Önce devletlerin harici ve dâhili politikaları ile alakalı bazı belirlemeler yapacağız.
Uluslararası siyasette, devletlerin birbirleri ile olan münasebetlerinde, bazı kereler dostane, bazı kereler hasmane, bazı kereler dostane görünümlü hasmane, bazı kereler de hasmane görünümlü dostane ilişkiler mevcuttur. Bu ilişkilerin hakiki mahiyeti ve geri planında yaşananlarla alakalı bilmediklerimiz bildiklerimizin onlarca katı fazladır.
Bazı devletler arasındaki ilişkilerde, görünen politikalarla şekillenen algılar ile gerçek olgular çelişebilmektedir. Bütün bunların sebepleri, söz konusu ülkeler arasındaki gizli ve örtülü münasebetlerin ayrıntılı olarak bilinememesidir.
Bazı devletlerin, insanlığın ortak paydası olan ilkelerle bütünleşmiş oldukları yönünde algılar oluşmuştur. “Demokrasi”, “hürriyet”, “hukuk devleti”, “insan onuru”, “hümanizm”, “adalet”, “eşitlik” gibi kavramlar bunlardan bazılarıdır.
Bazı etkili çevreler, bu ilke ve kavramlarla bütünleşen ya da bütünleşik görünen Batılı devletlerle, “haksızlık”, “zulüm”, “despotizm”, “terör”, “işgal”, “insan hakları ihlalleri”, “adaletsizlik” gibi kavramları bir araya getirmezler; bunları bu devletlere yakıştırmazlar.
Biri kişi, bu devletlerden birisi ile “terör”ü ilişkilendirmek istediğinde, çok kalabalık ve etkili çevrelerden itirazlar gelir; “sen ne demek istiyorsun, bu devlet, hürriyet ve adaletin hâkim olduğu devlettir; senin söylediklerin iftira ve bühtandır” şeklinde itirazlar ortaya atılır.
Çünkü bu devletler, kendilerini burada sözü edilen insanlığın kıymetli ilke ve değerleri ile o kadar bütünleştirmişlerdir ki, “yaygın algı olarak” bu değerlerle bu devletler arasında bir ruh-cesed bütünlüğü ortaya çıkarılmıştır. Olgular farklı da olsa, yaygın algılar bu yöndedir.
Oysa çoğu kereler özellikle gizli mahfillerde yürütülen ilişkilerle şekillenen fiili pratikler, bu mutlak bütünleşmenin sanıldığı şekilde doğru olmadığını göstermektedir.
Medeni(!) Devletlerle Terör Örgütleri Arasındaki İlişki: Vekâlet Savaşları
Bazı Devletlerle terör örgütleri arasındaki ilişkiler de çoğu kereler “şeffaf” değildir. “Çoğu kereler” diyorum; çünkü bazı kereler bazı devletler, terör örgütlerini doğrudan bizzat sevk ve idare ederler, onlara her türlü lojistik destek sağlar, onların eylemlerini yönlendirirler.
Amerika ile PYD-YPG terör örgütleri arasındaki ilişkiler, tüm dünyanın gözü önünde, çok açık ve nettir. PYD ve YPG, PKK terör örgütünün mutlak uzantılarıdır. Ama Amerika, özellikle PKK’nın adını anmaz, bu örgüt benim “terör listemde” yer almaktadır der. Fakat PYD ve YPG, PKK’nin mutlak uzantısı, sadece ismi değiştirilmiş farklı tezahür şekli olduğu, bu çok sarih olarak bilindiği halde, Amerika, PKK ile mesafeli imiş görüntüsü vererek, bu terör örgütünün mutlak uzantılarını bizzat yönlendiriyor. Kısaca bu iki terör örgütü ile Amerika arasında tam bir BÜTÜNLEŞME; BİRLİKTELİK söz konusudur.
Amerika ile PKK arasındaki ilişkiler perdeli, örtülü olduğu halde, Amerika ile PYD ve YPG arasındaki ilişkiler çok açık ve nettir.
