Türkiye’nin Batı ile olan hikâyesinin başlangıcı Osmanlı Devletinin son dönemlerinde başladı. Yüzünü Batıya çeviren Osmanlı devleti bakiyesini Türkiye Cumhuriyeti devraldı. Aslında batıya yönelimimiz bir zorunluk olarak ortaya çıkmıştı. Çünkü o dönemde Batı siyasi, askeri, ekonomik ve bilimsel gelişimi ile dünyanın çekim merkezi oldu. Sadece bizim için değil, birçok devlet ve ulus için örnek oldu. Dönemin şartları Batıyı tartışmasız bir müttefik ve ulaşılması gereken bir hedef olarak tanımlamamız da önemli ölçüde etkili oldu. Yalnız son yıllarda batının bir duraklama dönemine girmesi ve kendi değerleri ile çelişen bir yapı sergilemesi bu hedefin sorgulanmasına yol açtı. Demokrasi, özgürlük, insan hakları ve hukuk gibi kavramların içi boşaltılarak emperyalist araçlar olarak yeniden tanımlandı. Türkiye’nin 2000’li yıllardan itibaren geçirdiği ekonomik, siyasal, askeri ve teknolojik olarak dönüşüm batı ile olan ilişkilerini revize etmesine yol açtı. Tabi bunda Amerikan hegemonyasının gerilemesi ve Avrupa’nın azalan çekim gücüde etkili oldu.
Son yıllarda batı ile olan ilişkilerimize baktığımızda bir sorunlar yumağı göze çarpar. Türk devletinin bakanlarının Hollanda’da yaşadığı ziyaret krizi ile başlayan gergin süreç, bir çok batılı ülkenin ırkçı tutumları ile devam etti. Almanya ile yaşanan üs krizi ve PKK’ya hala destek vermesinin yanında AB müzakerelerini resmi düzeyde askıya almak istemesi de ilişkilerde güvensizlik yaratmıştır. Son olarak da NATO tatbikatında ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a yapılan bilinçli ve alçakça saldırılar bardağı taşırmıştır. Avrupa Birliğinin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası darbe ve darbecilere karşı muğlak bir tutum sergilemesi ilişkilerin seyrini değiştirdi. Amerika cephesine baktığımızda da parlak bir tablo göremiyoruz. 15 Temmuz darbe girişimin elebaşı Fethullah Gülen’in resmi makamlarca talep edilmesine rağmen hala Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim edilmemiştir. Donald Trump’ın Türkiye sınırında Suriye’deki PKK’lı teröristlere 3.000 tır dolusu askeri yardımı sonucunda 30.000 kişili bir terör ordusu yaratma gayreti müttefikliğimizi bitiren bir adım olarak tarihe geçti. Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemi nedeni ile iç işlerimize karışan bir ABD vardır. Yine Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta ABD ve AB’nin saldırgan ve haksız tutumları ilişkileri iyice germiştir. Son yıllarda AB-ABD ve NATO gibi uzun yıllardır stratejik olarak ortaklığımızı yürüttüğümüz Partnerlerimiz ile sorunlarımız her geçen gün artmaya devam ediyor. Anlaşın o ki Türkiye Cumhuriyeti karar alıcılarının yeni siyasi, ekonomik, askeri ve stratejik ittifaklar hayata geçirmesi şarttır.
Bu gerçekler bize gösteriyor ki Türkiye devleti bir karar vermelidir. NATO gibi eski işlevini kaybetmiş bir güvenlik örgütlemesinde daha düşük bir Profille yer almanın zamanı gelmiştir. Yarım asırı geçmiş Avrupa Birliğinin tam üyelik hayalinden artık uyanma vaktidir. AB’nin geleceği de belirsizdir. Türkiye-AB ilişkilerinde en doğru çözüm karşılıklı ekonomik ve siyasi kazançların olacağı ortak bir anlaşmadır. Yine Amerika ile olan stratejik ortaklığımızın düşük bir Profil ile yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Öncelikle Türkiye’deki ABD ve NATO üslerinin bir kısmında kapatılma kararı alınırken bir kısmına da sınırlamalar getirilmelidir. Bu kararlar alınarak hem dünyaya hem de Batı ittifakına ne kadar ciddi olduğumuzu kanıtlamak zorundayız. Ama tamamen ilişkileri koparmak gibi akıl dışı söylem ve eylemlerden uzak durarak hesaplı ve mantıklı şekilde davranılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti çok yönlü bir dış politika çizmelidir. İlk olarak bölgesel istikrara önem vererek İran, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölgenin güçlü devletleri ile ortak çıkarlar noktasında ilişkiler kurmalıdır. Bölgesel ve Küresel olarak yeni güvenlik şemsiyeleri oluşturulmalıdır. Özellikle başta Çin ve Rusya olmak üzere Hindistan, Brezilya gibi küresel oyuncularla ekonomik ve siyasi işbirliğini artırmalıyız. Şangay İşbirliği Teşkilatına üyelik hayata geçirilmelidir. Rusya ve Çin ile Akdeniz ve Suriye de ortak bir üs kurulmalıdır. Ortak silah projeleri geliştirilerek ortak tatbikatlar yapılmalıdır. Artık Batı ittifakı eski değerini hem Türk devletinin hem de Türk milletinin gözünde yitirmiştir. Çok merkezli – Çok medeniyetli bir dünyaya yol alırken yeni ittifaklara yelken açılmalıyız.