DEAŞ Terör Örgütü ile Amerika Arasındaki İlişkiler.
Burada, elbette ki, terör örgütlerinin çeşitli bağlantıları, çoğu kereler el yordamıyla, çeşitli pazılların bütünleştirilmesi ile belirginleştirilmeye çalışılır. Her türlü ilişkilerin formel, resmi ilişkilerle net bir şekilde belirginleştirilmesi mümkün değildir.
Bir diğer ifadeyle, ülkelerin diğer devletlerle ve terör örgütleri ile olan ilişkileri resmî formel ilişkilerden ibaret değildir, asıl güçlü ilişkiler, gayrı resmi, informel, illegal ilişkilerle şekillenmektedir. Bu ilişkileri, salt resmi ilişkilere indirgeyen kişilerin basiret gözü körelmiş demektir. Bu gözle ilişkilerin hakiki kimliği ortaya konulamaz.
Aşağıda belirteceğimiz hususlar, DEAŞ’ın gerçek kimliğini ele vermektedir.
(1) Putin’in saldırı ile alakalı yaptığı açıklamada şu ifade dikkat çekici:
“(Asıl) ilgilendiğimiz, saldırıların kimin işine yaradığıdır”.
Bu vurgu, saldırının arkasındaki güce yönelik bir iz ve izlenim vermektedir.
Bir kere bu saldırının İslam’ın lehine olduğunu söylemek mümkün değildir. Rusya’nın aleyhine olduğu zaten çok zahirdir. O zaman tamamen Amerika ve müttefiklerinin işine yarayan bir eylemin varlığından söz etmek gerekir.
(2) DEAŞ’ın, bir İslâmî terör örgütü olduğu çok vurgulu bir şekilde belirtiliyor.
DEAŞ’ın gerçekleştirdiği her bir kanlı katliamlı terör eylemi, İslâm’a mal edilmek istenmektedir. Bu eylemler vasıtasıyla, İslâm’ın, vahşice gerçekleştirilen katliamları meşru gören, terörle mutlak bütünleşen bir din olduğu yönünde güçlü algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu çabaların geri planında, “kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımayan, sınırsız mücadele ortamında sadece güçlüleri haklı görüp, zayıfların yok edilmesini tabii bir hak olarak gören” Sosyal Darwinist zihniyeti temsil edenlerin, kendilerine en büyük rakip gördükleri İslam Dinini itibarsızlaştırma çabaları yer almaktadır.
Hem Sosyal Darwinist zihniyeti temsil eden Batılı güçler, hem de bu güçlerin, vekâlet savaşçısı olarak yararlandıkları El-Kaide, DEAŞ vb. örgütlerin Sosyal Darwinistler tarafından “güdülen” yöneticileri, bilinçli olarak bu algının oluşmasına katkı sağlıyorlar. Müstemleke güçlerle bahsi edilen terör örgütleri arasında tam bir “amaçsal ittifak” söz konusudur.
(3) DEAŞ’ın İslâmî terör örgütü olduğu iddiası, Kur’an’ın esasları ile uyumlu değildir.
Maide Suresi’nin 32. Ayetine göre: “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (yani haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur”.
Bu ayette, “…bir cana haksız yere kıyarsa” deniyor.
Yani burada bahsi edilen kişi, sadece Müslümanlar değildir; bir kişinin, Müslüman olsun ya da olmasın, haksız yere canına kıyılması, bütün insanların öldürülmesi gibi değerlendiriliyor.
İslam Dininde, insanların hakları, seküler hukuk sisteminden çok daha güçlü şekilde korunuyor. Çünkü İslam Dini ile haklı haksız fark etmeksizin, hayat mücadelesinde zayıflara hayat hakkının tanınmadığı Sosyal Darwinizm %100 çelişmektedir. İslam Hukukunda, din ve inancına bakılmaksızın, herkesin hakkı hukukî çerçevede koruma altındadır.
(4) İslam Dini, bir hukuk düzenini, inanç ve fikirlerine bakmaksızın bütün insanların, haklarının muhafazasını lüzumlu kılar.
Bunun en bariz misali, Medine’de kurulan düzendir. Hz. Muhammed (ASV), Medine’de yaşayan Yahudilerle ve Müşriklerle Medine Sözleşmesini yaptı. Bu sözleşme ile kurulan hukuk düzeni içinde Müslümanlar kadar Yahudilerle Müşriklerin hakları da teminat altına alındı. İhlal eden herkese bu Sözleşme hükümleri tatbik edildi. Bu Sözleşme hükümleri kapsamında, bir kişi sırf Yahudi ya da Müşrik olduğu için haklarından mahrum bırakılmadı.
