Bir marangoz elindeki ağacın veya tahtanın özelliklerini bilmez, onları tanımaz ise o
malzemeden iyi, kaliteli bir ürün çıkaramaz.
Bir oyma ustası mutlaka elindeki tahtayı tanır ve ona göre de sanatını icra eder.
Yine bir heykeltıraş yontacağı mermeri veya malzemeyi tanımaz ve onun özelliklerini bilmezse
ondan iyi bir eser çıkaramaz.
Dünyanın en iyi mutfağını hazırlayalım, en kaliteli malzemeleri o mutfağa getirelim; eğer aşçı
iyi değilse oradan iyi bir yemek çıkmaz.
Fiziki olarak, araç gereç olarak okullarımızı en güzel şekilde inşa edelim ve donatalım; eğer
orada çalışan öğretmenlerimiz mesleki açıdan yeterli değilse o okulda kaliteli bir eğitim
yapılamaz.
Babası da meşhur bir doktor olan, dünyaca ünlü kalp cerrahisi Dr. Mehmet Öz’ün öğretmeni bir
gün babasını çağırıyor. Senin çocuğun 40 dakikalık dersin 35 dakikasını yaramazlık yaparak
geçiriyor. Lütfen bu çocuğu alın daha iyi bir okula verin. Çünkü 40 dakikada anlatılacak bir
konuyu 5 dakikada anlayabiliyor, diyor. Öğretmen çocuğun farkında. Baba da gereğini yapıyor.
Ya benim gözlerimin görmediğini fark edemeyen öğretmenlerim gibi olsaydı. O zaman dünyanın
en iyi kalp doktoru söz konusu olamazdı.
1969 yılında kendi mezramızda okul olmadığı için 3 km uzaklıktaki başka bir mezrada okula
başladım.
Bu mesafeyi yürüyerek gidiyordum. Yürüyerek gittiğim mesafe ormanla kaplıydı. Yoğun kış
şartları, derelerin ve akarsuyun olduğu, hatta vahşi hayvanların dahi bulunduğu bir bölgeydi.
Gidiş gelişim çok zor oluyordu.
Babam daha sonra beni şehre getirdi. Okuluma şehirde devam ettim. Ancak yılsonunda okuma-
yazmayı öğrenememiştim. Yine de 2. sınıfa geçtim. 2. sınıfta öğretmenimiz değişti. Ancak 2.
sınıfı da okuma yazma öğrenemeden bitirdim. 3. sınıfta yine okuma yazma öğrenememiştim.
Sınıf tekrarına kaldım. Yeni ve 4. öğretmenimle 3. sınıfı tekrar okumaya başladım Artık geri
zekâlı muamelesi görüyordum. Duvar dibinde en arka sıralarda oturuyordum. Herkes benimle
tembel teneke diye alay ediyordu. Öğretmenimiz sırayla okuma yaptırırdı. Sıra bana gelecek diye
ödüm kopardı. Allah’ım bir an evvel zil çalsa da sıra bana gelmese diye dua ederdim. Birisi bana
herhangi bir metni oku dediği zaman sınıfta bütün çocuklar hep bir ağızdan tempo tutar
“o okuma bilmiyor, teembel teembel teembel” diye bağırırlardı. Çok kızardım ve utanırdım,
yerin dibine girerdim. Diğer çocuklar çok güzel ve hızlı bir şekilde okuyabiliyorlardı. Onlara
hayret ederdim, acaba bunu nasıl yapıyorlar diye.
Annem okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayı köyde davar güderken bir
Karacaoğlan şiir kitabının üzerinde, harflerin üzerine Kur’an harflerini yazarak (çünkü Kur’an
okumayı iyi biliyordu) bir çoban arkadaşının yardımıyla öğrenmiş ve askerde okuma yazmasını
daha da geliştirmişti.
Babam ara sıra beni ders çalıştırmaya çalışırdı. Bir sehpanın üzerinde yazı yazdırır, okutmaya
çalışırdı. Ancak ben kitabın ve defterin üzerine fazlaca eğilirdim. Bu durum karşısında “oğlum
kitabın üzerine niye bu kadar eğiliyorsun” der, enseme hafif bir şaplak indirirdi.
