Gazze’de yaşananlar ve engellenmeyenler, hatta medeni denilen memleketlerce mutlak olarak desteklenen katliamlar, insanlığın verdiği, neticesi Cehennem-i Kübra olan imtihanın vahametini sarih bir şekilde gözler önüne seriyor.
Peki, bu yaşananlar neyin göstergesidir?
Bu sorunun cevabı çok ehemmiyetlidir. Ayrıca bu sorunun bir tek cevabı da yoktur; onlarca cevabı var; burada sadece bazılarına yer verilecektir.
Önce İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan küresel düzene temas edeceğiz. Bu düzen bilinmeksizin, Gazze üzerinden İsrail ile alakalı oynanan TİYATRO anlaşılamaz.
Birleşmiş Milletler (BM) denilen ve bütün devletlerin üyesi olduğu bir uluslararası örgüt var. 24 Ekim 1945’te kurula bu örgütün amacının; dünya barışı ve güvenliğini korumak, uluslararası ekonomik, toplumsal ve kültürel işbirliğini tesis etmek olduğu açıklanmıştır.
Bu amacın tahakkuku için, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) adı altında bir mahkeme de kurulmuştur. UAD’ın yetkilerinden biri de, soykırım suçları kapsamına giren fiilleri işleyen devletleri, Uluslararası Hukuk Normları çerçevesinde yargılamaktır.
Buraya kadarki kısım, resmi şemanın görünümü.
Peki, bu söylenenleri tatbik edebilmek mümkün müdür ya da ne kadar mümkündür?
Bu sorunun cevabı, yukarıda yazılanlarla hâsıl olan iyimser tablo ile hiç uyumlu değil.
BM, dünya barışını, güvenliğini korumak ve küresel ölçekte adaleti tesis etmek üzere kurulan bir örgüt değildir. Resmi metinlerde yazılanlarla, “dünya barışının sağlanması”, “güvenliğin korunması” görüntüsü verilerek, canavarlaşmış güçlü vahşi devletlerin, avlarını parçalamalarının, zulüm ve katliamlarının “adalet” perdesi altında gizlenmesi amaçlanıyor.
Mekanizmanın İşleyişine Biraz Daha Temas Edelim.
Esasen âdil bir düzen, ancak hakkın korunmasına odaklanan çoğunluğun kararlarının geçerliliği ile mümkündür.
Oysa mevcut BM düzeninde, “bir”, bütün dünyadan daha büyüktür. Yani BM çatısı altında yer alan 293 devletten 292 üyenin evet oyu ile aldığı bir karar, veto yetkisi olan beş ülkeden (Amerika, Çin, İngiltere, Fransa ve Rusya; beşli çete) birinin olumsuz oyu ile geçersizleştirilebiliyor. Bunun manası, bu beş ülkeden bir ya da birkaçının menfaati ile uyuşmayan bir BM kararı, tüm dünyanın barışı için zorunlu da olsa, geçerli olamaz.
Burada beşli çetenin küresel ölçekli dikta rejimi söz konusudur. Beşli çetenin veto yetkisini kullanırken tek ölçütü var; o da, “dünya barışını sağlamak”, “güvenliği korumak”, “adaleti tesis etmek” değil, “%100 haksız da olsalar, kendi menfaatlerini korumak”tır.
Diğer ülkelerin birçoğu da, kendi menfaatlerinin korunması için, beşli çete ile iyi geçinmek ihtiyacı hissediyorlar.
Yukarıda, UAD’ın, soykırım suçları işleyen ülkeleri, uluslararası hukuk normları çerçevesinde yargılamak yetkisi olduğunu belirtmiştik. Önce UAD kararlarının etkinliğine, daha sonra da İsrail’le alakalı yargılama TİYATROSUNA değinelim.
UAD, bir ülke hakkında yaptırım kararı alsa da, bu kararı etkili bir şekilde tatbik edecek resmi kurumsal bir mekanizma yoktur.
UAD, bir devlete “senin ülkende soykırım suçu işleniyor, bu suçların işlenmesinin önlenmesi için gücün dâhilinde tüm önlemleri alarak; bu konuyu bir ay içinde rapor ederek bana bildirmelisin” yönünde geçici önlem kararı alsa da, bu önlemin ilgili ülke için hiçbir resmi kurumsal caydırıcılığı yoktur. Çünkü ilgili ülke bu talep edileni yapmadığında ya da savsakladığında, onu yaptıklarına pişman edecek etkili bir kurumsal mekanizma yoktur.
