Bugünlerde asla karşılaşmak istemediğimiz bir soru: “pozitif misin?” Türkçe Sözlük’te “olumlu, negatif karşıtı” olarak anlamlandırılan pozitif kelimesinden bu kadar korkuyor oluşumuz bütün dünyayı kasıp kavuran ve insanı hayati açıdan tehdit etmekte olan salgın illetinden kaynaklanıyor hiç şüphesiz.
Eskiler bunu “müspet” kelimesi ile karşılar. Bütün olumlu duyguları ve durumları içinde barındıran bu kelime de maalesef benzerleri gibi “dedelerin dili”nde kaldı. Pozitif kelimesi salgınla birlikte hayatımıza bu kadar girmeden önce pek çoğumuz tarafından “hayata olumlu bakabilme, olayları iyi tarafından yorumlama, bardağın dolu tarafını görme” olarak algılanıyordu. Bir diğer deyişle yaşama sevinci…
Pollyanna diye bir kitap okumuştum çocukken. Hatta çizgi filmi de vardı. Bugün de çocuklar tarafından beğenilerek okunan bu kitap çocuk edebiyatının klâsiklerinden kabul edilir. Kitabın ana kahramanı olan Pollyanna aynı zamanda çok iyimser kişilere takılan bir ad olmuştur. Pollyanna’nın en üzüntü verici ve sıkıntılı durumda dahi, iyimserliğini kaybetmeyip, mutlu olmayı becerebilmesi, etrafındakileri şaşkına çeviriyordu. Pollyanna’nın “Mutluluk Oyunu”nu ucuz görenler olabilir ancak unutulmaması gereken bunun bir bakış açısı olduğudur.
Hangi kültür veya inanca sahip olursa olsun insanlar da bu noktada iki sınıfta değerlendirilebilir: olumsuzluklar karşısında “pozitif” kalabilenler, en küçük bir sıkıntıda dünyası başına yıkılanlar. Kişinin kendini mutlu/mutsuz etmesi çoğu zaman kendi elindedir. Tebessüm etmek için de ağlamak için de sayısız sebepler vardır. “Huzur da beş harfli, hüzün de beş harfli” demiyor mu şair?
Kültürel ve manevi kodlarımıza baktığımızda da “pozitif” kalmakla ilgili pek çok referans bulabilmek mümkündür. “Düşüncen konuşmana, konuşman hareketine, hareketin kaderine yansır. Güzel düşün, güzel yaşa.” der Hazreti Mevlana ve ekler: “Kime kötü gözle bakarsan bil ki kendi varlık dairenden bakmaktasın, sen fenâ olduğundan onu fenâ görmektesin. Eğri merdiven basamağının gölgesi de eğri olur.” Güzel görmek güzel düşünmenin de kapısını aralayacaktır.
Batı medeniyetinin icat ettiği ve bugün insanların pek çoğuna acı ve gözyaşından başka bir şey kazandırmayan neo-merkantilist politikalardır. Ne kadar çok şeye sahip olursak, ne kadar çok tüketirsek o kadar mutlu olacağımızı söyler bize Batı. Esasında durum hiç de öyle değildir. Zira “ihtiyaç” olmayan “ihtiyaçlar” sonsuz ve sınırsızdır.
Razi, insanın tutkularının insanı kolay ve bayağı hazlara ittiğini; tutkularının peşinden koşan insanların da mutluluğu ararken acılara boğulduğunu ifade eder. “İnsanoğlunun iki ovası olsa bile üçüncü bir ovayı ister.” dememiş miydi kutlu nebi? Kendi hayatında da nice ıstıraplar yaşamış buna rağmen hayata küsmemişti. Çocuklarını, eşini kendi elleriyle toprağa vermişti; yokluk, kıtlık ve açlık da çekmişti; insanlardan bazıları onu yalanlamıştı da. Bütün bunlara rağmen ümidini hiç yitirmemişti.
Öyleyse insana ve özellikle Müslüman’a “pozitif” olmak yakışır. Mutsuzluğun bir sebebi olan geçmişin elemleri ve geleceğin endişelerinden sıyrılmanın yolu da kişinin manevini yönünü takviye etmesinden geçer. “Olanda hayır vardır”, “Bu da geçer ya hu!” ne güzel sözlerdir.
Evet Hadisi Şerif sehven o şekilde yazılmış. Doğrusu: “İnsanoğlunun iki ova / vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister.” Razi için bkz.: https://islamansiklopedisi.org.tr/razi-ebu-bekir