Seçim yaklaştı, ittifak partileri adaylarını ilan etti. Dikkatimi çeken husus şudur: Siyasetin kutuplarından biri olmayı dindarlığının gereği sayıp mübalağalı biçimde taraf tutanlar, birbirine muhalif gibi duran her iki ittifakın içinde de bulunmaktadır. Hâlbuki güncel konularda taraf tutmayı dindarlık saymak yerine, davanın bir tarafından tutmak lazım. İnsanların en geç fark ettiği ya da hiç fark edemediği şey, zihniyetlerinin değişmesidir. Odası değişse, arabası değişse, mahallesi değişse hemen fark eder de zihniyetinin değiştiğini kolay fark edemez. Zihniyet değişimi iktidar içindeki İslamî kesimde de muhalefetin içindeki İslamî kesimde de bulunmaktadır. İktidarın içinde kaç kişiye İstanbul sözleşmesinin gerçekte ne olduğunu anlatabiliyoruz? “Kadına şiddetle mücadele” ile “Kadına şiddetle mücadelede bir ülkenin kendisini uluslararası denetime açmasının farklı şeyler olduğunu” kaç kişiye anlatabiliyoruz? Uluslararası sözleşmelerin, şiddet dâhil her türlü haksızlıkla mücadele için bir refleks değil, uluslararası denetime açılma adımı olduğunu iktidarın içinden kaç kişiye anlatabiliyoruz? İstanbul sözleşmesi dâhil tüm uluslararası sözleşmelerin katmerli kölelik olduğunu kaç kişiye anlatabiliyoruz? Mevcut eğitim sisteminin tek tip insan yetiştirdiğini ve bu çarkın içinden dindarlık çıkmayacağını kaç kişiye anlatabiliyoruz? Milli ve manevi değerlere saygının Allah’a saygı anlamına gelmediğini ve bu eğitim vizyonunun dindarlık üretmediğini kaç kişiye anlatabiliyoruz? Yayımlanacak ilk eğitim vizyonunda “dindar nesil yetiştirme” hedefinin geçmesi gerektiğini kaç kişiye anlatabiliyoruz?
Muhalefet cephesinin içindeki eski İslamcıların durumu ise esef vericidir. Muhalefet cephesi içindeki milliyetçi ton, rahatsızlık verecek derecede Halk Fırkası söylemlerini öne çıkarıyor. Tüm söylemlerinde Halk Fırkası’nın kurucu ismine aşırı bağlılıkları dikkat çekiyor. Bu hassasiyetlerini Ayasofya camiinin açılışında da göstermişlerdi. Bu açılışı, bir isme karşı teşebbüs edilmiş etkisizleştirme ameliyesi gibi göstermeye çalışmışlardı. Eski İslamcılar şimdi Halk Fırkası ve uzantılarıyla kol koladır ve aynı yolda yürümektedir. Resmi tarih tezini kabul etmeyenleri ve Ayasofya’yı açanları vatan haini ilan etmeye kalkışanlarla iş birliği yapmak öyle mi? Sizin hiç itirazınız kalmadı mı seksen senede yapılanlara? Diliniz, yazınız, eğitim ve hukuk sisteminiz, her şeyiniz değiştirildi. Bütün bunlara râzı oldunuz, öyle mi?
Bir zamanlar bu ülkede “Müslüman Türkiye” sloganı atılırdı. “Bu ülkede her vatandaş, göğsünü gere gere ben Müslümanım diyebilmelidir” cümlesi çok sevilmiş bir cümle olarak tarihe geçti. Altılı masa bu sloganları atabilir mi? Bu radikal değişim süreci ile atsa atsa “Demokrat Türkiye” sloganını atabilir. “Ulus devlet olmazsa olmazımızdır” diyenler, Hz. Muhammed’den ve O’nun ümmeti olmaktan hazzedebilir mi? Bu hazzı ve mutluluğu yaşamayanlar herhangi bir peygambere ümmet olamadığı gibi Hz. Muhammed’e de ümmet olamaz. Çünkü bütün peygamberler ulusal birlik değil; inanç birliği dâvâ birliği, dünya ve âhireti kapsayacak hedef birliği getirir. Bütün bunları şunun için yazıyorum. İktidar cephesinde de muhalefet cephesinde de eski İslamcılarla ulusalcıların ittifakı var. Bu tabloda karlı çıkan İslamcılık değil, ulusalcılıktır.
