(Stratejik Bakış)
İşimiz hep eleştiri değil, şimdi öneri zamanı. Gelişmiş ülkeler incelendiğinde, kalkınmanın sanayileşme ile geldiğini görmek zor değildir. Literatürde kalkınmanın derecesi, milli gelirden kişi başına düşen pay ile ilişkilendirilmektedir. Yani kişi başı gelir belli seviyenin üzerindeyse o ülkeler kalkınmış olarak tanımlanmaktadır.
Kalkınmadan murat bize göre refah değildir. Yani refah toplumu ile kalkınmış toplum aynı şeyi ifade etmez. Dolayısıyla sanayileşmeye bağlı kalkınmanın da refahı sağlayamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Peki refah toplumu ne demektir? İktisadi gelişimi ile birlikte beşerî sermayesini de arzu edilen seviyeye çıkarabilen toplumlar refah toplumu olarak tanımlanabilirler. Yani refahın iki unsuru vardır. İktisadi kalkınma ve yetişmiş insan gücü.
Bu yazıda işin sosyolojik boyutu tartışılmayacaktır. Ancak, minimum gereklilik bağlamında bir ülke sanayileşmiş bir refah toplumu olurken neleri öz kaynaklarıyla başarmalıdır sorusuna stratejik bir bakış sunmaktadır.
Birçok kalkınmış ve yüksek teknoloji mal ve hizmet üreten ülkenin pandemi sürecinde oldukça düşük teknolojili ürünlerin tedarikinde bile ne kadar zorlandığını görmemiz, küreselleşmenin bir sonucu olarak, dış kaynağa ihtiyaç duymadan her ihtiyacını öz kaynaklarınla üretmenin imkânsız olmadığı kanıtlamıştır. Dolayısıyla iyi yaptığın işte uzmanlaş ürünü ucuza üret, ürününü sat ve karşılığında üretemediğin diğer ürünü ithal et. Dış ticaret ilişkisi kabaca böyle işlemektedir.
Ancak gelinen noktada her ürün için böyle bir ticaret denklemi kurmanın bu kadar basit olmadığı anlaşılmıştır. Yani istediğin her ürünü dilediğince parasını verip ithal edemezsin. Kimi zaman buna müsaade edilmeyeceği gibi konjonktürle gelişmeler de önemli bir tehdittir.
Salgın sürecinde, basit koruyucu ekipman ve hijyen malzemesi tedarikinde yaşanan sorunlar, buna ek olarak ABD ile Türkiye arasında yaşanan siyasi gerginlik sonrası askıya alınan F35 savaş uçağı projesi iki harika örnektir.
Bu çerçevede stratejik öncelikli bazı mal ve hizmetlerin maliyeti ne olursa olsun milli imkanlarla üretimini zorunlu kılmaktadır. Burada kendi kendine yetebilmek kavramı karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda dile getirilen iktisadi sebeplerden dolayı her ihtiyacı milli imkanlarla üretmek elbette imkansızdır. Bu çok mantıklıda görünmemektedir.
Peki!
Hangi sektörler milli olmalı?
Kaynak nereden ve nasıl bulunmalı?
Ürünü nasıl üretebiliriz?
Bugün ki yazımızı burada tamamlıyoruz. Bir sonraki yazımızda bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.
Yerli ve milli olması gerektiğini düşündüğünüz sektörüne ilişkin düşüncelerinizi ve finansman çözümlerinizi lütfen yorumlar kısmından bize ulaştırın.
Gerek bu konu gerek tartışılmasını istediğiniz başkaca eko-politik meselelere ilişkin görüşleriniz bizim için değerlidir.
Şimdilik sağlıkla kalın efendim.
Ersin hocam
Temel bilgileri ile gayet anlaşılır kısa, öz ve güzel bir yazı olmuş.
kaleminize sağlık.
Önemli bir noktaya değinilmiş. Ülkemizin yakın zamanda yaşadığı ve etkilerini halen hissettiği S-400, F-35 krizleri dikkate alındığında ülkemiz tarafından ihtiyaç duyulan ve diğer ülkelerden fahiş fiyatlarla alınan veya ambargo nedeniyle para ile dahi alınamayan malzemelerden ve bir çok alt sektörün gelişmesine katkı sağlayacağından savunma sanayinin yerli ve milli olması gerektiğini düşünüyorum.
Ülke güvenliğini ilgilendiren, tüm ürünler; ana malzemeler yada yazılımlar noktasında fiyat mukayesesi yapılmadan milli olmalıdır.bunu ihalarda, fırtınalara, F-16 larda gördük, gormeye de devam edeceğiz. Madem İtibardan tasarruf olmaz!!! Söz konusu millî egemenlikse tasarrufa itibar edilemez. Eline kalemine sağlık yazmaya devam.
bizim sorunumuz sanayimzin klasik sanayi dönemini kısmen yaşaması. Birden hazır olmadan teknolojik sanayiye geçmemiz hatta direk ordan başlamamız. Bu yüzden neyi üretip neyi üreteceğimize karar vermekte zorlanıyoruz. Eğe tutmayı bilemeyen mühendislerin tasarımları bizi zorluyor.