Elinde alet olarak yalnızca çekiç olan biri,
zamanla her problemi çivi gibi görmeye başlar.
Abraham Maslov
Bir hükümdar dostlarıyla beraber ormanda ava çıkmıştı. Eğitilmiş şahiniyle beraber bir
geyiğin peşine düştü ve dostlarından ayrıldı. Geyiği avladığında hem dostlarından bütün
bütün uzaklaşmıştı hem de çok yorulmuş ve susamıştı. Hükümdar, etrafı araştırdı hiçbir yerde
su bulamadı. Yalnız yüksekçe bir kayadan damla damla su geliyordu. Hükümdar bir tasa
suları biriktirdi. Tam içeceği zaman şahin kanatlarıyla vurarak suyu döktü. Susamış olan
hükümdar fena halde sinirlendi ama yapacak bir şey yoktu. Yeniden tasa suyu biriktirmeye
başladı.
Tas dolduğunda şahin yine bir darbeyle suyu döktü. Hükümdar bir “La havle” çekip
üçüncü defa suyu doldurdu. Şahin suyu tekrar dökünce hükümdar kılıcıyla bir vuruşta şahini
ikiye böldü. O sırada hükümdarın adamları geldi. Hükümdar, susuzluktan kurtuldu. Çok
sevdiği şahinine acımaya başladı. Bir adamına suyun geldiği yüksek kayanın üzerine çıkıp
bakmasını emretti. Adam, yukarı çıkıp baktığında suyun geldiği yere büyük bir ejderhanın
öldüğünü ve ölüsünün kokmuş olduğunu gördü. Zavallı şahin, ejderhayı görmüş ve
hükümdarı zehirlenmekten korumak için su tasını dökmüştü.
Kıssadan hisse; öfke anında kendimize hâkim olamadığımızda, meydana gelen olaylar
çoğu zaman bizi hata ve pişmanlıklara götürür.
a. Kur’ân ve Sünnette Öfke
Allah, öfke duygusunu kendi varlığımızı, sevdiklerimizi, maddi, manevi hukukumuzu
muhafaza için vermiştir. Eğer bu duygu olmasaydı ne varlığımızı ne sevdiklerimizi ne de
haklarımızı koruyamazdık. Fakat bu duyguyu kontrol altına alamadığımız takdirde,
başkalarının hukukuna tecavüz etmemize ve diğer insanlarla aramızdaki ilişkilerin
bozulmasına sebep olabilir.
İslâmiyette öfke bir duygu olması yönüyle değil, başkalarının haklarına tecavüz
edilmesi yönüyle kötülenmiş, mü’min kulun öfkesine hâkim olması öğütlenmiştir. Allah,
Kur’ân’da öfkelendiği zaman kendine hâkim olanları şöyle över:
“(Onlar öyle kimselerdir ki) Öfkelendikleri zaman (nefislerine hâkim olurlar ve
insanları) bağışlarlar.” (Şura, 37)
“Öfkelerini yutanlar, insanları bağışlayanlar, Allah, muhsinleri sever.” (Al-i İmran,
134)
İbn Abbas (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v), şöyle buyurdu:
“Allah Azze ve Celle’nin katında, kulun öfkelendiği zaman, Allah’ın rızasını kazanmak
için bu öfkesini yutmasından daha üstün bir lokma yoktur.” (Müsned-i Ahmed, c, 2, s, 128.)
Bir rivayette de “Kim öfkelendiğinde (muhatabına) bir şey yapmaya gücü yettiği halde
öfkesini yutarsa muhakkak ki Allah, onun kalbini imanla doldurur.” buyrulmuştur. (Kenz’ül
Ummal, c, 3, s, 131, hn, 5822)
Muaviye b. Hayde’den şöyle rivayet edilmiştir:
Peygamber (a.s)’a “Ya Resulallah! Kendisine sarılacağım kısa bir tavsiyede bulunur
musun?” dedim. Bana “Ey Muaviye b. Hayde! Öfkelenme! Muhakkak ki, (acı) sabır otu (bala
karıştırıldığında) balı nasıl bozarsa, öfke de imanı öyle bozar.” buyurdu. (Celaleddin Es-Suyuti,
Ed-Dürrül Mensur, Darul Fikr, Lübnan, 1993, c, 2, s, 320. (Beyhaki))
b. Lider ve Öfke
“Kim bir mümini korkutursa, kıyamet gününün
korkularından onu emin kılmamak Allah üzerinde
bir haktır.” (Kenz’ül Ummal, c, 16, hn, 43704)
Öfkesine hâkim olmak her insan için gereklidir. Fakat öfkesine hâkim olmak öncelikle
idarecilerde olması gereken bir haslettir. Onlar, otorite sahibi oldukları için, otoritelerinden
gelen bir cesaretle öfkelendiklerinde kolaylıkla zulme, haksızlıklara düşerler. İmam Gazali,
şöyle der: Sultan ve idareciler, çoğunlukla kibirli olurlar. Kibirlerinden dolayı kendilerinde
hemen bir kızgınlık oluşur; bu onları karşı taraftan intikam almaya sevk eder. İdarecinin
gazabı kabardığında işlerinde af tarafını tercih etmeli, kendisini iyilik ve affa alıştırmalıdır.
