorlar, adını da, -sanki meşru imiş gibi- “vekâlet savaşları” olarak koyuyorlar.
Bir ülke, bir ya da daha fazla terör örgütünü kuruyor, kendi menfaatlerini korumak bahanesine sığınarak onu destekliyor, onu on binlerce TIR dolusu değişik ağırlıklarda silahlarla destekliyorsa, hiç kusura bakmasın, bu devletin, sadece kendi içinde hukuk devleti ve insan hakları var demektir.
Oysa, insan hakları, hürriyet, hukuk devleti böyle bir şey değildir. İnsan haklarına sadece Amerikalılar değil, nerede yaşarsa yaşasın, ırkına, cinsiyetine, yaşadığı coğrafyaya veya bir başka sebebe bağlı olmaksızın, insan olan herkes sahiptir. Bu hakka sahip olmak için insan olmak haricinde hiçbir şart aranmaz.
Şayet, ülkesel menfaatler adına terör örgütleri destekleniyor, organize ediliyor, bu kapsamda siyasi kararlar alınarak işgaller yapılıyor, katliamlar gerçekleştiriliyor, teröre maruz bırakılan ülkelerin işleri hallaç pamuğu gibi atılarak kaoslara sebep olunuyorsa, bu şekildeki uluslararası siyasetin insaniliğinden bahsedilemez. Bu yöndeki uygulamalar, menfaat eksenli siyasetin en vahşi örneklerinden bazılarını teşkil eder.
Darbelerin Yapılmasının Organize Edilmesi-Menfaat Eksenli Siyaset İlişkisi
Demokrasi ve insan hakları şampiyonu olarak görülen Amerika, geçmiş yıllarda başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülkede askeri darbeleri bizzat yaptırdı. Türkiye’deki askeri darbeleri de Amerika’nın çocukları yaptı. Hatta Amerika, darbe zemininin oluşması için, bu ülkelerde sayısını bilemediğimiz hukuk harici işleri organize etti.
Amerika denilen emperyal devlet, bütün bunları, “demokrasi”, “hukuk devleti”, “insan hakları” namına yaptı. Bu ülkelerin hiç birisinde, darbeler sonrasında, ne demokrasi, ne insan hakları, ne de hukuk devleti geldi. Bu ülkelerde, yüzlerce, binlerce insan öldürüldü, katledildi, haklarından, huzurlarından mahrum edildi. Askeri darbelerle, demokrasi kültürünün gelişmesi engellendi, her bir askeri darbe, demokrasinin gelişimi aleyhine travmalara sebep oldu.
15 Temmuzda 2016’da FETÖ kanlı ihanet örgütünün yaptığı darbe teşebbüsü de, ABD ve diğer destekçisi ülkelerin Türkiye’de gerçekleştirdiği son darbe kalkışmasıdır. Bu darbe teşebbüsünde 251 vatandaşımız şehit, 2.196 vatandaşımız da yaralanarak gazi oldu.
Peki, bütün bunların gerçek sebebi nedir: “Amerika’nın menfaatlerinin korunması”.
Amerika dışındaki diğer Batılı emperyal ülkeler de, menfaatleri ile örtüştüğü ölçüde, bu işgalleri, askeri darbeleri, terör organizasyonlarını desteklemekten imtina etmemişlerdir. Bütün bu politikaların uygulanmasında, haksız menfaatlerin korunması saiki etkili olmaktadır.
Bugün FETÖ ihanet örgütü, Amerika’da ve diğer Batılı ülkelerde, üst düzeyde korunmaktadır. Türkiye’nin hukuken meşru ve uluslararası hukuka da uygun olan her türlü iade talepleri, bu ülkeler tarafından, haksız menfaatlerinin korunması adına karşılanmamıştır.
Nihai Değerlendirme
Nihai olarak ifade etmek gerekirse, “(MEŞRU OLMAYAN) MENFAAT ÜZERİNE DÖNEN SİYASET CANAVARDIR”. Bu siyaset telakkisinde “MERHAMET” ve “ACIMA” duygularının yeri yoktur. Bu Makyavelist felsefe ile uyumlu olarak emperyal ülkelerin gayrı meşru da olsa menfaatlerinin korunması için milyonlarca insan acımasızca feda edilmektedir.
Küresel güçler, haksız menfaat eksenli siyaset doğrultusunda, savaş sanayii ile alakalı tıkanmalar ortaya çıktığında, çok rahatlıkla savaşların çıkmasını tetikleyerek, silahlarının satılmasını sağlayabilmektedirler.
Burada çoğu insanlar için aykırı gelebilecek bir şey söyleyeceğim. Kuzey Kore’nin balistik füze denemeleri, Amerika ya da diğer bir ifadeyle küresel silah sanayii baronları ile anlaşmalı olabilir. Şayet böyle bir anlaşma yoksa da, küresel güçler, Japonya’ya milyarlarca dolar silahları satmak için, bu ülke ile anlaşmaktan kesinlikle imtina etmezler. İkinci Dünya Savaşından sonra silah sanayiine hatırı sayılır harcamalar yapmayan Japonya’nın bu balistik füze denemelerinden sonra silahlanma yönünde karar alması bunun en bariz delillerindendir.
