Tarihte olağanüstü hadiseler ya da ezber bozan kişilikler bulunduğu topraklarda yeni liderlerin yeşermesine zemin hazırlar. Truvalılarla yapılan savaşta ahşap bir at inşa ederek şehre sızma fikriyle kral Odysseus’un ünü parladı. Büyük İskender’i büyüten azami derecedeki cesaretiydi. Fatih’in gemileri karadan yürütmesi ustaca bir fikirdi. Sultan, İstanbul’u alarak tarihe geçmeyi başardı. Fransız devrimi Napolyon’u doğurdu. Amerika Birleşik Devletleri iç savaş yaşarken Abraham Lincoln başbakan oldu. Çarlık Rusya’sı yıkılmasaydı ne Lenin’i ne de Troçki’yi tanıyacaktık. Lenin sonrası Troçki çıkan fırsatları tepince meydan Stalin’e kaldı. İkinci Dünya Savaşıyla Churchill hafızamıza yer etti. Sevr Antlaşması yeni bir devlet, yeni bir lider doğurdu. Şu bir gerçek ki liderlerin liderliklerinde ortak kabul ettikleri görülmemiştir. Tarihçi İsmet Bozdağ, bir Amerikan hikâyesi anlatır. Hikâyenin başlığı şöyle: “BOLİVAR İKİ KİŞİYİ ÇEKMEZ”
“John ile Tom bir birini seven iki arkadaştır. Bütün vurgunları birlikte yapmış iki gangsterdir. Bir gün bile birbirlerine dargın kalmamışlardır. Derken günün birinde bir trende altın taşınacağını haber alırlar. Planlarını yaparlar treni soyarlar. Trende altınları korumakla görevli olan muhafızlardan biri, açtığı ateşle Tom’un atını vurur. John tereddüt etmeden döner. Arkadaşını atının terkisine alır ve bildiği sapa yollardan geçirerek kaybolurlar. Sığındıkları mağarada akşam ateş yakıp yemeklerini yerler. Yemekten sonra altınları atının terkisinde taşıyan John, Tom’a dönüp niçin altınları bölüşmüyoruz diye sorar? Trendeki terslik gibi bir durum olursa, birbirimizden ayrılmak zorunda kalırsak, niçin hakkımız kaybolsun. Altınları bölüşelim ikimiz de kendi paramızın sorumluluğunu yaşayalım. John’un bu fikri Tom’un gözlerini yaşartır. Bu ne vefakâr arkadaşlıktır! Altını ortaya dökerler, John Tom’a ‘sen say ve paylarımızı ayır’ der. Tom saymaya başlar, Altın yığını küçüle küçüle biteceği sırada, Tom, alnına soğuk bir şeyin dayandığını hisseder. Bir de bakar ki John, silahını alnına dayanmıştır. Yüzünde katı bir kararlıkla ağır ağır konuşmaya başlar. ‘ Biliyorsun der, seninle bunca yıllık arkadaşız. Bugüne kadar birbirimizi incitmedik. Seni çok severim. Senden daha iyisi şöyle dursun, senin gibi bir arkadaşı ömrümün sonuna kadar bulamayacağımı çok iyi biliyorum. Ama ne yapayım artık atım Bolivar iki kişiyi çekmez.’ Der ve tetiği çeker.”
Geçmişte olduğu gibi yakın tarihimizde de iktidar savaşları, siyasi mücadeleler hep olagelmiştir. II. Abdülhamit’in azli Enver Paşa’yı tarih sahnesine çıkarmıştır. 1. Dünya Savaşı ve Sarıkamış felaketi Enver’in kendi felaketini doğururken imzalanan mütarekenin yıkımını tamir edecek ve iktidar boşluğunu dolduracak yetenekleriyle tevarüs etmiş genç subayları gün yüzüne çıkarmıştır. Aynı sınıfta ya da birkaç sınıf fark ile aynı harp okuluna okuyan bu genç subayların dostluğu vatanın kurtarılmasına kadar devam etmiş sonrasında derinleşen görüş ayrılıkları rekabete hatta düşmanlığa kadar dönüşmüştür. Tıpkı hikâyedeki gibi Bolivar iki kişiyi çekmemiştir. İttihat ve Terakkiden arkadaş olan Kazım Karabekir ile Enver’in görüş farklılıkları da kapanmaz bir gedik açmıştır. İki arkadaş olan İsmet İnönü ve Ali Fuat Cebesoy’da dargın hayatlarını tamamlamışlardır.