İtilaf Devletleri, Osmanlı sonrası kadroların kafasına “ulus devlet olmazsa olmazımızdır” ideolojisini ekti. Bu ideolojinin yetiştirdiği nesil bellidir. İnsan kaynaklarımızın sürdürülebilirliğinde çok gerilere düştük. Doğurganlık oranımız 1.7’lere düştü. Hızla yaşlanan bir ülkeyiz. “Halk Fırkası Değerleri” gençlere sorumluluk alma, insan kaynaklarını ve değerlerini sürdürme duygusu vermedi. Halk Fırkası Değerleri, gençlere cinsellik ve tüketimin dışında bir amaç yüklememektedir. Sınırsız cinsellik ve sınırsız tüketimle Türk gençliğini Fransızlaştırır, İngilizleştirir, Ruslaştırır, İtalyanlaştırırsınız. Zaten bu yolda mesafe de kazandınız. Halk Fırkası Değerleri ülke yönetimini götürdü, uluslararası hukuka teslim etti. Anayasanın 90 maddesinin son fıkrasını koydurtan bu zihniyettir. Hangi kanun üretirseniz üretin, uluslararası hukukunun onaylamadığı kanunu üretemez hale geldiniz. Uluslararası hukuk da aileyi korumuyor, insanları bireyselleştiriyor, birbirine güvensizlik aşılıyor. Uluslararası Hukuk güven üretmiyor.
Halk Fırkası Değerleri; üreten, üretmeyi seven insan yetiştirmemiştir. Cumhuriyetin ilk 15 yılındaki kalkınmanın sebebi Halk Fırkası Değerleri değildi. Osmanlı bakiyesi insan kaynakları devam ediyordu. Emeğin, alın terinin değerini bilen, üreten, helalinden ekmeğini çıkarmaya çalışan insan profili devam ediyordu. Halk Fırkası Değerleri pratikte köylüyü de milletin efendisi yapmamıştır. “Köylü milletin efendisidir” sözü slogan olarak kalmıştır. Osmanlı dönemindeki %90’lık köylü oranı, yüz yıl sonra geldiğimiz noktada yüzde onun altına düşmüştür. Kolalı gömlek giyip sırtını devlete dayayan ve üretmeyen insan tipi yetiştirilmiştir. “Ulus devlet olmazsa olmazımızdır” ideolojisi, özünde nihilist bir ideolojidir. Bu ideoloji ile insan kaynaklarınızı sürdürmeniz mümkün değildir. Kültür, insanların birbiriyle münasebetinden ve kaynaşmasından ortaya çıkar. Laiklik kültür üretmez. Hikmet ve marifetten uzak bir eğitim çarkı üretir. Bu çark aile değerleri de üretmez; insanları birbirinden uzaklaştırır, güvensizlik aşılar. İnsanların birbiriyle münasebeti çok zayıf hale gelir. Hatta insanlar birbirinden uzaklaşır. Bir milletin madden ve manen güçlenmesi insan kaynaklarının kalitesine ve sürdürebilirliğine bağlıdır. Dindarlığı tasfiye ederseniz gençlerin önünde sadece sınırsız tüketim ve sınırsız cinsellik dışında bir amaç kalmaz. Laik bir kafa, kendi görev tanımına giren işlerin dışında bir iş yapmayı istemez. Görev tanımındaki çalışma süresi üzerine bir saat de fazladan çalışayım demez. Çünkü fazladan çalışmanın öbür dünyada bir kazancının olacağı fikri onda bulunmamaktadır.
Müslümanlar “öncelikler fıkhı”nı kaybettiği için önceliklerini de kaybetti. Ashap için birinci öncelik olan şey, günümüz Müslümanlığının kırkıncı önceliği haline geldi. Ashabın birinci önceliği başkaları tarafından şekillendirilmek değil, “başkalarını İslam ile şekillendirmek” ve bu uğurda fedakârlık yapmaktı. İnsanlar kendilerini sahip oldukları değerler doğrultusunda şekillendirmezse başkaları onları şekillendirir.
Siyasetin geldiği noktayı izledikçe içim burkuluyor, “Müslüman Türkiye” sloganını özlüyorum. Bize yarış atları değil; emaneti devam ettirecek evlatlar, emanet hamalları lazım. Allah’a saygı, ana babaya saygı, hakka ve hakikate saygı da emanettir. Bize yüksek sıfırlı rakamlar değil, yüksek ruhlu insanlar lazım. Tribün Müslümanlığı değil, gayret Müslümanlığı lazım.