Burada UAD ve milli devletin kurumsal yapısı ile alakalı bir mukayese yapacağız.
Bir ülkede hukuk devletinin varlığından söz edilebilmesi için, hukuka aykırılıkları yargılayacak mahkemelerle, bu mahkemelerin kararlarını cebir yoluyla icra edecek organlara ihtiyaç vardır. Nitekim hemen hemen her ülkede bu kurumsal yapı vardır. Bir kişinin suç işlediği kesinleşen yargı kararı ile sabit olduğunda, suçlu kişi, devletin emniyet birimleri tarafından yakalanır ve ceza evine konulur. Hukuk devleti, adalet, toplumsal barış, bunun böyle olmasını zorunlu kılar.
UAD düzeninde yaptırımları etkin şekilde tatbik edecek kurumsal yapı yoktur. Güçlü devletler, gücü yettiği her türlü kötülüğü yapsalar da, UAD, bunu önleyecek ya da yaptırım uygulayacak kurumsal yapıdan mahrumdur. Olmayınca da, güçlü olan haklı oluyor, güçlülerin her türlü zulümleri, katliamları, soygunları, vahşet ve dehşetleri yanlarına kâr kalıyor.
Aslında, BM düzeninin amacı da, güçlülerin her türlü zulümlerinin, katliamlarının, soygunlarının, vahşet ve dehşetlerinin himaye edilmesi amacına hizmet etmektir. Her ne kadar bu belirlememiz resmi statülerde bu şekilde sarih olarak ifade edilmiş değilse de, fiili işleyiş maalesef bu tespitimizi %100 doğrular niteliktedir.
UAD’ın İsrail’i Yargılama “TİYATROSU”
Korsan İsrail terör devleti, 7 Ekimden bu yana Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde, en büyük insanlık katliamını, en ağır insanlık suçunu işliyor. Esasen burada yaşananlar için SOYKIRIM ifadesi çok yetersiz kalıyor. Bunun adı, insanlık suçu; insanlığın katledilmesidir.
Korsan İsrail terör devleti, önce takriben iki milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze’yi bombalarla yerle bir etti. Artık bu şehirde insanların yaşayabilecekleri sağlam yapılar kalmadı. İnsanların büyük ekseriyeti ya göçe zorlandılar ya da katledildiler.
Katledilenlerin çok büyük ekseriyeti, masum, korumasız, silahsız kadın, çocuk, yaşlı, biçare insanlar. Şimdi İsrailli askerler Gazze’de, insan avına çıkmış görünüyorlar. Aradıkları, eli silahlı kişiler değildir. Zaten eli silahlılara ulaşamıyorlar. Arayıp buldukları kişiler, çocuklar, bebekler, kadınlar, yaşlılar. Onları da, insanlık açısından en ALÇAKÇA ve HAYÂSIZCA fiil olan TECAVÜZLER yapıp katlediyorlar. Yani önce namus ve hayâyı parçalıyorlar, sonra da bu insanları katlediyorlar.
Filistinli bir bacımızın feryadına burada yer vermek istiyorum:
“Şifa Hastanesinde, iffetli, namuslu, Müslüman kadın kardeşlerimiz, oruçluyken, Siyonist askerler tarafından, önce gasp edilip tecavüz edildiler, daha sonra da katledildiler”.
Şu feryad önce vicdan sahibi insanlığa, daha sonra da özellikle Müslüman toplumlara ve devletlere. Ama maalesef Müslüman devletlerin yöneticilerinin, gözleri körelmiş, kulakları sağırlaşmıştır; bir kısmı Batılı küresel güçlerin maşası, esiri, piyonu gibi hareket ediyor, kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Bir kısmı da kuru gürültüden öte iş yapmıyor.
Müslüman toplumlara gelince, maalesef utanılası bir durum söz konusu. Sanki Müslümanlar değil de Batılı milletler katliama maruz kalıyorlar. Batı’daki vicdan sahiplerinin tepkileri, yürüyüşleri, lanetlemeleri, Müslüman toplumlarınkinden çok daha güçlü. Ne diyelim, Müslümanların, imanları “VEHN” hastalığına düşmüş olsa gerek.
Bu tepkisizliğin neticesi, Müslümanların batılı müstemleke güçlerin esiri olmalarından başka bir şey değildir. Bazı Müslüman ülkelerdeki yöneticiler beyinlerini, yüreklerini Batı’ya o kadar teslim etmişler ki, halkının tepki vermesini bile mutlak olarak yasaklamışlardır.