Bu ilişkilere ilişkin belirlemelerden sonra şunu çok net bir şekilde ifade edebiliriz:
Amerika ile PYD ve YPG arasındaki ilişkiler çok açık ve net olduğuna ve PYD ve YPG de, PKK’nın mutlak uzantısı olduklarına göre, Amerika ile PKK arasındaki ilişkiler perdeli ve örtülü gibi görünse de, Amerika-PYD-YPG ilişkileri, Amerika-PKK ilişkilerini çok sarih hale getirmektedir. Artık bu şartlarda, Amerika-PKK ilişkileri, perdeli imiş gibi görünen çok açık ve belirgin bir ilişkidir.
Bir hususa değinmek istiyorum. Batılı güçler, bir terör örgütünü kurdurduktan sonra, onunla açık ilişkiler yürütüyorlarsa, her ne kadar terör örgütü özelliklerini haiz olsa da, bu devletler, bu örgütü, “bağımsızlık ve hürriyet savaşçıları” adını takarak masumlaştırıyorlar. “Bağımsızlık ve hürriyet savaşçıları” olarak niteledikleri bu terör örgütü aracılığıyla bazı ülkeleri işgal ediyor, bazılarını parçalıyor, bazı ülkelerin içini karıştırarak kaos çıkarıyorlar.
Müstemleke devletleri, aslında hiçbirisi meşru olmayan terör eylemlerini, “bağımsızlık ve hürriyet savaşçıları” nitelemesi yaparak meşrulaştırma yoluna gidiyorlar. Benzer bir vakanın kendilerine karşı gerçekleştirildiğinde, bunları %100 terör örgütü olarak niteliyorlar.
Bunun bir başka bariz misalini El-Kaide-Amerika ilişkiler teşkil etmektedir. Amerika, Afganistan’daki Sovyet güdümündeki rejimi yıkmak için “bağımsızlık ve hürriyet savaşçıları” olarak nitelediği El-Kaide örgütünü, Amerika’da 11 Eylül 2001 günü ikiz Kule saldırılarını gerçekleştirdiğini iddia ederek, en tehlikeli terör örgütü olarak ilan etmiştir.
Vekâlet Savaşları “Süsleme”si
“Vekâlet” kelimesi, esasen ilk bakışta “olumlu”, “süslü” ve “sevimli” bir manaya sahip gibi görünüyor. Yani “vekâlet”, hayırlı bir işin yapılması için bir kişiye vekâlet verilmesi, verilen vekâlet yoluyla bir kişinin hayırlı olacağına inanılan bir işin yapılması konusunda yetkilendirilmesidir. Ama bu yöndeki bir kanaat eksiktir. Bazı kereler şerli, kötü işlerin yapılması konusunda da vekâlet ilişkisi söz konusu olabilmektedir.
Vekâlet, bazen formel, resmi bir ilişki yoluyla gerçekleşebilirken, bazı kereler fiili ve informel yetkilendirme şeklinde de gerçekleşebilmektedir. Bu sebepledir ki, önemli olan formel olsun ya da olmasın, bir vekâlet ilişkisinin mevcut olup olmamasıdır.
Hür, demokratik, çağdaş, medeni ülkeler olarak bilinen başta Amerika olmak üzere, çoğu müstemleke ülkeleri, bir kısmı ile gizli kapaklı fiili, informel ilişkiler, bir kısmı ile de sarih şekilde yürütülen fiili, informel ilişkiler kurarak, bazı bölgelerde terör örgütleri aracılığıyla “Vekâlet Savaşları” yürütürler.
Bu ilişkiler kapsamında savaşı yürütenler, görünürde terör örgütleridir. Ama hakikatte, savaşı sevk ve idare edenler, bu örgütleri fiilen yetkilendiren müstemleke güçleridir. Perde gerisinde, kendilerini, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, insan onuru, hümanizm gibi kavramlarla, insanlığın ortak değerleri ile bütünleştiren ülkeler vardır.
