Bugün hatrıma rahmetli büyükbabam geldi.
Allah rahmet eylesin; gönül ehli, mübarek bir adamdı.
4-5 yaşlarından beri caminin demirbaşı, cemaatin de ahiretliğiydi.
İnanır mısınız, onu tanıyıp da kanı kaynamayanı ne gördüm ne de duydum.
Düşünün vefat edeli neredeyse on beş yılı geçti; hala sık sık hayırla, rahmetle yâd edilir.
Ne diyelim, Allah hem bu dünya da hem de öte dünya da hayır ve rahmetle yâd edilmeyi cümlemize nasip etsin.
Rahmetli Anam anlatmıştı.
1964-65 yazıymış…
Yani büyükbabam için ot biçme vakti, büyükannem için yaylaya çıkma vakti, evin en büyük çocuğu olan anam için de ev hanımı olma vakti…
Köy hayatını bilenlerin yahut bizatihi
yaşayanların gözünde anlattığım tablo çoktan canlanmıştır bile.
Ne kadar da adilane bir tablo, öyle değil mi?
Kadınından erkeğine, ablasından kardeşine ailenin her bir mensubu gücü nisbetince rızık taşının altına elini koyuyor…
Bence bencillik merkezli kokuşmuş modern dünya, bu adil ve klas yaşamdan biraz da olsa ibret almalı.
Her neyse biz hikayemize kaldığımız yerden devam edelim.
Büyükbabam Hikmet-i Hûda, tam da biçinin ortasında rahatsızlanmış.
Durmadan öksürüyor, öksürdükçe nefes alış verişinde zorluk çekiyormuş.
Tabii, o vakitlerde doktoru kim kaybetmiş ki sen bulasın ?
Ya Kars’a ya da Erzurum’a gideceksin.
‘Gitsin o zaman’ deyip geçme.
Köyden dışarı çıkmak öyle kolay iş değil. Bir defa cebinde çulun -paran-olacak.
Olmazsa yapacak bir şey yok, otur aşağıya.
Büyükbabam da garibim ne yapsın oturmuş aşağıya.
Fakat biçin vakti. Otları bir an önce biçip yığmak gerek. Zira yağmur yağarsa otlar çürür. O sebeple ne olursa olsun otun biçilmesi lazım.
Büyükbabam kendini ne kadar zorladıysa da bir türlü biçine devam edememiş.
Köylüler de ne yazık ki pek yardım edememiş zira onlarda biçinlerini daha bitirememiş.
Hal böyle olunca iş rahmetli anamla -Allah ömür versin- dayıma düşmüş.
İkisi de daha çocuk.
Biri dokuz-on biri de henüz altı-yedi yaşlarında…
Anlayacağınız daha tuttukları tırpan kadarlar..
Ama yapacak bir şey yok bir defa iş başa düşmüş, ne kadar yorulsalarda pes
etmemişler günler boyu çalışıp otların çoğunu biçmişler.
Bu süre zarfında büyükbabam, evde epey bir istirahat etmiş.
Elhamdülillah, geç de olsa nihayet kendine gelebilmiş.
İşte tam da o günün arefesi evde ibretlik bir hadise cerayan etmiş.
Rahmetli anam sofrayı topladıktan sonra dayımla beraber izin alıp karşı komşumuza misafirliğe gitmiş.
Büyükbabam da haliyle evde yalnız kalmış.
Ve Kur’an alıp okumaya başlamış derken bir an da uyuya kalmış. Tabii, uyuya kalınca akşamı da geçirmiş.
Yatsı ezanının sesiyle ancak uyanabilmiş.
Namazı kılmadığını hatırlayınca ağlamaya başlamış.
Anamlar eve geldiğinde büyükbabamı hüngür hüngür ağlayıp tevbe ederken görmüşler.
Büyükbabam yalnızca bir akşam namazını kaçırdığı için günlerce ağlayıp durmuş.
Ve Allah’a şöyle dua edermiş. “Allahım ben gafil avlanıp nefsime uydum. Ve namazdan mahrum bırakıldım. Ne olur bir daha beni namaz rızkından mahrum etme. Ben bir akşam vakti gaflete düştüm sen de bir akşam vakti rahmetine nail eyle”
Ve aradan yıllar geçiyor.
Büyükbabam 86’sına merdiven dayıyor.
Akşam namazının vakti yaklaşıyor.
Abdestini alıp heycanla camiye gidiyor.
Namazı kıldıktan sonra eve dönüyor.
70 yıllık hayat arkadaşı büyükannemle helalleşiyor.
Ardından da yengemden su isteyip tekli koltuğuna oturuyor.
O esnada takkesi başından yere düşüyor.
Odadakiler uyuduğunu zannediyor.
Yengem nihayet mutfaktan geliyor. Büyükbabama seslenip suyu uzatıyor fakat
bir türlü cevap gelmiyor.
Bunun üzerine tedirginleşip nabzını yokluyorlar.
Ve ağlama sesleri birbirine karışıyor.
Büyükbabam çoktan emaneti sahibine teslim etmiş…
Duası kabul olmuş.
Bir akşam vakti Mevla’nın rahmetine nail oldu, inşallah.
Mekanı cennet olsun.
Bu kıssadan çıkarılacak o kadar hisse var ki !
Bu sebeple ben en mühim hisseyi söyleyip daha doğrusu aktarıp gerisini nasibinize bırakacağım.
İki cihan güneşimiz Rasulullah (S.A.V) buyuruyor: “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz. “
Rabbim rıza dairesinde yaşayıp razı olunmuş olarak ölmeyi cümlemize nasip eylesin.
Bu hikaye neden bugün hatrına geldi sorusuna gelince -Allah af etsin- bugün sabah namazını kılamadım. Otobüsteydim. Uyuya kalmışım. Fren sesine uyandım. Vaktin çıkmasına daha yirmi dakika vardı. Şoförden bir benzinlikte durmasını istedim. Fakat ne kadar çene patlattıysam da durmadı.
Üzüntüyle yerime geçtim. Aklıma büyükbabamın bu hikayesi geldi.
Bunun üzerine ben de büyükbabam gibi ağlayıp dua ettim.
” Allahım sen bu topraklara yeniden Şer-i Şerifi hakim kıl. Biz bir sabah vakti gaflete düştük sen bir sabah vakti rahmetine, merhametine, mağfiretine nail eyle.”
Selam ve dua ile…