Sadece Siyonistler değil, Batılı ülkelerin vicdanları kokuşmuş, şehvetlerinin esiri olan askerlerinin çoğunun, Müslümanlara yönelik yaptıkları en HAYÂSIZCA, AHLAKSIZCA ve ALÇAKÇA yaptıkları fiil tecavüzdür. Müslümanların en kıymetli manevi değerlerinin namus ve hayâ olduğunu biliyorlar ve bunları da çekinmeden, pervasızca, vicdansızca lekeliyorlar. Bütün bunları yaptıktan sonra da, kendilerine bu masumları katletme hakkı veriyorlar.
Bu işler sadece Gazze’de yaşanmıyor. Batılı devletlerin askerleri, Irak’ta da, Suriye’de de diğer Müslüman ülkelerde de benzer vahşetleri gerçekleştirdiler.
İşte bu Batı, kendisine “medeni, çağdaş, insancıl, hümanist dünya” diyor.
Bunun adı, zahiren başına ADALET, MEDENİYET, ÇAĞDAŞLIK külahı geçirmiş görünen zulüm, katliam, vahşet ve dehşet zihniyetidir. Tüm değerlerin ters yüz edilmesidir.
UAD Tiyatrosuna Devam Edelim
Güney Afrika Devleti, Gazze’deki Filistinlilere yönelik eylemler sebebiyle, “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”ne aykırı davrandığı iddiasıyla İsrail hakkında UAD’a müracaat etti. UAD da, bu müracaatı kabul etti.
UAD, “Geçici Önlemler Kararı” kapsamında şu kararları verdi:
İsrail, Gazze’de Filistinlilere yönelik Soykırım Sözleşmesi’nin II. maddesi kapsamında belirtilen eylemlerin işlenmesini önlemek için tüm önlemleri almalıdır. Bu önlemlerden bazıları şunlardır: İsrail’in, Filistinlilerin, öldürülmesinin, onlara ciddi bedenî veya zihnî zararlar verilmesinin önlenmesine, Filistinlilerin fizikî olarak yok edilmelerine yol açacak koşulların kaldırılmasına ve saldırıların önlenmesine yönelik tedbirleri alması; Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırımı doğrudan ve alenen kışkırtma eylemlerinin önlenmesi ve cezalandırılması için gerekli tüm önlemleri alması; Gazze’deki Filistinlilere yönelik yaşama şartlarını iyileştirici, acil ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insani yardımların sağlanmasını mümkün kılacak acil ve etkili önlemleri alması; Filistinlilere yönelik Soykırım Sözleşmesi’nin II. ve III. maddeleri kapsamındaki fiillerle ilgili iddialara ilişkin delillerin yok edilmesinin önlenmesini ve korunmasını sağlayacak önlemleri alması. Burada ateşkes ifadesi yer almıyor.
Buna göre, İsrail’in, yukarıda bahsi edilen fiilleri derhal durdurmaları gerekiyor. Fakat İsrail, bu kararda belirtilenlerin hiçbirini yapmadığı gibi, katliamlarını çok daha vahşileştirdi. İsrail, UAD yargılaması ve alınan kararları elinin tersiyle iterek, “BM mekanizmasının bana gücü yetmez; çünkü benim arkamda, VETO’cu güçler var” demeye getiriyor.
BM Güvenlik Konseyi (BMGK), tiyatronun ileri bir evresinde toplanarak, “Gazze’de acilen ateşkes talep eden kararı” aldı. ABD bu karara karşı çekimser kaldı. ABD’li yetkililer, çekimser kalmakla yetinmediler, bu kararın bağlayıcılığının mevcut olmadığını da söylediler.
Benzer şekilde, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, BMGK’nin ramazan ayı boyunca Gazze’de ateşkes kararı almasına karşı “İsrail ateşi kesmeyecek. Hamas’ı yok edeceğiz” dedi.
UAD ne işe yarar? BMGK kararı ne anlama gelir? Korsan İsrail devletinin Gazze’de gerçekleştirdiği insanlık suçunu Batı neden sınırsız şekilde destekler? Batılı müstemleke güçlerin savundukları çağdaş medeniyet telakkisine göre, Gazze’de yaşayan savunmasız kadınlar, bebekler, çocuklar, yaşlılar insan değiller mi? Masum kadınları, önce tecavüz edip, sonra da katletmek, Batı medeniyetinin, insan hakları felsefesinin neresine uyuyor?