Anarşi ve terör, hiçbir kayıt altına girmemek, hiçbir hukuki sınır ve otorite tanımamak, serserilik ve başıboşluk gibi manalara gelmektedir. Anarşi ve terörde, meşrû hukuk düzenine karşı çıkma, kargaşa ve yıkıcılık söz konusudur.
Bir İslâm Âliminin ifade ettiği gibi, “bir Müslüman, başka milletler gibi değildir. Eğer dinini bırakırsa anarşist olur, hiçbir kayıt altında kalamaz. İstibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez” (BSN).
Bu söze göre, bir Müslüman anarşist olamaz, terör eylemleri gerçekleştiremez, bir kişinin terörist olması için İslâm Dininden çıkması lazımdır.
Yine aynı İslâm Âliminin şu sözü de konumuzla alakalı olarak çok ehemmiyetlidir:
“Hakikî bir Müslüman, samimî bir mü’min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi, hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhir zamanda ‘Ye’cüc’ ve ‘Me’cüc’ komitesi olduğuna Kur’ân-ı Hakîm işaret buyurmaktadır” (BSN).
Bütün bu izahatlar göstermektedir ki, İslâm Dini ile, hiçbir hak-hukuk tanımayan, insanları, haksız, hukuksuz yere katleden, bu yönü itibariyle bizzat İslâm Dininin kendisine zarar veren DEAŞ vd. terör örgütleri ile bunlar tarafından gerçekleştirilen terör eylemlerinin İslam ve Kur’an’ın esasları ile bağdaşırlığı yoktur.
İslam’ın yukarıdaki hakikatlarına rağmen eğer birileri İslâm Dini namına terör eylemleri gerçekleştiriyorsa; ortada iki ihtimal mevcut demektir:
Birincisi, bu kişiler ve örgütler, İslam Düşmanları tarafından sırf İslam Dinine zarar vermek, İslâm’ı hiçbir hak, hukuk, düzen tanımayan, her türlü haksız katliamları meşru gören, insani değerleri yok eden bir din olarak göstermek isteyen müstemleke güçlerin piyonlarıdır.
Bu kişiler ve örgütler;
– Ya bilerek bu piyonluğu yapmaktadırlar ki, bunların İslâm Dini ile alakaları yoktur.
– Ya da, bilmeyerek harici güçlerin emellerine hizmet etmektedirler.
Her iki durumda da İslam Dinine zarar verilmektedir.
İkincisi, bu kişi ya da terör örgütleri mensupları, İslam Dinini, kendi terör eylemlerini meşrulaştıran bir din olarak yorumlamaktadırlar.
Bu kişi ve örgütler, ya kendiliklerinden bu terör eylemlerini gerçekleştirmektedirler. Bu ihtimalde, bu kişi ve örgütler, sapkın inançlarının bir neticesi olarak yöneldikleri terör eylemleri ile bizzat İslâm Dininin kendisine zarar vermektedirler.
Ya da bu tür kişi ya da terör örgütleri mensupları, harici güçler tarafından maşa olarak kullanılmaktadırlar. Güya sözüm ona bu kişi ya da örgüt mensupları, İslâm’ın yayılması amacıyla eylemleri gerçekleştirdiklerine inandırılmaktadırlar.
Bunlar, bu inançla gerçekleştirdikleri eylemlerle, aslında İslâm Dinine değil, bilakis kendilerini maşa olarak kullanan harici güçlerin amaçlarına hizmet ve aracılık etmektedirler.
Kısaca bu kişiler ya safiyane inançlarla, kendilerini kullananlara aracılık etmektedirler, ya da sapkın inançları ile karşılıklı menfaat ilişkileri kapsamında kendilerini kullananların amaçlarına hizmet etmektedirler.
Kısaca, bu kişi ya da örgütler, hangi amaçlarla hareket ederlerse etsinler, yaptıkları her türlü haksız, hukuksuz terör eylemleri;
1- Her şeyden önce, bizzat İslâm Dinine ve inancına zarar vermektedir;
2- İslâm düşmanı harici güçlerin, bu yolla İslam Dinine zarar verme amaçlarına aracılık etmektedir;
3- Terörle, hiçbir hak ve hukuk tanımamakla, kan dökmekle bütünleştirilen İslam Dininin, diğer din mensupları ile inanmayan seküler kişilerin nefret ettikleri, zararlı, mutlak uzak durulması gerekli, hatta kendisi ile savaşılması gerekli bir din görüntüsüne bürünmesine sebep olmaktadır.