Bu ahlak sende bir âdet hâlini alırsa sen, peygamberlere ve velilere benzemiş olursun.
Kızgınlığını hemen yerine getirmeyi bir huy edindiğinde ise, yırtıcı hayvanlara ve canavarlara
benzemiş olursun. (İmam Gazali, Yöneticilere Altın Öğütler, Semerkant y, s, 66)
Öfkeli liderler, etraflarına korku yayan ve korkulan liderlerdir. Onların en belirgin
özelliği baskı, tahakküm, başa kakma, tehdit ve azarlamadır. Onlar bu halleriyle etraflarındaki
insanları sindirebilirler, fakat bu daha çok onların aleyhine olur. Korkulan liderler, zamanla
yalnızlaşırlar.
Öfkeli liderlerin olduğu ortamlarda iletişimde problemler yaşanır. İnsanlar, liderlerinin
kızmasına sebep olan problemleri, işleri daima saklama yoluna giderler. Kimse onlarla
muhatap olmak istemez. Hatta bu korku bazen kötü olmayan şeylerin bile saklanmasına sebep
olabilir. Daha sonraları bu haller birikir daha büyük sıkıntılar ortaya çıkar. Bu yüzden
Japonlara kaliteyi öğreten adam ünvanlı Edvard Deming, meşhur 14 maddelik ilkelerinden
birinde “İşletmelerden korku engelini yok edin!” demiştir.
Bir hadiste “Hükümdar, öfkelendiğinde şeytan ona musallat olur.” (Müsned-i Ahmed,
c, 4, s, 226. /Kenz’ül Ummal, hn, 14633) buyrulmuştur. Yani o esnada şeytan, ona pek çok
hataları yaptırır.
Hz. Ali de valisine şöyle der: “Öfkeden çekin! Çünkü öfke iblisin ordusundan bir
bölüktür. Öfkeye kapılıp ceza vermekte aceleci davranma. ‘Ben onlara buyruk verenim,
benim emrime uyarlar.’ deme! Çünkü bu insana gurur verir. Gönlüne böyle bir düşünce
geldiği zaman, senin gücünün üstünde olan Allah’ı düşün, onun kudretine karşı aczini gör.
Bu, senin kibir ve gururunu gidererek aklını başına getirir. Böyle yapmazsan zulmetmiş
olursun. Allah ise kullarına zulmedenin düşmanıdır. Allah, mazlumların sesini duyar ve
zalimlere azabını yollar.” (Ehli Beyt Sevgisi. D.İ.B. y, 2006, Ank, s, 97.)
Atalarımız, “Öfkeyle kalkan, zararla oturur.” der. Eğer öfkelenen lider konumundaki
kimseyse bu zarar bazen umuma da sirayet edebilir. Bu yüzden Peygamberimiz, insanlar
arasında hüküm veren hâkimlerin öfkeliyken hüküm vermesini yasaklamıştır. Sahabelerden
Ebû Bekre (r.a) Sicistan’daki oğluna gönderdiği mektuba şöyle yazdı: “Sen öfkeli iken iki kişi
arasında sakın hüküm verme! Çünkü ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin: “İki kişi
arasında hüküm verecek olan hâkim, öfkeli bir halde iken hüküm vermesin!” dediğini
işittim. (Sahih-i Buhârî, Kitab’ul Ahkâm, Bab, 13; Sahih-i Müslim)
Peygamberimiz, bir hadisinde şöyle der: “Üç şey vardır ki onlar kime verilmişse
Davud’un hanedanına verilen, ona da verilmiş demekdir.” “Ey Allah’ın Resulü! Onlar nedir?”
denildi. Şöyle buyurdu: Öfke ve rıza halinde adalet, fakirlik ve zenginlikte iktisad, gizlide ve
açıkta Allah’ı zikretmektir. ( Kenzül Ummal, c, 15, hn, 43367. (İbn Münzir))
c. Öfkeye Hâkim Olma
Bazıları “Öfkelendiğim zaman kendime hâkim olamıyorum.” diye mazeret beyan
ederler. Hâlbuki büyük bir zatın yanında öfkelenen kimseler ister istemez kendilerini tutarlar.