Sorular daha da çoğaltılabilir. Ama bu kadarı bile, “kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımayan, sınırsız mücadele ortamında sadece güçlüleri haklı görüp, zayıfların yok edilmesini tabii bir hak olarak gören” Sosyal Darwinist felsefeyi kendisine rehber edinen Batı medeniyetinin, insanilikten ne kadar uzak, vahşi, acımasız olduğunu göstermeye yetiyor.
UAD mekanizmasının, bu vahşetin üzerinin örtülmesini amaçlayan, sırf bir şeyler yapılıyormuş izlenimi vermeyi hedefleyen TİYATRO’dan öte bir manası yoktur. Bazıları bu TİYATROYU çok önemsiyor. Zannediyorlar ki, bu tiyatro sonunda, İsrail layık olduğu cezayı alacak. Ama ne diyelim, ya bunların basiretleri bağlanmış, ya hala Batı’nın iyiliğine inanmaya devam ediyorlar ya da çaresizlik içinde kendilerine bir teselli bulmak için böyle düşünüyorlar.
Nihai Değerlendirme
Muhtemelen bir müddet sonra bu tiyatro sona erecektir. Ama bu sona eriş, kısa vadede Müslümanların ve özellikle de Gazze’lilerin lehine olmayacaktır.
Batı’daki vicdan ittifakı, kendi yönetimlerini engelleyecek güce erişmedikçe, Gazze’de yaşananların tekrarı mümkündür. Ne zaman gerçekleşeceğini, şartlar belirleyecektir.
İki milyardan fazla nüfusa sahip Müslüman devletlerin sergilediklerine gelince;
Osmanlı Devletinin yıkılışı, Müslüman toplumları, sahipsiz, hamisiz bırakmış; çoğu, Batılı müstemleke güçlerinin mutlak güdümüne girmiştir. Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerin Batılı müstemleke güçlerin emri dışına çıkmaları imkânsız hale getirilmiştir. Bu ülkelerin yöneticileri, mutlak baskı kurarak, halklarını, Gazze katliamına karşı tepki vermek noktasından, Batı’daki vicdan sahibi insanların fersah fersah gerisine düşürmüşlerdir.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), üyelerinin çoğunluğunun etkilemeleri altında, Gazze’de yaşananları seyretmekle yetiniyor. İİT yöneticilerinde, Müslümanlığın, imanın, vicdanın, insanlığın, onurun etkinliği ne kadar kalmış merak ediyorum.
Tabii ki bütün bunları, imanlı vicdan sahibi bir Müslüman olarak, içim sızlayarak, yüreğim dağlanarak, beynimin içi zonklayarak yazıyorum.
Hiçbir gayrı Müslim güç Müslüman toplumların lehine olacak kararları almaz. Müslümanlar, kendi dertlerine sahip çıkmadıkları, kendi mukadderatlarına kendileri karar vermedikleri, Batılı müstemlekelere militanca uşaklıktan kurtulmadıkları müddetçe, “VEHN” hastalığına düçar olan Müslümanların sayısı 50 milyar da olsa, İsrail yapacağı her türlü katliamı, elini kolunu sallaya sallaya yapacaktır. Korsan İsrail terör devleti bu yaptıklarını muhtemelen Müslüman görünümlü bazı ülke yöneticileri ile ittifak yaparak yapacaklardır.
Öncelikle olması gerekenleri sıralayalım:
Müslüman toplumlar, vicdan, iman, İslâm kardeşliği temellerinde bilinçlenerek başlarındak yöneticileri başlarından kovmadıkça, ya da mutlak etkileri altına almadıkça, Batılı ülkelerin kendi aralarında sergiledikleri sıkı dayanışmayı Müslümanlar kendi aralarında sergilemedikçe, maalesef hüsranlar yaşamaya devam edecektir.
İslam Ülkeleri İttifakının tesis edilmesi zamanı geldi; umarım bu ittifak gecikmez. Merhum Seza’i Karakoç‘un ifadesiyle, Bâtıl’ı savunan uygarlıklar uçurumun kenarına geldiklerini fark ettikleri zaman, öldü zannettikleri İslam medeniyeti yeniden canlanacak ve bir “fecir” gibi kâinatın yüzüne doğacaktır. O zaman şu final sözü söyleyelim: “Ümitvar olalım; şu istikbal inkılâbatı içinde en yüksek gür sada İslam’ın sadası olacaktır”.BSN