(5) DEAŞ, Gazze’deki savaşa karşı tamamen ilgisizdir. Bu örgütün hedefinde Türkiye, Çin, Afganistan, Rusya vb. ülkeler var. Neden hiçbir Batılı ülke bu örgütün hedefinde yoktur?
DEAŞ, Batılı müstemleke güçlere karşı olsaydı, bunlara zarar verirdi. Ama şimdiye kadar bu yönde hiçbir eylem gerçekleşmedi. Bu da, DEAŞ’ın gerçek kimliğini ele veriyor.
Her ne kadar, Batı medyasında bazı dönemlerde hükümetlerin DEAŞ’a karşı tedbirleri üst düzeylere çıkardıklarından bahsedilse de, esasen bu tür söylemler, DEAŞ’ın gerçek kimliğini örtmek amacına yöneliktir.
Şayet bu önlemlerin alınmasını lüzumlu kılan şartlar söz konusu olsaydı, DEAŞ, bir kez bile olsun bu ülkelere yönelik, bu ülkelerin kendi sınırları içinde eylem gerçekleştirirdi.
Güçlü bir istihbarat ağına ve gücüne sahip olan Rusya’da 143 kişinin öldürüldüğü, 182 kişinin yaralandığı bir eylemi gerçekleştiren DEAŞ, istihbarat ve emniyet organizasyonları Rusya’ya göre oldukça zayıf olan çoğu Batılı ülkelerde bu eylemleri niçin gerçekleştirmiyor?
Esasen bu sorunun cevabı da, DEAŞ’ın kimliğini ele veren bir başka olgudur.
Burada şunu net söyleyebiliriz: DEAŞ’ın, Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da vd. Batılı ülkelerde terör eylemleri gerçekleştirmemesinin temel sebebi, bu ülkelerin aldıkları üst düzey güvenlik önlemleri ve güçlü istihbarat örgütlerine sahip olmaları değil, bu örgütün bizzat bu güçler tarafından “vekâlet savaşçısı” örgüt olarak kullanılıyor olmasındandır.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in Moskova’daki saldırılarla DEAŞ arasındaki ilişkilendirme ile alakalı değerlendirmesi şu şekildedir:
“Orası o kadar büyük bir salon ki; nereden gireceğimizi bulamayız. Birinin bize göstermesi lazım. Düşünün, Orta Doğu’dan bir takım iş aramak için gelmiş insanları örgütleyeceksiniz, bunlar birden bire son derece profesyonel gözüküyorlar, bunları bir profesyonel saldırgan durumuna getireceksiniz ve bu eylemi gerçekleştireceksiniz. ‘Bu, herhangi bir devletin istihbarat desteği olmadan olmaz’. Şu doğrudur; bu DEAŞ’ın tek başına yapabileceği bir organizasyon değildir; bu tür eylemlerin bir sponsoru vardır”.
Tüm yukarıdaki verilere göre, DEAŞ, Batılı müstemleke güçlerin vekâlet savaşçısı olarak yararlandıkları bir terör örgütüdür. Üyelerinin bazı İslâmî söylemleri dile getirmeleri, tamamen onların gizli maksatların örtülmesi amacına yöneliktir. DEAŞ vasıtasıyla, kanlı terör eylemleri ile bütünleştirilerek, İslam Dini, Maide suresinde (32. ayet) ortaya konulan asıl mahiyeti ile çelişecek şekilde lekelenmek istenmektedir.
Bu vesileyle, Moskova’da gerçekleştirilen terör eylemlerinin İslam Dini ile bir alakası yoktur; arkasında Amerika ve müttefikleri vardır. DEAŞ ismi ile tamamen hedef saptırılması amaçlanmaktadır.
Bütün bunlar, Batılı müstemleke güçlerin en dessas, sinsi, kirli planlarını ortaya koymaktadır. Burada, melek görünümlü Batılı güçlerin şeytani yüzleri ortaya çıkmaktadır.
Batılı güçlerle DEAŞ vb. terör örgütleri arasındaki bir kısmı sarih, açık, bir kısmı (çoğunluğu) gizli yürütülen ilişkiler bilinmeksizin, Batılı güçlerin müstemleke/sömürgeci kimliğini layıkıyla ortaya koyabilmek mümkün değildir.