Bu yazıdaki amacımız milli mücadelenin kuruluşunda görev almış komutanların kendi aralarındaki tartışmalarında taraf olmak değil tarihi belgeler ışığında gerçekleri elimizden geldiği kadar ortaya koyabilmektir. Birilerinin yaptıklarını övmek diğerlerini yermek anlamına asla gelmemelidir. Bu yazımızda Kazım Karabekir’in kitaplarında tarihi olayları anlatırken silah arkadaşlarıyla ilgili düşüncelerine ve yazılı vesikalarına yer vermeye çalışacağız. İlkin Enver Paşa ile başlayalım. İki silah arkadaşın dostluğunu bozan kuşkusuz ülkenin kurtuluşundaki stratejilerinin farklılıktı. Karabekir, genelde yaşanan hadiseler karşısında temkinli hareket etmeyi düstur edinirken Enver’in gönlünde “sabır” diye bir kelime hiç yer etmemişti. Karabekir, bu nedenle fevri hareketlerinden dolayı Osmanlıyı savaşa dâhil eden Enver’i eleştirmekten geri durmamıştır.
“Her gün umumi harbin safhalarını haritaya tespit ile diğer istihbarat ile birlikte Leyman Paşa’ya ve Enver Paşa’ya fotrak ve şifa-i rapor verirdim. Almanların mütemadiyen Enver Paşa’yı harbe teşvik ettiklerini görüyordum. Bana bile Enver’e müessir olmam için rica ederlerdi. Ben Enver Paşa’ya her gün harbe girmemizin felaketli neticesini anlatır silahlı bitaraf kalmamızın faydalarını anlatırdım… İşler aldı yürüdü Enver Paşa’da Leyman Paşa’da sevinçlerinden kaplarına sığamıyorlardı. 14 Kasımda cihat ilan olundu. … Enver Paşa’ya iki teklif yaptım. “Mademki cihat ilan ettiniz bari kurmaylarınızı Türk yapın. Bu kış büyük hareketler yapmayın.”[1]
Karabekir’in yerinde tespitinin değerlendirmeye alınmadığını, 1. Dünya Savaşı’na girmemizle ve Çanakkale Savaşı’nın komutasının Alman Generali Liman von Sanders’e verilmesinden anlayabiliyoruz. Onun komuta heyetinde birçok Alman subayda haliyle görev almıştır. Karabekir, kış ayında yapılacak bir hareketin neticesinin ağır olacağını söylemesine rağmen Sarıkamış Harekâtı kış ayında yapılmış ve 90 000 Mehmetçiğimiz şehit olmuştur.
Her milletin tarihinde böyle gafiller görülmüştür. Bizim tarihimiz ise bununla doludur. Enver Paşa vaktiyle binlerce vatandaşlarının kahramanlık azmiyle kazanılan meşrutiyeti kolayca bir kaftan gibi omuzlarımıza aldıktan ve inkılapların doğurduğu gayri tabilik neticesi emeksiz birkaç büyük bir makamı işgal ettikten sonra hakikate karşı yalnız kör ve sağır değil, hatta düşman oldu. Çok yakından tanıdığım Enver Paşa veya böyle muhtelif rütbe ve makamların tecrübelerinden geçmemiş insanların birden bire başkanlığa atılmasının felaketini icap edenlere daha evvelinden söylemedim değil. … Başkumandan Enver Paşa’da, Sadrazam Talat Paşa’da, Anadolu’nun canını, malını el uğruna insafsızca, şuursuzca emdikten bitirdikten sonra ve Filistin’deki üç ordu gibi Musul’un güneyindeki Ali İhsan Paşa kumandasındaki 6’ncı ordumuzun tam yok olmasını da seyrettikten sonra 30 Ekim tarihli mütareke şartlarını okuyarak dört senelik gafletlerinin akıbetini de gördükten sonra kaçıyorlardı. Zavallı Anadolu! Yolsuz, parasız ve insanca zayıf bünyesiyle kimlerle pençeleşecekti?”[2]
Enver Paşa’yı Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde görev almış askeri ve siyasi bir karakter olarak görüyoruz. Karabekir’in ifade ettiği gibi hanedan damadı olması hasebiyle askeri ve siyasi merdivenleri bir çırpıda çıkmış olsa da makamlara çabucak ulaşmasını Enver Paşa’nın askeri ve siyasi alanda yeterliliğinin olmadığı şeklinde değerlendiremeyiz. Paşa, Farsça, Rusça, Almanca ve Fransızca bilen son derece entelektüel bir derinliğe sahip birisi. Manastır askeri idadisinde (lise) 6. sırada mezun olmuş, harp okulunu 4. sırada tamamlamış ayrıca Osmanlı ordusuna kurmay subay yetiştiren 45 kişilik kontenjana girmeyi başarabilmiştir. Bulgar, Rum ve Arnavut çetelerine karşı girişilen askerî harekâtta üstün başarılarından dolayı birçok nişan ve madalya ile ödüllendirilmiştir.
