Mâlum birçok platform var. “Durum, resim, video, yazı” vs. paylaşımı yapılan, yaptığımız.
Nice şeyler paylaşılır buralarda
Sevincin, kederin, güzel bir sözün, gezdiğin, yediğin, pikniğin, yaş günün, neler neler…
İşte şu Whatsapp diye bilinen yerde ara ara özlü, düşündürücü sözler paylaşırım bu yerde. Kimi zaman alıntı yazılar, kimi zaman kendi tespitlerimiz üzere. Telefonunuzda kayıtlı kimseler bunu görür.
Geçenlerde şöyle bir yazı paylaşmıştım;
“Günümüzde Medya aracılığı ile, başkalarının bizleri mutlu bilmesiyle mutlu olmaya çalışıyoruz. Oysa asıl mutluluk görünmeyle değil, yaşamayladır. Yaşamayı görünmenin önüne koyduğumuz zaman gerçekten mutlu olacağız”
İşte bu “durum” paylaşımına sitemizin değerli yazarlarından Ekrem Yıldırım Esevelioğlu Bey, mukâbele etti. “Meşhûriyet çağında görünür olma arzusu” dedi. Tabi nefsinden de yakınarak.
“Hepimiz az çok bu imtihanı yaşıyoruz” dedim. İşte bu konuşma bu satıları yazmaya vesile oldu.
Gerçi çokça sitem ettiğim, eleştirdiğim bir husustu “Paylaşma Hastalığı”
Kimi platformlarda bunu dile getirdiğimizde sanki milletin mutluluğunu kıskanıyormuş gibi biz zehaba belki vesile olsak da, durum öyle değil.
Yaşı belli bir olgunlukta olanlar yani internetin olmadığı, olsa da sosyal platformların olmadığı zamanlarda yaşayarak mutlu olmanın ne olduğunu bilen, yaşayan kimselerdi. Şimdi onlar ve genç nesil, hatta çocuklar dahi kendini işte bu “Meşhuriyet Çağı’nın” içinde buldu.
Bu ortam yaşadığını değil, görünmek istediğini ön plana çıkaran bir zaman dilimi oldu.
Öyle ya! İnsanın her zamanı güzel mi olur?
Üzüntülü, kızgın, kırgın, moralsiz, keyifsiz durumları olmaz mı? Bunları pek paylaşan yok desek de, bunu da paylaşıma vesile ediyoruz yine. Ölü yakınını ile poz çekerek paylaşan bile var.
Sanki dünyada evlat bir tek bunlara verilmiş gibi sürekli evlat paylaşımları, gezmeler, yemeler, içmeler.
Tabi bu arada mahremiyet de hak getire.
Eşini ne gerek varsa nice nice insanlara göstermeler!
İş öyle bir hâl aldı ki, “Paylaşımlara” artık para verilir oldu. İçerik üretmek lazım geldi bunun için.
Bunun için de girilmedik maymunluk kalmadı maalesef. Bu da birçok kimseyi bu alanda sözde içerikler üretmeye itti. İşin ucunda “Para” olunca.
Elbette bunu güzel kullanan da var, kötüye de. Ama kötülerin tahribatı daha fazla, hem de çok.
Adına “Fenomen” dendi bu gibi kimseler için. Nice rezilliklerin adı şöhret oldu.
“Şöhret öyle bir beladır ki, insanı insana kul eder” demiş zamanın Bedîsi.
Öylelerden birisi bunu itiraf etmişti bir zamanlar. Niçin evlenmiyorsunuz sorusuna ; “Eğer evlenirsem benimle evlenme hayali kuran hayranlarım hayal kırıklığına uğrar” demişti bir şöhret budalası.
İnsanoğluyuz, nefis taşıyoruz. Görünmekten, takdir görmekten hoşlanıyoruz. Bu damardan istifade için olsa gerek sosyal medyalarda beğen var da, “beğenmeme” yok.
Eskiden yaşadığınıza sadece aileniz, muttali olduğu ölçüde komşu, akraba ve iş ortamlarınızca bilinirdi. Onlar da belli sayıda olurdu.
Şimdi ise bir tıkla, bir enter ile milyonlara ulaşmak mümkün.
Yani bir günah bir kalmıyor, bin, yüz, bin, milyonlar olabiliyor. Keza bir sevap da öyle.
Lakin şimdilerde hevâdan-günahlardan gelen rüzgar çok daha baskın olduğu için insanları günahlara iten paylaşımlar daha revaçta. Hüdâ rüzgarı cılız esiyor maalesef.
Benim mutluluğum bir başkasının sorunu olabilir.
Benim çocuğum vardır, başkasının yoktur mesela. Yıllardır bunun için iğne yiyen nice insanlara eza değil mi bu paylaşım. Sanki evlat değil, putunu sergiliyor.
Gezdiğin gördüğün yerlere gidemeyenler var. Paylaşıyor ve kıyas sebebi oluyor. “Bak şunlar nerelere gidiyor, nereleri gezmişler” dedirtmek görenlere de mutluluk sebebi olabilir mi?
İnsanların kendi özel alanında husûsi yakınlarına bunları paylaşması yerine göre elbette normal. Ve bunun yolu da belli. Onlara göstermek sadece
Ama artık özel, tüzel kalmadı maalesef.
Sonra nazar diye bir şey var! Yahu korkmak lazım haset edince, haset edenin şerrinden!
Depreştirmemek lazım durup dururken insanoğlunun nefsini.
Bizim sahip olduklarımız, yaşadıklarımız bir başkasını niçin ilgilendirir, niçin ilgilendirsin.
Öyleyse hayra kullanmak lazım bu gibi yerleri. Ya da sukût etmek, durmak, dur durak bilmek lazım.
Ne kadar çok şey görsek zihin ve nefsimiz o kadar dağılıyor, o kadar uyarıcılara maruz kalıyor.
Ve bunun neticesinde nice günahlar, şükürsüzlükler, hatta yıkılan yuvalar.
Ekrem bey nefsinden de şikayet etmişti, ben de ediyorum. Şunları yazarken kendimizi dışarıda tutarak yazmıyoruz bunları.
Ama bir şekilde dikkat etmek lazım.
Eskiden “biri yer biri bakar, ondan kıyamet kopar” denirdi. Şimdi ne kıyametler koparılıyor nice paylaşımlarda.
Mutluluk görünür olmakta değil, kendimizde, ruhumuzda, içimizde, kalbimizde, Rabbimizde olmalı.
Mutluluk, mutluk etmekte olmalı, mutluluklarımızı ona buna göstermekte değil.
Mutluluk Rabbimizin bilmesinde, Kullar tarafından görünmesek de, bilinmesek de.
Mutluluk görünür olmakta değil, kendimizde, ruhumuzda, içimizde, kalbimizde, Rabbimizde olmalı.
Gülhane parkında ben bir ceviz ağacıyım.
ne sen bunun farkındasın, nede polis farkında.Nazım
Günümüz insanının en baskın duygularından birsi fark edilme duygusudur.