Mustafa Kemal Paşa, askerlikten istifa etmek zorunda kaldığında bir hayli üzgündü. Kurmay görevlisi Kazım Dirik Atatürk’ün yanına gelerek:
Paşam siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra emrinizde vazifeme devam imkânım kalmadı. Evrakı kime teslim edeyim?
Rauf Orbay‘ın Kazım Karabekir Paşa‘ya yazdığı mektupta bildirdiğine göre; Atatürk bu sözleri duyduktan hemen sonra adeta yıkılmış ve rengi sapsarı kesilmişti. Paşa, Rauf’a dönerek şu sözleri serdetmişti:
Rauf, devlet makamının önemini gördün mü?[1]
Kazım Dirikten bir şok yiyen paşa diğer Kazım’ın geldiğini duyunca rivayet olunur ki tevkif edileceğini zanneder. Oysa durum farklıdır.
“Rauf Bey arkadaşını teselli edici sözler söylüyordu. Tam bu sırada bir yaver Kazım Karabekir Paşa’nın ziyarete geldiğini haber vermişti. Paşa, odaya girince Mustafa Kemal ve Rauf Bey ayağa kalkmışlardı. Karabekir Paşa adeta hazır ol bir vaziyette:
Ben ve kolordum emrinizdeyim, demişti. Bütün emirlerinizi eskisi gibi yerine getireceğimden emin olabilirsiniz, Paşam.”[2]
Karabekir ve diğer genç subayların şartlar her ne olursa olsun planlarının birbirlerini desteklemek üzerine kurduklarını anlıyoruz. Zira Karabekir’in verdiği desteğin aynısını Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve diğer komutanlarda da görüyoruz. Yeri gelmişken ifade etmemiz gerekir ki Mondros Mütarekesini imzalayan Rauf Orbay’ın ülkenin kurucu kadrosu içerisinde rol almasını tezat bir durum olarak görmemek gerekir. Zira mütarekeyi imzalamaktan başka bir çıkar yolu yoktu. Suriye ve Irak cephelerinde dağılmıştık. İngilizlerin güçlü ordularını durduracak durumda değildik. Filistin cephesinde de durum pek farklı değildi. İşgal kuvvetleri hudutlarımızdan içeri girmişlerdi. Payitaht işgal altındaydı. Birinci Dünya savaşında kaybeden devletlere ağır reçeteler sunmuşlardı. Almanya ile çok daha ağır bir antlaşma yapmışlardı. Rauf Orbay ülkenin nasıl bir cendereye sıkışmış olduğunun farkındaydı. Bu yüzden görev almak istememişti. Ancak ısrarlara fazla dayanamayıp görev almak zorunda kalmıştı. Mütarekenin her maddesinde tek başına karar vermemek için devamlı surette İstanbul’la görüşüyordu.
“Hele şu anda bütün memleketin, bütün vatandaşlarımın buradan haber beklediklerini hatırladıkça büsbütün bunalıyordum. Ne yapacaktım? İçinde bulunduğumuz bu pek kötü şartlar altında, en selametli yol hangisi idi? Buna kati karar vermek zamanı gelmişti.”[3]
Karabekir, Anadolu’ya geçtikten sonra Erzurum’da milli kongrenin toplanmasını sağlar. Kongredeki kararlardan dikkat çekici olanlardan birisi de şudur:
“Milletin kendi kaderini bizzat tayin ettiği bu tarihi devrede, merkezi hükümetimizin de milli iradeye tabi olması zaruridir. Çünkü milli iradeye dayanmayan herhangi hükümet heyetinin şahsi ve kendi görüşüne dayanan kararlarına itaat olunamayacağı gibi dışarıda da geçerli olmadığı ve olamayacağı şimdiye kadar yapılmış işlerin neticeleri ile sabit olmuştur. Binaenaleyh, milletin içinde bulunduğu endişeden kurtulmak çarelerine bizzat girişmesine lüzum kalmadan merkezi hükümetimizin milli meclisimizi hemen gecikmeden toplaması ve bu suretle memleket ve milletin mukadderatı hakkında alacağı bilcümle kararları milli meclisin denetime arz etmesi mecburidir.”[4]
Alınan bu kararda milli iradeye vurgu yapılması, mütarekeden dolayı kapalı olan meclisin açılmasının istenmesi, merkezi hükümetin gereğini yapmadığı takdirde itaat edilemeyeceğinin ifade edilmesi önemlidir. Yalnız Erzurum Kongresinin tertiplenmesi Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından hoş karşılanmamış olacak ki Anadolu’ya 3. Ağustos 1919 tarihli bir yazı göndermiştir.
