Abdülhamit Han dönemi… Ekmeğe zam yapılmak isteniyor. Konu bir şekilde padişaha ulaşıyor. Padişah; “ekmek fakir fukaranın en temel gıdasıdır, beş para dahi zam yapılmasına müsaade etmem. Gerekirse bir şekilde sübvanse edelim ama zam yapılmasın.” diye emir buyuruyor.
Yine imarethanelerde yoksul ve fakir fukaraya, bakıma muhtaç kimselere yemekler çıkarılıyor. Çorbaya az pirinç katıldığı padişaha bir şekilde ulaşıyor. Padişah; “madem böyle bir hayır işi yapılıyor, öyleyse doğru düzgün yemek yapılsın. Yeteri kadar pirinç, yeteri kadar et konulsun. Eğer ödenek az geliyorsa Hazineyi Hassadan (örtülü ödenek) destek olalım”. Diye emrediyor.
Yine o dönemde eczaneler sadece gündüzleri açık bulunduruluyor. Padişah diyor ki; “gece ilaç ihtiyacı olanlar mağdur olurlar. Mutlaka nöbetçi eczaneler bırakmak gerekir” diye emir buyuruyor.
Abdülhamit Han’ın büyük bir serveti vardı. Hepsini orduya bağışladı.
Bunlar birkaç örnek. Bunların ve bunlara benzer bilgilerin arşivde binlerce belgesi var.
Döneminde askeri okullarda okuyan bazı gençler de ateist düşünceler görülmeye başlıyor. Bunun kaynağını merak ediyor ve araştırıyor. Gençlerin filozof Hegel’i okuduklarını ve oradan etkilendiklerini tespit ediyor. Derhal Hegel’i Almanca’dan tercüme ettiriyor ve ciddi bir şekilde okuyor.
Gençleri anlamaya çalışıyor ama tam da anlayamıyor. Gençlere ve Jön Türklere fırsat vermiyor. Onların taleplerini dikkate almıyor. (Kaynak: Prof. Dr. Vahdettin Engin, Tvnet, Türk Kahvesi programı)
Yerine göre çok ince ve hassas, şefkatli, büyük bir padişah…
Memleketin mukadderatı ile alakalı mevzularda ısrarla kendisi ile görüşmek isteyen, vilayet-i şarkiye de ve İstanbul’da şöhret sahibi olmuş büyük bir âlim ve mütefekkir olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine aynı şefkati göremiyor. Bediüzzaman kendisiyle görüşmek için üç defa dilekçe ile talepte bulunuyor. Ancak görüşme gerçekleşmiyor.
Sultanın Bediüzzaman’la niye görüşmediği hala meçhul.
Bediüzzaman’dan haberi olmadığı kesinlikle düşünülemez. Çünkü Said Nursi devrin önemli gazetelerinde makaleler yazıyor. Bu gazeteler Sultan Abdülhamit’e her türlü şekilde ulaşıyor. Güçlü bir istihbaratı da var. Yani Abdülhamit Han’ın Bediüzzaman’dan haberi olmadığı kesinlikle düşünülemez. Üstelik doğuda devletin en güçlü valilerinden birisi olan Tahir Paşa’nın referansıyla İstanbul’a gelmiş. Kendi valisinin referansını dikkate almamak söz konusu olmasa gerek. Bediüzzaman ile görüşmek için zaman bulamadığı düşüncesi ise çok gerçekçi görülmüyor. Çünkü Bediüzzaman görüşmek için yedi ay bekliyor. Ama görüşme bir türlü gerçekleşmiyor. Bu süre zarfında Sultan’ın birçok kişilerle görüşmeler yaptığı arşivlerde kayıtlı. Ancak Bediüzzaman’a sarayın tüm kapıları kapalı. Niçin?
Acaba niçin görüşmedi?
Görüşselerdi ne konuşacaklardı?