Terör örgütleriyle vekâlet savaşlarının yürütülmesinde, ülkelerin görünen kimlikleri ile gerçek kimlikleri arasında çelişkiler söz konusudur. Bu tür ülkelerin algısal olarak görünen ve bilinen kimliklerini, “demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, insan onuru, hümanizm gibi kavramlarla, insanlığın ortak değerleri ile bütünleşen ülke” görüntüsü oluşturur.
Bu ülkelerin gizlenen gerçek kimlikleri ise bütün bu insani değerleri yok eden terörle ilişkili görüntülerdir. Burada, hakikatte terörle bütünleşik vahşi kimliğin, insancıl görünümlü kimlik vasıtasıyla perdelenmesi durumu söz konusudur.
Amerika, PKK ve uzantıları ile bir kısmı gizli, bir kısmı açık olarak ilişkilerini yürütürken, diğer medeni görünümlü ülkeler de, değişen ölçülerde, bir kısmı sarih bir kısmı gizli mahfillerde bu örgütlerle ilişkiler yürütmektedir.
Hatta zahiren çok çelişik menfaatlere sahip görünen ülkeler bile, bu terör örgütlerine destekler verebilmektedirler. Amerika ile birlikte Amerika’nın en büyük rakibi ve düşmanı olarak bilinen Rusya’nın PKK ve uzantılarını desteklemeleri, bu yöndeki belirlememizin en bariz misalini oluşturmaktadır.
Benzer şekilde, çoğu bölgesel meselelerde İran, İsrail ve ABD’nin en büyük düşmanı olarak bilinmektedir. Bu katı düşmanlık görüntüsüne rağmen, İran, ABD’nin mutlak güdümünde olan terör örgütü PKK ile Irak’ta iş birliği içine girdi. Bu kirli ilişkiler, daha önce Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından TBMM kürsüsünde “İran sınırı boyunca silahlı örgüt kampları ve İran içinde PKK uzantıları bulunuyor” şeklinde sarih olarak ifade edildi.
Terör örgütü PKK’ya ABD’den sonra İran’dan da büyük destek söz konusu. Daha önce, ABD’nin terör örgütü PKK’ya direkt hava savunma sistemi ve radyasyon füzesi verdiği ortaya çıkmıştı. Şimdi de İran, Türk İHA/SİHA’larını durdurmak için Şii gruplar aracılığıyla PKK’ya 50 tane kamikaze drone gönderdi. ABD PKK’lı teröristlere İHA eğitimi veriyor, İran’da Kamikaze dron veriyor. PKK da aldıkları kamikaze dronlarla Gara’ya geidiyor.
Amerika ile İran’ın birbirlerine karşı düşman görünümlü olmaları, PKK’ya birlikte destek vermelerine mani teşkil etmiyor. Her biri, bu örgütü kendi çıkarı için kullanıyor.
Amerika ile başlangıçta yarı gizli yarı açık ilişkisi bulunan bir diğer terör örgütü de, El-Kaide’dir. El-Kaide, 1980’li yıllarda, Afganistan’da işgalci Rusya’ya ve Rusya’nın güdümündeki rejime karşı CIA tarafından kurduruldu. İlk kurulduğu yıllarda, hem Amerika-El-Kaide ilişkileri sarih olarak bilinmekte, hem de bu örgüt, Afganistan’da Amerika’nın menfaatlerine göre eylemler gerçekleştirmekte idi.
Yıkılması hedeflenen Afgan rejimi yıkıldıktan sonra, El-Kaide uzunca süre gizlendi. Amerika-El-Kaide ilişkilerinin üzeri örtülüp unutturulduktan sonra, 11 Eylül 2011 tarihinde Amerika’da İkiz Kulelere yönelik saldırının El-Kaide tarafından gerçekleştirildiği belirtildi.