Bir gün öğretmenimiz, “Ekrem babana söyle, yarın okula gelsin, mutlaka benimle görüşsün”
dedi. Çok korkmuştum. Eyvah öğretmenimiz beni babama şikâyet edecek diye düşünmüştüm.
Babama söylememeye karar verdim. Ancak biraz düşününce bunun daha kötü bir şey olacağını
anladım. Çünkü bir şekilde bu durum açığa çıkacak, o zaman babam daha çok kızacak dedim
kendi kendime. Ve korka-sıkıla durumu babama söyledim. Babam gayet sakin karşıladı ve ertesi
gün okula geldi.
Hoca Hanım babama şöyle dedi: “Ömer Efendi, galiba Ekrem’in gözleri görmüyor. Ben bu
çocuğun gözlerinden şüpheleniyorum. Okuma yazmayı öğrenemeyişinin sebebi de bu olabilir.
Mutlaka bu çocuğu bir göz doktoruna gösteriniz.” Babam önce biraz şaşırdı. Sonra “tamam
götürürüm Hoca Hanım” dedi.
Ben kendi kendime Allah Allah görmüyor muyum acaba diye söylendim. Çünkü herkesi benim
gibi görüyor zannediyordum.
Ertesi gün bir göz doktoruna gittik. Şehirde zaten birkaç tane göz doktoru vardı. Doktor muayene
etti. Babama kızdı. “Bire adam bu çocuk görmüyor. 6 derece hipermetrop, daha önce bu çocuğu
niye getirmediniz” dedi. Bu kelimeyi ilk defa duyuyordum. Hipermetrop ne demekse? Tabii o
zaman bunun anlamını bilmiyorum.
Reçeteyi alıp doktordan çıktık. Bir gözlükçüye uğradık. Gözlüğü yaptırarak aldık. Gözüme
taktım. Allah Allah, sanki yeni bir dünyaya doğmuş gibiydim! Tabelaları görebiliyorum,
arabaların plakalarını görebiliyorum, karşıdan gelen insanların simalarını seçebiliyordum. Daha
önce görmediğimi o an anladım.
Gözlüklü halimle ve çok kısa bir zamanda okuma yazmayı öğrendim. O itilmişlikle,
horlanmışlıkla, ötekileştirilmişlikle, hatta biraz hınçla artık durmadan okuyordum. Meriç’in
tabiriyle “insanların kıyıcılığından artık kitaplara kaçmıştım.” Benimki okumaktan ziyade adeta
kitapları yemek gibi bir şeydi. Bunda annemin de etkisi var. Çünkü annem bize hep masal ve
halk hikâyeleri anlatırdı. Ben de okumayı öğrenince annemin anlattığı bu masalların ve halk
hikâyelerinin kitaplarını kitapçı vitrinlerinde gördüm ve harçlıklarımı biriktirerek onları alır,
okurdum ve öylece okuma serüvenim başladı.
Şimdi tekrar başa dönersek; 4 tane öğretmen değiştirmişim, sınıf tekrarına kalmışım, 4 yılda
okuma yazmayı öğrenememişim. Neden? Çünkü görmüyorum. Bu durumumu hiçbir öğretmenim
fark edemedi. Öğretmenlerimin hiçbir tanesi merak etmedi. Acaba bu çocuk niye okuyamıyor
diye düşünmedi. Hiçbiri beni tanımaya çalışmadı. Herhalde zekâ geriliği, öğrenme güçlüğü var
demişlerdir.
Ne kadar yazık. Halbuki iyi bir hafızam vardı, zekam da iyi sayılırdı. Bir şiiri en fazla üç defa
okuyarak ezberleyebiliyordum. Öğrendiğim bir şeyi de kolay kolay unutmuyordum.