Enver Paşa, gözünü budaktan sakınmayan aksiyoner bir yapıya sahiptir. İttihat ve Terakki cemiyetinin askeri kanadında aktif görev almıştır. Başlatılan ihtilal girişiminde parmağı olduğu için saray tarafından Divan-ı Harb’e sevk edilir. İdam edilme ya da tutuklanma riskine karşı dağa çıkar ve oradan ihtilal çalışmalarını destekler. II. Meşrutiyetin ilan edilmesinde ve anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi yönündeki ateşli konuşmalarıyla “hürriyet kahramanı” namıyla anılmayı hak eder. 1909’da Berlin Askeri Ataşesi olarak görevlendirilmesiyle birlikte Almanların sosyokültürel yaşamlarını ve askeri sistemleri tanıma şansı bulur. Alman hayranlığının başladığı yıllar bu döneme rastlar. “1910 yılında Londra’da onuruna verilen bir yemeğe, çağrı üzerine Britanya’ya gider. Bu gezide “Türk Devrimcisi” olarak karşılanmış, İngilizler kendisine “İttihatçıların” yanında olduklarını belirtmişlerdi.”[3]
Abdülhamid düşmanlığı ile bilinen İngilizlerin, ittihatçıların yanında yer almasının kimin ya da kimlerin faydasına olduğu üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir meseledir. Bingazi ve Derne’deki başarılarıyla göz doldurur. Hatta burada kendi adına para bile bastırır. İtalyanlara karşı başarıları nedeniyle yarbaylığa yükselir. Balkan savaşı patlak verince İstanbul’da döner. Mevcut iktidarın ülkeye bir katkısının olmadığını düşünerek hükümeti devirmek için 23 Ocak 1913’de Bâb-ı Âli Baskını düzenleyenler arasında yer alır. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti askeri darbe ile iktidarı ele geçirmiş olur. Aynı yıl Edirne’yi Bulgarlardan aldığı için “Edirne Fatihi” unvanını alır. Bu unvanı ona albaylığın kapısını açar. Kısa bir süre sonra da generalliğe yükselir. Harbiye Nazırı olması hanedan damadı olması arifesine rastlar. Korgenerallikten sonra Kut ül- Amare zaferiyle de orgeneralliğe yükselir. Askeri üniformaları değiştirilir. Okuryazar oranın arttırılmasına çalışır. “enveriye yazısı” denilen bir alfabeyi uygulama koyarak Osmanlıca okunuşu kolaylaştırmaya çalışır.
Ordunun ıslahı için yaşlı subayları ordudan tasfiye ederek, genç subayları göreve getirir. Bu genç subaylardır ki ileri de Kurtuluş Savaşı’nı vermemizde önemli görevler üstleneceklerdir.
