‘Karnının doymayacağı yere, açlığını bildirme!’
Bu veciz atasözünü babamdan çokça duymuştum. Fakat bazen duymak yetmez anlamak için. İlla da yaşamak gerekir.
İnsanoğlu yaradılış gereği muhtaçtır sevgiye.
Sevmek ve sevilmek en büyük ihtiyacıdır onun.
Fakat insanoğlu bu noktada dikkatli olmalı. Kimi sevip kimi sevmeyeceğini, kimden sevgi bekleyip kimden beklemeyeceğini iyi bilmeli. Yani ne maymun iştahlı ne de şıpsevdi olmalı. En mühimi de ne olursa olsun ölçüyü kaçırmamalı.
Fakat bakıyorum da çoğumuz ya maymun iştahlı ya şıpsevdi olmuşuz. Yani ya her önümüze çıkana sevgimizi veriyoruz ya da her önümüze çıkandan sevgi bekliyoruz. Açıkçası ziyadesiyle trajikomik bir hal bizimkisi…
Zira her iki halin sonunda da üzülen biz oluyoruz. Aslında bir nevi kendimize zulmediyoruz da haberimiz yok. Belki de haberimiz var ama önemsemiyoruz. Kim bilir?
Doğrusu şaşırılacak iş bizimkisi. İnanılır gibi değil. 3 kuruşluk değeri olmayan insanlara en mühim armağanımızı yani sevgimizi vermişiz. Veyahut ciğeri beş para etmez insanlardan sevgi dilenmişiz. Acaba bunları yaparken aklımız yerinde miydi yoksa değil miydi diye düşünmüyor değilim. Zira akıllı insanın yapabileceği bir iş değil bu doğrusu.
Gerçi ‘Akıl dediğin nedir ki? Bazen durur bazen yürür’ derdi rahmetli anam. O nedenle hazır aklımız yerine gelmişken şöyle bir oturup düşünmemiz gerek. Neticede hatanın neresinden dönülürse dönülsün kardır bizim için.
O vakit kimleri sevip kimleri sevmeyeceğimizi, kimlerden sevgi bekleyip kimlerden beklemememiz gerektiğini iyice düşünmeliyiz. Eğer yanlış kişileri muhatap kabul etmişsek bu hatamızdan bir an evvel dönmeliyiz. Ve doğru kişilerle yolumuza devam etmeliyiz.
Sözü çokta uzatmaya gerek yok. Atasözünde dediği gibi ‘karnımızın doymayacağı yere, açlığımızı bildirmemeliyiz.’ Yani en mühim armağanımız olan sevmeyi yalnızca doğru kişilere tatbik etmeliyiz, en büyük ihtiyacımız olan sevilmeyi de yalnızca doğru kişilerden temin etmeliyiz.
Ne diyelim hayırlısı Allah’tan!
Allah sonumuzu hayretsin.