Müjdeleyen peygamberimiz, insan öldüğünde ameli kesilmeyen üç şeyden birinin sadaka-i cariye olduğunu belirtmiştir. Müslümanın ardında bırakabileceği, insanlığa katkıda bulunan bir müessese, insanlık için faydalı olmaya devam ettikçe, o insanın sevap alması da devam edecektir inşallah.
Bu noktada öneme haiz bir durum ortaya çıkmaktadır: Çığır açmak!
İyiliğin ya da kötülüğün öncülüğünü yapmak, o kişi ile yapılan iş arasında bir birliktelik meydana getirir. Bu birliktelik kıyamete kadar devam eder.
İyiliğin öncülüğünü yapanların, hayır-hasenatta insanların kurtuluşunda küçük de olsa katkıda bulunanların sevapları, yapılan işin insanlığa faydası devam ettiği sürece artacaktır. Ya kötülüğe öncülük etmek! İnsanlığın sona ereceği güne dek o konuda yapılmış olan günahların yükünü düşünmesi bile ağır geliyor. Allah (cc) muhafaza buyursun.
İlim öğrenilen alanların, ibadet mekanlarının açılmasında katkısı olanlara, yazılı basın, görsel basın ve yayınlarla tebliğ için hayırda çalışanlara, bunlara öncülük eden ve destek verenlere ne mutlu…
Ne mutlu iyiliği, hakkı teşvik edenlere, kötülüğü nehyedenlere…
Peki hayırda bulunmanın zamanı var mıdır?
Ya da bunları yapmak için belirli bir maddi varlığa erişmek mi gerekir?
Toplumumuzun sancılı olduğu ya da bahane üretebildiği en büyük konulardır bunlar. Oysaki bollukta da, varlıkta da insanların yapabilecekleri, her yaşta gücünün yetebileceği birtakım şeyler vardır. Elinden geleni gayretle verebilecek ölçüde yarışmak her insanın düsturu olmalıdır. Günümüzde yaygın olan bazı düşünceler vardır: “- Biraz kazanayım, bir zengin olayım sen beni o zaman gör! Neler yaptıracağım, ne yardımseverlikler edeceğim, şu sıralar zamanım yok, şu okul, bu askerlik, o işler bir bitsin…” diyenlerin akıbetlerine çokça şahit olmaktayız. Ne işlerin bittiği, ne de kazancına kazanç ekleme gayretinin sona erdiği bir dönem olacaktır.
Şu anda cebimizde olanın bir kısmını tasadduk edemiyorsak zengin olduğumuzda aynı orandaki miktarı vermek daha ağır gelecektir.
Bu, Müslüman zengin olmamalıdır ya da zengin insanlardan hayırda bulunanların olmadığı anlamına gelmez, gelmemelidir. Zengin ve vakfeden insanlar her dönemde olmuştur ve olacaktır. Asr-ı saadette Hz. Ebubekir (ra) bunların en güzide örneğidir. Adalet ve iyiliğin timsali Hz. Ömer (ra)’nın bile “ Bu yıl Ebubekir’i geçeceğim.” deyip de geçemediği sadakat ve cömertliğin zirvesi Hz. Ebubekir (ra), malını Allah yolunda harcamaktan bir an olsun sakınmamış, Malikü’l-Mülk olan Allah da onu hep zengin kılmıştır.
Bu dönemdeki halimiz nedir?
Nedir bu halimiz, dünyayı ahirete değişmek mi?
Nihai amacımız; mal, mülk, makam, mevki sahibi olmak mı?
Bu konulardaki çarpık düşüncelerimiz, içinde bulunduğumuz hastalığın emareleridir. Buna mukabil verilebilecek bir başka örnek de sadaka ile malın azalacağı zannıdır. Bilakis Müslüman düşüncesi sadakanın malı azaltmadığı, bereketlendirdiği şeklinde olmalıdır. Bela ve musibetlerin kalkanı olan, hoşnutsuzluklara karşı zırh giydiren sadakanın bereketi gizli bir hakikattir.
Vakfetmek, yardım etmek sadece insanlara mı olur?
Muhakkak diğer mahlukatlara da hizmet söz konusudur. Hatta buna en çarpıcı örnekleri yine geçmişimizde bulmak mümkündür. Göç edemeyen hasta, yaralı kuşların bakım ve tedavisi için dahi vakıflar kuran, bunları destekleyen ve teşvik eden yöneticiler ne muhabbet dolu insanlardır.
Fakirlere tasadduk etme amaçlı kurulan, veren elin ve alan elin belli olmadığı kısımlara sahip, cami-bahçe gibi yerler ne güzel mekanlardır.
Yardım edilecek insanların bulunmasında zorlanılan toplumlar ne güzel, ne merhamet dolu toplumlardır.
Özlenen, beklenen, vakfedebilen toplumlara ulaşmak ümidiyle…