(Asker, komutanın yanında; memur, amirinin yanında). Bu hal öfke anında insanın kendine
hâkim olabileceğini göstermektedir.
Öfkelendiğimiz zaman o anda kendimize hâkim olmamızı önleyen yanımızda bizden
üstün bir otoritenin olmayışıdır. Evet, karşımızda kendimizi tutmaya mecbur eden amir veya
büyük biri olmayabilir, ama unutmayalım ki, Allah, her zaman hazır ve nazırdır.
Bazı kutsal kitaplarda Allah’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Ey Âdemoğlu!
Öfkelendiğin zaman beni hatırla, ben de öfkelendiğim zaman seni hatırlayayım.”
Sahabelerden ibn Ömer Peygamber (s.a.v)’den “Allah’ın gazabından beni ne
uzaklaştırır?” diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v) de ona “Öfkelenme!” buyurdu. (Müsned-i
Ahmed, c, 2, s, 175)
Sahabelerden Ebud Derda (r.a) şöyle rivayet etmiştir: Bir adam Peygamberimize
“(Yaptığım takdirde) benim cennete girmeme vesile olacak bir ameli gösterir misiniz?” dedi.
Peygamberimiz ona “Öfkelenme! Senin için cennet var.” buyurdu. (Münziri, Et-Tergib ve’t
Terhib, Mektebetül Asriyye, Lübnan, 1987, c, 3, s, 446. (Taberani))
Peygamberimiz (s.a.v), bir hadisinde de “Güçlü kimse güreşte rakibini yenen kimse
değildir, güçlü kimse öfke anında nefsine hâkim olandır.” (Sahih-i Buhârî, Kitab’ul Edeb,
Bab, 102) buyurmuştur.
Öfkelendiğimiz zaman neticeyi düşünmeliyiz. Kendimize “Öfkelendiğim zaman
bağırıp çağırmam veya kaba kuvvet kullanmam neticeyi daha iyi hale mi getirecek, yoksa
daha da kötüleştirecek mi? Daha da kötüleştirecekse bu öfkelenmem benim aleyhime
olmayacak mı?” diye sormalıyız.
Burada şu sorulabilir; Hata yapan şahsa: “Hata yapıyorsun.” demeyecek miyim?
Onlara kızmaz, gözdağı vermezsem onlar bundan cesaret alarak lakaytlığa alışmaz mı?
Tabii ki kastımız hataların olduğu gibi kalması veya insanların lakaytlığa alıştırılması
değil. Hatalar düzeltilmeli ve disiplin sağlanmalıdır. Fakat bunun tek yolu öfkelenmek,
bağırmak, çağırmak değildir.
Her şeyden evvel bize birisinin hatası bildirildiğinde hatanın gerçekten işlenip
işlenmediğini araştırmalıyız. Hata denilen şeyin bir yanlış anlama, algılama veya iftira olması
da mümkündür. Hata işlendiği tesbit edildiğinde bunun niçin işlendiği de araştırılmalıdır.
Konu bir de hatayı işleyenin ağzından dinlenmelidir. Belki de onun haklı gerekçeleri vardır.
Aksi halde bir hatayı düzeltelim derken başka hatalara düşebiliriz.
Dale Carnegie şöyle der: “Öfkeniz kabardığında, karşınızdakine bir iki söz söyleyerek
boşalır ve kendinizi çok iyi hissedersiniz. Peki ya karşınızdaki kişi! O da sizin gibi kendini iyi
hisseder mi? Sesinizin tonu, saldırgan tutumunuz onun sizin düşüncelerinize katılmasını
sağlayabilir mi? Wodrow Wilson: “Yumruklarınızı sıkarak üstüme yürürseniz” diyor “benim
yumruklarımın da iki kat güçlü olacağından emin olabilirsiniz. Ama eğer bana gelip de
“Oturup birlikte durumu gözden geçirelim, eğer ayrıldığımız noktalar varsa nedenini
anlamaya çalışalım, nerelerde farklı düşündüğümüzü saptayalım.” derseniz anlaşamadığımız
noktaların çok az, fikir birliğinde olduklarımızın daha çok olduğu görülecektir. Eğer sabırlı ve
yaklaşımcı bir tutum izlersek uzlaşabiliriz.” ( Dale Carnegie, Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme
Sanatı, Epsilon y, s, 161)