Vazgeçmiştim hayatın, baharından yazından,
“Dur!” dedim, anlamadı bir kalbin niyazından.
Karanlık bir gecede, bir çeşmenin ağzından,
Düşen damlalar gibi, durmadan aktı zaman…
(Cemal Tahir Berkin-Zaman)
Her yeni yıl, her doğum günü, her gün batımı zamanın tükendiğini ve her geçen günün ömürden gittiği haber vermesi yönüyle önemlidir. Belirli bir yaşa kadar çabucak geçmesini istediğimiz yıllar, söylemeye korktuğumuz yaşlarla birlikte geçmesini istemediğimiz bir duruma dönüşür. Vaktin nakitten kıymetli olduğunu düşünürüz ama davranışlarımız bu düşüncemizi doğrular nitelikte değildir.
Kerim kitabımız Kuran’da Yüce Allah’ın “asra, kuşluk vaktine, geceye, gündüze, fecre” yemin etmesi zamanın kavram olarak ne kadar önemli olduğunu gösterir. Zaman, pek çok düşünür tarafından da antik çağdan bugüne kuramsal, kavramsal olarak tanımlanmaya çalışılmış ve zamanı hesaplamak için de tarih boyunca aletler icat edilmiştir: Güneş saatleri, su saatleri, kum saatleri, ateş saatleri, mekanik saatler, dijital saatler… Bir de Müslüman saati…
“Gurabahane-i Laklakan” adlı eserinde dile getirir Ahmet Haşim “Müslüman saati” kavramını. Saatten kastedilen elbette zamanı gösteren cihaz değil, zamanın insan ve toplum hayatına katkısı ve etkisidir. Modern hayata geçişle birlikte nasıl bir değişimin yaşandığını zaman kavramı üzerinden dile getirir. “Işıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı; Müslüman’ın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi…” der. Bu yeni günün “Müslüman’ın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları, katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günü” olduğunu da ekler. Toplumun ve modernitenin köleleştirdiği insanlar… Konfor, lüks ve markalara köle olarak hayatını sürdüren milyonlarca insan sadece bu toplumun değil dünyanın bir sorunu. Geçtiğimiz günlerde bir veda mektubu yazarak aramızdan ayrılan 18 yaşındaki genci hayatının baharında buna iten şey de bu kölelik düzeninin saldığı korkuydu belki de…
Zaman, insanı / toplumu değiştirmekte ve dönüştürmekte… Bu durum tarihin pek çok devrinin düşünürleri tarafından tespit edilmiş. Yüzyıllar boyu süren bu değişim insanın yükselme ve alçalmada sınırının olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Türk dünyası için önemli isimlerden birisi olan Yüknekli Edip Ahmet de Atabetü’l-Hakayık adlı eserinde bundan yaklaşık 900 yıl önce şöyle yakınır:
Ajun toldı udvan cefa cevr bile (Dünya düşmanlık, cefa ve eziyetle doldu)
Kanı bir vefalıg bar erse tile (Hani bir vefalı; varsa, ara bakayım)
Sen artak sen anın ajun artadı (Sen kendin bozuksun, onun için dünya bozuldu)
Nelük bu ajunka kılur sen gile. (Niçin bu dünyadan şikâyet ediyorsun)
Zaman değişmiş ve insanlar bozulmuştur. Ancak bunun bütün suçu zamanda değil kişinin kendi özünde araması gerekmektedir. Değişim, yaratılanlar için değişmez bir kaderdir. İnsan vücudundaki hücrelerin sürekli değişmesi gibi dünya ve üzerindeki sakinler de sürekli olarak değişmektedir. Bu değişimde, “değişmez olan değerler” bu dünyanın ruhudur. Başta iman olmak üzere insanlığın sahip olduğu erdemler hayatiyetini sürdürdükçe dünya da nefes alacak ve yaşamaya devam edecektir. Ta ki yaklaşmakta olan o güne kadar…
Değerli kardeşim! Zaman geçse de, güzel anılar bâkî kalır.Güzel anıların yaşanacağı günler geçirmeniz temennisiyle.😊