Oysa Fransız Devrimi’ni etkileyen, düşünceleri devrimden sonra kurulan yeni devletin
kalkınmasında, toplumun sosyal yapısında ve eğitim sisteminde etkili olan hatta
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü dahi etkilemiş olan Jean-Jacques
Rousseau; “öğretmenler önce çocuğu tanımakla işe başlamalı.” diyordu. Aradan 200 yıl geçmiş
olmasına rağmen benim öğretmenlerim bundan habersizdi. Şimdi “farklılaştırılmış öğretim” veya
“öğrenci merkezli öğretim” dediğimiz kavramlardan öğretmenlerimin hiç haberi yoktu. Öyle
zannediyorum ki, “tek beden herkese uymaz” cümlesini de duymamışlardı.
Bence bir eğitim sisteminin en önemli ve en birinci ayağı öğretmendir. Öğretmenleri iyi
yetiştirilmiş bir toplumun eğitim sistemi de elbette iyi olacaktır. Bütün mesele dönüp dolaşıp
öğretmen de toplanmaktadır. Öğretmenlerimizi çok iyi yetiştirmediğimiz sürece eğitim
sistemimizde istenilen başarıyı hiçbir zaman yakalayamayız.
Her öğretim yılı başında velilerimiz okul okul kaliteli öğretmen arıyor; hile ile adres değiştiriyor;
imkânı olanlar özel okullara veriyor. Öğretmenlerimiz dahi bunu yapıyor. Kendisi aradığı
kriterlere uyuyor mu? Onu sorgulamıyor. Bende aranılan, tercih edilen bir öğretmen olayım
çabasına girmiyor.
Pekâlâ, bir öğretmen yetiştirme politikamız var mı? Kimler öğretmen olmalı? Nasıl seçilmeli? (
Birçok meslekte seçme yapılıyor, herkesi o mesleğe kabul etmiyorlar.) Öğretmeni kim
yetiştirmeli? (Yani hangi kurum. YÖK’mü, MEB’lığı mı?) Öğretmen nasıl bir eğitimden
geçirilmeli? Staj süresi ve staj eğitimi nasıl olmalı? Ataması nasıl yapılmalı? Meslek süreci
içerisinde, öğretmen sürekli kendini nasıl güncellemeli ve geliştirmeli?
Bu ve benzeri soruların ilmi ve uygulanabilir cevaplarını çok ciddi çalışmalar yaparak bulmamız
gerekiyor. Bu iş önce vicdan işi.
Bir de kısaca öğretmen olarak nasıl atandığımdan bahsedeceğim. Yeterlilik sınavını kazandıktan
sonra Posof ilçesinin yolu, arabası ve hiçbir iletişim aracının olmadığı bir sınır köyüne atandım.
Tek öğretmenli, birleştirilmiş sınıflı bir okul. 23 yaşında hiçbir tecrübesi olmayan genç bir
öğretmen. Ne yapacağımı bilmiyorum. Danışacağım, istişare edeceğim, soracağım hiç kimse
yok. Öğretmenliği yaparak, yaşayarak öğreniyorum. Okuduğum okulda burada işime yarayacak
bir şey öğretmediler.. Bilgilerimiz sadece teorik. Birkaç gün okullara uygulamaya gittik, o kadar.
Öğretmenlik adına başka hiçbir tecrübem yok. Sadece ara sıra komşu köydeki benden birkaç yıl
kıdemli olan öğretmen arkadaşın yanına giderek bazı şeyleri ondan öğreniyorum. Şimdi ilk
okuttuğum o öğrencilerimi görsem hepsinden helallik dilerim. Ne kadar çok hata yapmışım.
Bence ilk atamalar merkezi, kalitesi yüksek, öğretmenlerin kendilerini daha iyi yetiştirebileceği
okullara yapılmalı.
Sözlerimi Bediüzzaman hazretlerinin muallimler hakkındaki görüşleri ile bitiriyorum.