Görüşme gerçekleşseydi ne gibi sonuçlar meydana çıkardı? Bilemiyoruz.
Oysaki Sultan eğitime, doğu meselesine ve Kürt sorununa karşı çok ilgi duyuyor ve yakından takip ediyordu. Hatta Abdulhamit Han’ın Kürtlerin babası olarak görüldüğü söyleniyor. Hamidiye Alayları Abdülhamit Han’ın önemsediği belli başlı konulardan biriydi.
Bediüzzama’nın eğitimle ilgili projeleri vardı. Doğuda bir üniversite kurmak istiyordu. Bunları Sultan’a arz etme çabasındaydı.. Doğunun sorunlarını yakinen bilen ve tanık olan birisiydi. Aşiret yapısını ve Hamidiye Alaylarının durumunu çok iyi biliyordu.
Bu konularda en çok istifade edilmesi gereken önemli bir şahsiyetti. Ancak buna rağmen Bediüzzaman’la görüşülmedi. Niçin?
Sultan, Hegel’i okuyor ama Bediüzzaman’ın makalelerini okuyup okumadığını bilemiyoruz. Görmüştür belki ama okumuş mudur? Meçhul…
Okuduğuna kanaat getiremiyorum. Çünkü okumuş olsa Bediüzzaman’ın eğitim projesi, düşünce ve ilmi birikimi dikkatini çeker, belki görüşmek isteyebilirdi.
Acaba Bediüzzaman’ı önemsemedi ve görüşmeye değer bulmadılar mı? Hayır, bu da doğru olamaz. Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’nın bazı teklifler sunarak Bediüzzaman ile yaptığı görüşme bu düşünceyi de geçersiz kılmaktadır.. Şefik Paşa ile Bediüzzaman arasında şöyle bir görüşme gerçekleşir
“Zaptiye Nâzırı Şefik Paşa: Padişah sana selâm etmiş. On aItun da maaş bağlamış. Sonra da yirmi otuz lira yapacak, bu seksen altunu da ihsân-ı şâhâne olarak sana göndermiş dedi.
Cevaben: Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim. Milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-ı sükûttur.
Nâzır: İradeyi reddediyorsun, irade red olunmaz.
Cevaben dedim: Reddediyorum, tâ ki padişah darılsın, beni çağırsın, ben de doğrusunu söyleyeyim.
Nâzır: Neticesi vahimdir!…
Cevaben: Neticesi deniz olsa, geniş bir kabirdir. İdam olunsam, bir milletin kalbinde yatacağım. Hem de İstanbul’a geldiğim vakit, hayatımı rüşvet getirmişim, ne ederseniz ediniz!…
Bunu da ciddi söylüyorum: “Ben isterim ki; ebna-yı cinsimi bilfiil ikâz edeyim ki, devlete intisab, hizmet etmek içindir. Maaş kapmak için değildir.”
Hem de benim gibi bir adamın millete ve devlete hizmeti nasihatladır. O da hüsn-ü tesirledir. O da hasbîlikledir. Bu da garazsızlık, o da ivazsızlık, o da terk-i menafi-i şahsiye iledir. Binaenaleyh ben maaşın kabulünde mazurum.
Nâzır: Senin Kürdistan’da neşr-i maarif olan maksadın, meclis-i vükelâda derdest-i tezekkürdür.
Cevaben: Acaba maarifi (eğitim) te’hir, maaşı ta’cil (öne alırsınız) edersiniz, ne kaide iledir? Menfaât-ı şahsiyemi menfaât-ı umumiye-i millete tercih ediyorsunuz.
Nâzır hiddet etti…
Ben dedim: Ben hür yaşamışım. Hürriyet-i mutlakanın meydanı olan Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Bana hiddet fayda vermez, nâfile yorulmayınız. Beni nefyedin, Fîzân olsun, Yemen olsun râzıyım. Siz de (…) yamacılıktan kurtulursunuz. Ben de yüksekten düşmekle incinmekden kurtulurum.