“Osmanlı ahalisini kongre namıyla yer yer toplantıya teşvik ve manasını tekrara gerek olmayan beyannameler neşreylemesine ve Doğu Anadolu vilayetlerinin her yerinde kaza(ilçe) liva(vilayet-ilçe arası teşkilat) ve vilayet temsilcilerinden oluşan toplantı yapılmasına meşru bir hal demek için “Devlet” kelimesinin delalet ettiği manadan gafil olmak lazım gelir. Çete tertibatı suretiyle Trablusgarp muharebesinin devam ettirilmesi Balkan Harbi’ni doğurup dünkü tebaamız olan küçük kavimlerin İstanbul kapılarına kadar gelmesiyle neticelendi. …şu nazik ve zor zaman zarfından hükümetin icraatını zorlaştıran ve bu sebeple vatanın büyük menfaatlerini ve milletin mühim hukukunu bozabilen hallerden kaçınmaları lüzumu yüksek huzurunuzda izaha lüzumu olmamakla beraber halin icaplarına uygun hareket edilmesi ve her tarafta kanuna uyulması, icap edenlere tebliğ edilmesi için bu tezkere takdim edildi.”[5]
Damat Ferit’in yazdığı uzun yazıdan aldığımız bu bölümde aslında paşanın vermek istediği mesajda kongrelerin gereksiz olduğu, bu uğurda yapılan mücadelenin hafife alındığı daha da ötesi yapılan işin çete hareketinden farksız olduğunun belirtilmesidir. Mütareke ile birlikte itilaf devletleri ülkedeki silah ve cephaneye el koymaya başlamışlardı. Bu konuda İstanbul hükümetinin zorluk çıkarmaması için silahların teslimi talebini İngilizler Babıali’den talep etmişti. Harbiye nezaretinin uygun gördüğünü hatta İzmit depolarını emirle teslim ettirdiğini belgelerden anlıyoruz.
“Kara Vasıf Bey, İstanbul’dan bunu Hey’et-i Temsiliye’ye haber veriyor ve ‘Cephaneler ya dâhile nakil edilsin veya milli kuvvetler tarafından muhafaza olunsun teklifinde bulunuyor. Heyeti temsiliye 24 Şubat 1920’de bana yazarak mütalaamı soruyor.’ 26’sında Heyeti Temsiliye’ye de cevap verdim: İngilizlerin silah ve cephanemize el koymakla hakkımızda takip ve tatbik etmek istedikleri siyaset malum olduğundan tabii hiç bir şey teslim edilmemesi gerekir. Acizlerince bölgem dâhilinde bir tek cephanenin bile elden çıkarılmaması sebepleri temin edilmiştir. Bunu Harbiye Nezareti’ne ve Kolordulara da bildirdim. Her bölgede bu tedbir yapılmalıdır. Bunun için derhal nakilleri ve bu esnada herhangi bir müdahaleye şiddetle mukabele olunması lazımdır.” [6]
Karabekir’in silah ve cephanelerin işgal kuvvetlerine teslim edilmemesi hususundaki kararlı tutumu, bunu Harbiye Nezareti’ne ve kolordulara bildirmesi ne yapılması hususunda ilgili birimleri yönlendirmesi neticesinde Anadolu’ya birçok silah ve cephane gelmiştir. Rauf Orbay’ın anlattığına göre birçok silah ve cephaneyi toprağa gömenlerden birisi de Enver Paşadır.