‘Şu zamanın dindar bir muallimine, eski zamanın velîleri nazarı ile bakıyorum. Çünkü eski
zamanda dinî terbiye ebeveyne verilmişti, bu zamanda o vazife muallimlere verilmiş. Muallimin
iyisi çok iyi, fenası da çok fena. Çünkü masum çocuklar muallimlerine çok dikkat ederler, âdeta
mıknatıs gibi hocalarından ne görürse, iyiyi de, fenayı da çekerler. Muallimin iyisi minare
başında, kötüsü kuyu dibindedir. Muallimler için ortası yoktur, ya âlay-ı illiyyînde veya esfel-i
sâfilîndedirler’
Yaşadığınız durum çok etkileyici hocam
Çok güzel ber yazı olmuş… Nesil öğretmen, anne ve babaların eseri… Ayr8caörneklemeler konuyu tam olarak özetliyor, marongoz… Usta…
Çok güzel ber yazı olmuş… Nesil; öğretmen, anne ve babaların eseri… Ayr8caörneklemeler konuyu tam olarak özetliyor, marongoz… Usta…
Herşeyin anlamını yitirdiği bu dünyada hayata dünyaya anlam katmaya cabalayandir öğretmen…tabiki öğretmende anlamını yitirmemis ise ..çok güzel bir yazı olmuş hocam
Yazı çok güzel olmuş Ekrem hocam.
“Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder.”(Münazarat, Sualler ve Cevaplar)
Bediuzzaman hazretleri bunuda demiş Ekrem hocam.
(1) bk.
Maşallah Ekrem abi
Allah kalemini, kalbini, fikrini tesirli eylesin.
Kalemine, yüreğine sağlık. Köy çocuğu.
Müdürüm, meseleyi çok güzel anlatmışsınız. Kalemine ellerine sağlık.
İyi ki öğretmeniniz durumu tesbit etmiş hocam.. Güzel okuyan, okuduğunu güzel anlatan, herdaim bilgisini paylaşma gayretinde olan şahsınıza teşekkür ederim.Öğretmek büyük sorumluluk. Rabbim yardımcımız olsun inşallah. Selamlar saygılar
Değerli hocam ;öncelikle yazınızı çok beğendiğimi ifade etmek isterim.Öğretmenlerimizin yetiştirilmesinin ne kadar önemli olduğu ve bir öğretmenin öğrencisi üzerinde ne kadar etkili olabileceğini yazınızda,yaşamınızdan kesitlerle çok güzel ifade etmişiniz.Elinize,yüreğinize sağlık.Bence öğretmenlerimizide değerli olduğunu hissettirmeli ve toplum olarakta öğretmenlerimize gereken değerinde vermeliyiz diyede düşünüyorum.
Herzamanki gibi mükemmel anlatım ve yazılarından birtanesi. ama herzaman olduğu gibi eleştiri yapmam lazım sehpa yerine ekmek tahtası diyecektin, saygıyla ellerinizden öpüyorum
Güzel bir yazı olmuş hocam. Rabbim sağlık sıhhat afiyet versin.
Kalemine sağlık elinize sağlık düşünmek bu konuları bir eğitimci olarak dert edinmeniz çok güzel bir çocuğu çok yönlü tanımak önce çocuğu sonra ailesini sonrada toplumu … kurtarmak olarak görüyorum
Ata et aslana ot atmamak lazım. Ne yazık ki çocuklarımız noktasında bunu ilk defa keşf eden ebeveynler den ziyade öğretmenlerimiz. Fatih lere de kapı açabilirler gaddar Polpot lara da. Örneğin tecrübeli gerçek muallimlerimizin geliri kahraman ordumuzun Albay rütbesine eşitlenmeli
Sayın Müdürüm, Rabb’im kaleminize,gönlünüze gözünüze ve ömrünüze ebeden sağlık ve afiyet lütfeylesin inşallah, Tecrübe kazanılmaz ve öğrenilmezse aktarılamaz bize hayatın pahalıya mal olmasının sebebi de budur, Eğitim Fakültelerinde hiç öğretmenlik yapmamış öğretim görevlisi ve öğretim üyelerin sayısını (!) bildiğimizde daha iyi anlarız, YÖK mü MEB mi diye daha çok tartışırız.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Çok güzel ve anlamlı bir yazı olmuş. Görevini hakkıyla yapanlardan olmamız dileğiyle. Allah razı olsun….