Ortadoğu’da çıkarılan savaşların bir diğer veçhesi de, kendini güvende hissetmeyen zengin Arap Ülkelerine silah satmaktır. Irak’ın Küveyt’e saldır(tıl)masından sonra başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez ülkelerine yüzlerce milyar dolarlık silah satışları bunun bariz misalleridir. Olayları biraz dikkatlice izleyebilmek, bunları görebilmek için yeterlidir.
11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a yapılan saldırılarda, uçakları kaçıran 19 kişiden 15’inin ve El Kaide’nin Lideri Üsame Bin Ladin’in Suudi Arabistan vatandaşı olduklarından bahisle bu saldırılardan Suudi Arabistan’ın sorumlu tutulmasında da Küresel silah tüccarları devreye girdiler. Bu sorumluluğu, yasalaştıran bir kanun, Başkan Obama tarafından veto edildi. Veto, küresel silah tüccarlarının zorlamaları neticesinde, Kongre’de üçte iki çoğunluk sağlanarak aşıldı. ABD’de her iki mecliste ayrı ayrı üçte iki çoğunluğun sağlanması çok zor olduğu halde, silah baronları vetonun aşılmasını sağladı. Bu kanunun zorlaması neticesinde, Suudi Arabistan, ABD’nin mutlak emrine girdi. Bu kanun ve bu kanuna istinaden açılan davaların zorlamaları altında Başkan Donald Trump döneminde iki devlet arasında 380 milyar doların üzerinde silah satışı anlaşması imzalandı.
Yukarıdaki örnekler göstermektedir ki, özellikle uluslararası siyasette, bilindik manada bir adaletin varlığından söz edebilmek mümkün görünmüyor. Adaletten söz edenler, sadece kendileri lehine menfaatlerin korunmasını adalet olarak değerlendiriyorlar.
Bütün bu yaşananlar çerçevesinde, burada sözü edilen küresel sistemin bir diğer ifade şekli “SOSAYAL DARVİNİZM”dir. Yani, bu siyaset telakkisine göre, tabiatta olduğu gibi beşeriyetteki temel kural da “SOSYAL MÜCADELE”dir. Bu mücadeleyi kaybedenler yok olmaya mahkûmdurlar. Bu mücadelenin ölçütü, Adalet değil “MENFAAT”tir.
Bu menfaat temelli canavar siyasetin neticeleri, bazen ülkelerle sınırlı kalırken, bazen uluslararası düzenin alt üst olmasına sebep olmaktadır. Böyle bir siyaset anlayışı ile küresel ölçekte ya da ülkelerin içinde barışın, huzurun tesisi mümkün değildir.
Kalıcı barışın sağlanabilmesi için, “adalet eksenli bir siyaset”in hükümran olmasına ihtiyaç vardır. Aksi halde, daha çooook canlar yanar, katliamlar olur, gözyaşları sel olur akar. Batılı emperyal güçler, bir gün akıttıkları kanlar ve mazlumların gözyaşları içinde boğulurlar. Adalet eksenli siyasetin, menfaat eksenli siyaseti kovarak yerine kalıcı şekilde yerleşeceği günlerin gelmesini hasretle ümit ediyoruz.
Menfaat Eksenli Siyasetin Medeniyet Temeli
Batı medeniyetinin, menfaat eksenli siyasete meşruiyet sağlayan uygulamaları yoluyla, hürriyet, demokrasi, insan hakları vb. kavramlar istismar edilmek suretiyle, adalet ve insaniyet temelli ilke ve kaidelere muhalif hareket edilmesi neticesinde, zulümler, kötülükler, gasplar, istismarlar, işgaller baskın olarak öne çıkmıştır. Bütün bunlar neticesinde, insanlığın genelinin refahının artırılması ve yaşantılarında huzura ulaşmalarının sağlanması yönündeki medeniyetin olması gerekli olan asıl maksatlarından uzaklaşılmıştır.
Mütehakkim Batılı ülkeler, menfaat eksenli siyaset neticesinde, diğer milletlere, efendi-köle ilişkisi içinde tahakküm etme yoluna gidiyorlar. Her türlü ilerlemeleri, hakikatleri, doğruları kendi tekellerinde gören Batılı güçler, kendi medeniyetinin icaplarını paylaşmayan milletlerin sahip oldukları her türlü kıymetli kaynakları, onlara layık görmedikleri için, sömürü politikalarını uygulamayı kendileri için hak olarak görüyorlar. Mütehakkim güçler, evrensel insan hakları teorisinin zorunlu bir gereği olarak herkese tanınması mecburi hakların bazılarını, ötekileştirdikleri kesimlere vermemeleri, evrensel insan hakları teorisine göre bir hak ihlali, bir gasp olduğu halde, bu ihlalleri kendileri için meşru hak olarak görüyorlar.
Dünya geneline yayılan algılar neticesinde, rehber alınması gerekli olduğu düşünülen Batı medeniyetinin menfaat eksenli siyasetinin ortaya çıkardığı gasplar, zulümler ilanihaye devam etmeyecektir. Batı medeniyetinin menfaat eksenli siyasetinden zarar gören insanların, zamanla bu tahakkümlere karşı gösterecekleri dirençler geliştiği ve yayıldığı ölçüde, adalet eksenli alternatif medeniyet ve siyaset anlayışının öne çıkacağını düşünüyorum. Bu sebepledir ki, menfaat eksenli canavarca siyasetin sonu (the end) yaklaşıyor; ömrü olanlar bunu er ya da geç göreceklerdir.