“Enver Paşa, savaşın kaybedileceğini kestirince ülkenin istila edilmesi halinde gerilla savaşı yapılabilmesi için bazı yerlere silah yerleştirmiştir. Bu silah yerleştirilen yerlerden biri de Kuşçubaşı’nın çiftliği idi. Hem silahlar hem altınlar son derece özen gösterilerek gömülmüşlerdir. Anadolu’nun mukavemetine karar verilince ben bu altınları ve silahları Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verdim.”[7]
Yapılan kongrelerden sonra oluşturulan Heyeti Temsiliye’deki kurucu kadronun hemen hemen tamamının yeni meclisin Anadolu’da açılmasını istediğini, ancak Karabekir’in, bu konuda biraz farklı düşündüğünü anlıyoruz. “İstanbul’da meclisin toplanmasını ben milli harekâtımız hesabına daha hayırlı görüyorum. Çünkü milletin istiklalini bozacak bir sulhu Meclis-i Mebusanın kabul etmeyeceğine şüphe olmamalıdır. Hususiyle kongrelerde bu hususu celadetle müdafaa ve kabul eden birçok arkadaşlarımız bu sırada orada bulunacaktır. Meclisin cebren dağıtılacağına ve hakaretlere maruz kalacağına şüphem yoktur. O zaman milli meclisimizin kendiliğinden Anadolu’da toplanacağı tabii olur. Artık hadiseyi gözüyle gören millet de bize yardımcı olur.”[8]
Hadiseyi bir de Rauf Orbay’dan dinleyelim.
“Tahminimin tahakkuk edeceğinden emin olunuz. En geç kabul edilmeyecek bir sulhu reddedişimizle bunu yapacaklardır. Der Kazım Karabekir. Ben dayanamadım. O anda zihnimde peyda olan bir fikri açığa vurmak zaruretini duyarak dedim ki. ‘İngilizlerin bunu yapmamaları ihtimaline karşı bu işi behemehal tahakkuk ettirmek için ben, tehlikeyi kabul ediyorum. İstanbul’a Meclise gideceğim ve dediğiniz olmazsa Anadolu’da Milli Hükümeti kurmaya muvaffak olmanız için Meclisin ortasında bomba patlatarak kendimi feda edeceğim… Kazım Karabekir Paşa, ani bir hareketle koltuğundan kalkarak karşıma geldi ve yüksek alnından bir kere daha öperim diye büyük bir samimiyetle boynuma sarıldı ve şu sözleri söyledi.
‘Milli kahramanlıktan çekinmeyeceğini emsaliyle bilirim. Siz gidiniz fakat orada acele etmeyiniz. İngilizler bu işi kendiliklerinden yapacaklarından şüpheniz olmasın. O zaman alacağımız ‘Rauf da hapsedildi, İstanbul’dan sürüldü’ haberi benimde ruhumda yaralar açar. Sana çok acırım. Fakat sen vatanseverlik heyecan ve aşkıyla Milli Hükümetin doğuşuna mühim bir amil olursun.’ [9]
Karabekir’in bu görüşü Heyeti Temsiliye tarafından ittifakla kabul edilir ve hakikaten Paşa, kısa bir süre sonra haklı çıkar. İstanbul 16 Mart 1920’de itilaf devletleri tarafından işgal edilmesiyle birlikte Meclis kapatılır. Birçok milletvekili tutuklanıp Malta’ya sürgüne gönderilmesi meclisin Ankara’da açılmasına meşru bir sebep oluşturur. Herhangi bir sebep yokken meclis Ankara’da açılmış olsaydı Anadolu’da başlatılan harekâtın ikilik çıkardığı propagandası yapılacak, ortada mevcut bir hükümet ve meclis varken yeni bir oluşum iyi karşılanmayacaktı. Karabekir’in öngörüsü sayesinde Ankara’da kurulan meclis meşru ve hukuki bir zemine oturtulmuş oldu. Kaderin bir cilvesi Karabekir’in ‘Rauf da hapsedildi’ sözü de gerçekleşir ve Rauf Orbay meclis işgal edildikten sonra Malta’ya sürülür.