“Enver Paşa’nın Şarkta kurmuş olduğu ordular milli mücadelede elimizde taze kuvvetler ve teçhizat bulunmasını sağlamıştır. Kazım Karabekir Paşa’nın kumanda ettiği 15’inci kolordu 9’uncu ordunun birliklerinden meydana gelmişti.”[4]
Enver Paşa’nın Londra ziyaretine geri dönersek bir dönem ittihatçıları destekleyen, onları saraylarda ağırlayan İngilizlerin, 1. Dünya savaşı sonrası bu kez İttihat ve Terakki Cemiyetinin üyelerini tutuklama emrini çıkartması manidardır. Bu emir üzerine cemiyetin önemli isimleriyle birlikte Enver Paşa’da bir Alman torpidosuyla ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Fakat gittiği Berlin’de ailesiyle birlikte ömür boyu daha müreffeh bir hayat yaşama şansı varken o zorluğu seçer ve Ruslarla boğuşmak için Kafkasya’ya geri döner. İstanbul hükümeti tarafından rütbelerinin geri alınmasına, askerlikten çıkarılmasına hatta ölüm cezasına çarptırılmasına bile aldırış etmeyerek Ruslara karşı mücadeleye devam eder. 1921 yılında Ankara hükümetinin, Moskova’ya gönderdiği Türk delegeleriyle görüşmesinde milli mücadeleye katılmak isteği kabul edilmez. Yunanlıların bir ara Polatlı’ya kadar ilerlemeleri meclisin içindeki ittihatçılarda milli mücadelenin başına Enver’i getirme isteğini uyandırmışsa da kazanılan Sakarya Savaşı tüm bu istekleri hepten boşa çıkarır. Esasen Anadolu’da yürüyüp giden bir milli mücadele savaşında aykırı bir ses olmamak için kendisi de çok fazla ısrarcı olmaz. Hayatının son dönemini Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesi içinde geçirir. 4 Ağustos 1922’de bayram namazını kıldıktan sonra karargâhta düzenlenen törende askerleriyle bayramlaşırken bir Rus müfrezesinin baskınına uğrayarak şehit edilir. Cenazesi yıllar sonra cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in girişimleriyle Türkiye getirilir.
Enver Paşa’nın vatanseverliği kuşkuya yer bırakmayacak derecede barizdir. Bunu birde milli mücadele dönemindeki silah arkadaşlarından Rauf Orbay’dan okuyalım.
“Şuracıkta şimdilik kısaca söyleyeyim ki Enver fevkalade dürüst, efendi, namuslu bir adamdı. Hele her şeyin üstündeki vatanseverliğine toz kondurmak imkânı yoktur. Onun hakkındaki tek ithamda memleketi umumi harbe sokmasıdır. Bence bu ithamda varit değildir. Zira biz umumi harbe girmemiş olsaydık o zaman İngilizlerin müttefiki olan Ruslar Türkiye’ye girerlerdi. Biz eğer harbe girmemiş olsaydık, Rusya’da Bolşevik inkılabı olmaz, Çarlık idaresi devam eder ve bu idare hele bir büyük harbin galibi olunca öteden beri göz diktiği Boğazlar ve İstanbul’u mutlaka ele geçirmek yolunu tutardı.”[5]
Hiç de iyi bir tercih olmayan 1. Dünya savaşında Almanların yanında yer almamızın müsebbibi olan “Hürriyet kahramanı” Enver Paşa, Harbiye nazırı ve başkumandan vasfıyla Çanakkale’yi geçilmez yapanların arasında yer almış olsa da Sarıkamış faciası ne yazık ki tüm iyi meziyetlerini alıp götürmüştür. Vatan sevgisinden zerre kadar şüphe etmediğimiz Paşa’nın fevriliği ve ileri görüşlülüğünün kısalığı hem hayatının hem de devlet-i Âli’nin ömrünün kısalmasına sebebiyet vermiştir. Kazım Karabekir’in hayatının bir döneminde önemli bir yer tutan Enver Paşa’yı geride bıraktıktan sonra fay hatlarına çok dokunmadan kısmetse Paşa’nın milli mücadele dönemindeki yaptıklarına ve silah arkadaşlarıyla olan teşrik-i mesailerine değineceğiz.
[1] Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s.27
[2] Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s.36
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Enver Paşa
[4] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.60.
[5] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, Truva Yayınları, s. 30