Rabbim sizin evladlarınızı da sizin gibi öğretmenler nasip eylesin, diyorum Öğretmenler Kurul Toplantılarında. İşin sırrı burada sanki.
Selâm ile
Kaleminize yüreğinize sağlık hocam .
👏🏻👏🏻👏🏻👏🏻
Durumu çok güzel açıklamışsınız sayın hocam. Eğitimin en önemli ayaklarından biri öğrenciyi iyi tanıyıp onunla doğru bir ilişki kurmaktan geçiyor bence de. Kaleminize sağlık.
Her çocuk kendi istidat, beceri ve yeteneğine göre yetiştirilse her alanda,üretimde ve kalitede çıtayı yükseltiriz. Ve neslimiz sevdiği başarılı olduğu işleri yapar. Bunu yakalayamıyoruz maalesef.
Ekrem hocam yüreğine kalemine sağlık. Ben kütüphanenin gördüm, derya gibi maşallah.
Harika bir yazı, kaleminize yüreğinize sağlık. Bütün öğretmenlerin okuması gereken bir yazı..
Eğitim maceranizi ilk defa duydum ve sizin adınıza çok üzüldüm. Maalesef bu tip öğretmenler piyasada hiç de az değil. Ben kampta çalışırken okuma yazma öğrenemeyen tüm coucuklari rehber öğretmenlere yönlendirir yakın takibe aldırirdım. Çok farklı hikayelere şahit oldum. Her şey öğretmenin liyakat ve vicdanında bitiyor. Yazınızı sıkılmadan merakla okudum nihayetinde taşı gediğine oturtmussunuz elinize sağlık. İhlâsla yazıldığı için inşallah tesirli olacaktır.
Eğitimin birinci önceliğinin topluma faydalı değerleri özümsemiş ahlâklı bireyler yetistirmek olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede gozardi edilecek tek bir cocugumuzun bile olmaması gerektiğini düşünüyorum. Her bireyin kendine has özellikleri olduğunu bilinen bir gerçek. Onun için her bir çocuğu kendi sartlarina ve yaşam tarzına göre değerlendirip ona göre yaklaşım sergilemek gerektiğini düşünüyorum. Öğretmenlik gönül işi bir meslektir. Ruhunu bedenini aklını bu işe vermedikten sonra bir insanın mesleğini hakkıyla yerine getirebileceğini düşünmüyorum. Öğretmen her çocuğu aile yaşantısı ile beraber iyice tanımalı ve ona göre yaklaşım sergilemelidir. Ağaç yaş iken eğiliyor. Yaş iken egitilemeyen ağaçlar ilerde kütük olup ayagimiza dolaşıyor malesef. Başta aileler olmak üzere toplumdaki eğitimci insanların özveriyle çocuklarımızı kazanmaya çaba harcaması elzemdir. Bu günün küçükleri yarının büyükleri olacağı için onlara toplum olarak ahlaki fazileti gorguyu vs bize yakışan her güzel şeyi aşılamak için çaba sarf etmeliyiz.
Çok etkileyici bir yazı olmuş hocam, birebir yaşadınız ve hayatınizin bir bölümünü çok etkilemiş anlasılan,yazınızı içim burkularak okudum,sizin durumunuzu yaşayan o kadar ögrenci var ki sayisini kimse bilemez,bu ülkede özellikle geçmiş yıllarda ne cevherleri kaybettik,bu çocuklar bizim hazinemiz oysa ki,yazınızın sonlarına doğru beni ilgilendiren bir bölümü de hüzünle okudum,Allah’ım diyorum öğretmenligimin ilk yıllarında keşfedemedigim çocuklar için ne olur beni affet,umarım sonraki yıllarda kayıplarımi telafi etmek için yaptığım çalışmalar ve yetiştirdiğim öğrenciler kefaret olmuştur.Saygilarimla
“Güneşe karşı gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar” evet bu ve benzeri durumlar bir çoğumuzun başına gelmiştir. Hâlâ aynı durumlar mevcut.Yüreğinize sağlık hocam.