İstanbul’da meclis işgal edildikten bir gün sonra Kazım Karabekir 17 Mart 1920’de Heyeti Temsiliye’ye şunu teklif eder:
“Milli meclisin derhal Ankara’da açılması noksan mebuslar için çabuk seçim yapılması.”[10]
Mütareke sonrası İngilizler ajanları ve yerli hafiyeleri sayesinde vatansever önemli şahsiyetlerin bir kısmını “Bekirağa Bölüğü” denilen cezaevine yahut da Malta Adası’na sürgüne gönderiyorlardı. Sürgüne gönderilenlerin arasında sadrazamlık, meclis başkanlığı, şeyhülislamlık ve önemli askeri rütbelerde bulunmuş birçok kişi de buluyordu. 1919’dan 1921 yılının sonlarına kadar devam sürgün döneminde 147 Türk bulunuyordu. Tutuklanma gerekçeleri “İngiliz Savaş esirlerine kötü davranmak, mütareke anlaşmasını çiğnemek, Ermeni tehciri gibi bir takım suçlar ise de bunlarla ilgili ellerinde bir delil olmadığı için hukuken bir türlü yargılama yapamıyorlardı. Delil yetersizliği ile birlikte Malta’daki sürgünlere mukabil Anadolu’da İngiliz esirlerin tutulması bir esir değişimine neden olmuştur. Bu konuda Kazım Karabekir’in yaptığı bir uygulamanın da etkili olduğu muhakkak.
“16 Mart’ta İstanbul’un işgali ve Meclisin basılması üzerine birçok mebuslarımız ve diğer kişiler Malta’ya götürülmüşlerdi. Buna karşılık bizde Erzurum’daki Rawlinson’u rehin tutmuştuk. 10 Temmuz’da karargâhımı Horum’dan Hasankale’ye naklettiğim gün Rawlinson’dan bir teklif aldım. Malta’daki esirlerle değiştirilmesini rica ediyordu. Rawlinson’u kaçırmak için İstanbul’daki İngiliz makamları çok uğraştılar. Fakat her teşebbüslerini vaktinde haber aldığımdan başarılı olamamışlardı. Nihayet bizim için hayırlı ve sevinçli olan bu tarza dönmek zorunda kalmışlardı. Malta’daki arkadaşlarımızın kurtulmaları Lord Curzon’un kardeşi Rawlinson’un elimizde bulunmasından ileri gelmiştir.”[11]
Heyeti Temsiliye İstanbul hükümetiyle iletişimi koparmamak için çok uğraşmıştır. Ancak aldıkları kararlar nazar-ı dikkate alınmadığı gibi padişahında olup bitenden pek haberi yok gibidir. Rauf Orbay, durumu şöyle özetler:
“Telgraf memurlarının da bütün uğraşmalarına rağmen Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın çıkardığı zorluklar yüzünden, hiçbir kolordu kumandanı sarayı bulup telgrafını padişaha ulaştıramıyordu. Damat Ferit Paşa İstanbul’a çekilen telgrafları almış lakin padişaha gösterilmesini istemiyor ve her hangi bir yoldan ulaştırılmasına da mani oluyordu. Vaziyet bu şekli alınca kongre heyeti imzasıyla Sadrazam Ferit Paşa’ya şu telgrafı çektik.
Vatan ve milletin hakları ile mukadderatını ayakları altına alarak Zat-ı Hazret-i Padişah’ının şeref ve haysiyetini ihlal ile gafilce teşebbüs ve hareketleriniz tahakkuk eylemiştir. Milletin Padişahımızdan başka hiçbirinize emniyeti kalmamıştır…”[12]
Son bir yazıyla daha devam edecek…
[1] Mustafa Kemal Atatürk’ün zor imtihanı: ‘İki Kazım’ meselesi | Independent Türkçe (indyturk.com)
[2] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.125.
[3] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, s.136
[4] Kazım Karabekir, İstiklal Harbinin Esasları, s. 103.
[5] Kazım Karabekir, İstiklal Harbinin Esasları, s. 117.
[6] Kazım Karabekir, İstiklal Harbinin Esasları,
[7] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, s.15
[8] Kazım Karabekir, İstiklal Harbinin Esasları, s. 174.
[9] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, s.275,276.
[10] Kazım Karabekir, İstiklal Harbinin Esasları, s. 217.
[11] Kazım Karabekir, İstiklal Harbinin Esasları
[12] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, s.232.