Nâzır: Ne demek istiyorsun?
Cevaben dedim: Sigara kâğıdı kadar ince ve nizam namıyla bir perdeyi bu kadar feveran-ı efkâr ve hissiyata (kaynayan fikir ve hislere) karşı herkesin üstüne örtmüşsünüz. Herkes altında sizin tazyikatınızla meyyit-i müteharrik( canlı cenaze) gibi inliyor. Ben acemi idim, altına girmedim. Üstüne düştüm. Suret-i telebbüsüm gibi ahlâkım da sakîl idi. Bir kere mabeynde yırtıldı. Şişli’de bir Ermeninin evine düştüm. Orada yırtıldı. Şekerci Hanına düştüm. Orada da yırtıldı. Tımarhaneye düştüm. Şimdi de tarassudhaneye düşmüşüm” ( Tarihçe-yi Hayat)
Bu görüşme de gösteriyor ki, Bediüzzaman’ı ciddiye alıyorlar. Önemsiyorlar. Ona maaş ve görev teklif ediyorlar. Belki de görüşmemek için baştan savıyorlar. Gariptir ki, bu görüşmeden sonra onu tımarhaneye, daha sonra da hapishaneye atıyorlar. Hatta İstanbul’u terk etmesini istiyorlar. Bunun için belli bir süre dahi veriyorlar.
Sanki daha çok Abdülhamit Han’ın çevresi, çevresindeki paşalar bu görüşmeye engel olmuşlar gibi bir intiba uyanıyor. Belki de gizli bir el, bir komite mani olmuştur.
Mukadderat diyelim. Demek ki takdiri ilahi böyle tezahür edecekmiş.
Başka ne diyebiliriz ki?
“Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez”
Ekrem abi sanki günümüze benziyor
Doğrusunu Allah bilir diyelim. Allah ikisininde mekanını cennet eylesin.
Eline sağlık Ekrem hocam. Güzel çalışmalara imza atıyorsun. Aynan devam inşaallah.
Güzel başarılı nice araştırmalara elinize sağlık
Yıllardır Bediüzzaman Hazretlerinin Abdülhamit’e muhalefet ettiği, ona müstebit dediği ve ona karşı çıktığı temcit pilavı gibi gündeme getirilerek istismar ediliyor. Buradan Bediüzzaman’ı eleştirmeye ve vurmaya çalışarak istismar ediyorlar. İyi de Bediüzzaman eleştirilebilir de Abdulhamithan eleştirilemez mi? İkisi de bizim için önemli değerler. Ikisi de İslam kahramanı. Kavga ettirmeye ne gerek var. Ikisini de seviyoruz.
Yıllardır Bediüzzaman Hazretlerinin Abdülhamit’e muhalefet ettiği, ona müstebit dediği ve ona karşı çıktığı temcit pilavı gibi gündeme getirilerek istismar ediliyor. Buradan Bediüzzaman’ı eleştirmeye ve vurmaya çalışarak istismar ediyorlar. İyi de Bediüzzaman eleştirilebilir de Abdulhamithan eleştirilemez mi? İkisi de bizim için önemli değerler. Ikisi de İslam kahramanı. Kavga ettirmeye ne gerek var. Ikisini de seviyoruz.
Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler ..iki güzel insan görüşse ne güzellikler olurdu.kim bilir..hikmetinden sual olunmaz..
Müsade bir iki cümle kurayım. Sait Kürdi (sonradan Nursi) zamanın gazetelerinde meşrûtiyet sultan ve yönetimi hakkında çok ciddi eleştiriler yazmış ve malesef sonradan Mehmet Akif gibi yaptıklarının hatalı olduğunu anlamış ( ulaşan bilgilere göre tabi) . Padişah kendisinden elbet haberdar. İyi niyetini göstermek için ve neşriyat a devam etmesi için kendi parasından tahsisat yapmış ancak görüşmeyi istememiştir.