İkiz Kulelere saldırı ile El-Kaide ilişkisinin kurulması ile birlikte Amerika ile bu terör örgütü arasındaki pozisyonlar değiştirildi. Çünkü Amerika’nın menfaatleri, bu pozisyon değişikliğini lüzumlu ve zorunlu kılıyordu. Bu pozisyon değişikliği ile Amerika ile EL-Kaide arasındaki samimi ilişki, hasmane görünümlü ilişkiye dönüştürüldü. Bu dönüşüm görüntüsü, bazı çevrelerce kabullenildi; kimse geçmiş hikâyeleri karıştırmadı; çünkü bu yeni pozisyonu işlerine yarayışlı görüyorlardı.
DEAŞ’ın Moskova’daki Saldırıları ile Amerika Arasındaki İlişkiler
22 Mart 2024 günü Moskova’daki bir konser salonuna (Crocus City Hall) silahlı saldırı düzenlendi. Yapılan açıklamalara göre saldırılarda 143 kişi öldü, 182 kişi yaralandı. Bu terör saldırısı, Rusya tarihinin en büyük terör saldırılarından biri olarak kayıtlara geçti. Bu saldırılar, çoğu etkili çevreler tarafından “Rusya’nın 11 Eylülü” şeklinde değerlendirildi.
Bu saldırıyı DEAŞ-Horasan terör örgütü üstlendi. Yakalanan saldırganların dördünün Tacikistan vatandaşı oldukları bildirildi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “(asıl) ilgilendiğimiz, saldırıların kimin işine yaradığı. Suçu kimin işlediğini biliyoruz, şimdi kimin emir verdiğini bilmek istiyoruz” dedi.
Putin, bu açıklamalarıyla, aslında bu saldırının arkasında ABD ve onun koordinesinde Ukrayna’nın olduğunu “ima” yoluyla ifade ederek, “bu emir, Ukrayna’dan mı geldi, yoksa Amerika’dan mı geldi onu öğrenmek istiyorum” demeye getirmiş oldu.
Putin’in bu imasını çok iyi anlayan ABD’li ve Ukraynalı yetkililer, Rusya’nın bu suçlamalarını resmi olarak derhal reddettiler.
Peki, Putin bu açıklamayı neden yaptı; bir bildiği mi var? diye bir soru akla takılıyor.
Bu sorunun cevabının, Putin’i haklılaştıran iki yönünün mevcut olduğu söylenebilir.
Birincisi, ABD iki hafta önce Moskova’da büyük etkinliklerin hedef alınabileceğine dair bir uyarı yayımlamıştı. Bu uyarıya bağlı olarak, Amerika, kendisinin yönlendirmediği, esasen çok gizli tutulan bu bilgiyi nereden öğrendi? sorusu hemen akla takılıyor.
Bir diğer soru; Amerika bu istihbaratı paylaştığı halde, Rusya bu terör eylemini niçin önleyemedi? Bu sorunun cevabı da, bu eylemin en üst düzeyde profesyonelce yabancı istihbarat birimlerini destekleri ile gerçekleştirildiği izlenimini güçlendiriyor.
İkincisi, Putin, alelade bir devlet başkanı değildir; 1975 yılında Rus İstihbarat Servisi KGB’de görev alan bir kişi; yani eski istihbaratçıdır. Uzun yıllar üst düzey görevler yapan Putin, 1998-1999 yıllarında, Rusya Federal Güvenlik Servisi başkanlığı yaparken, aynı zamanda, Sovyetler Birliği sonrasındaki yeni Rusya’nın Politbürosu olarak adlandırılan Rusya Güvenlik Konseyi sekreterliği görevini yürüttü. Kısa süreli başbakan yardımcılığı görevinden sonra, 2000 yılından bu yana, başbakanlık ve Devlet Başkanlığı görevlerinde bulundu.
Bütün bu istihbarat, üst ve en üst düzey görevler karışımı işleri yapan Putin’in bu tespitlerinin yabana atılır bir yanının olmadığını söylemek gerekir.