Türk dış politikası Baskın Oran tarafından genel olarak iki temel ilke üzerinden incelenmiştir. Bu iki temel ilke statükoculuk ve batıcılık ilkeleridir. Statükoculuk; mevcut sınırları ve dengeleri sürdürme şeklinde ele alınmıştır. Batıcılık ise, Batılı değerlere ilgi ve Batı’ya duyulan yakınlık ile ifade edilebilecek olan Batı eğilimli politikalar olarak değerlendirilebilir.
Türkiye, kuruluş yıllarında siyasi kadroların etkisi ve içinde bulunulan dönemin zorlukları bağlamında Batı ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmış ve genel olarak bu iki ilkeye bağlı kalmıştır. İlerleyen dönemde ikinci dünya savaşı yıllarında denge siyaseti öne çıkmış, kimi zaman tarafsızlık politikaları üzerine yoğunlaşılmış kimi zaman da aktörler arasında bir iletişim mekanizması olarak rol alma girişimleri gözlenmiştir.
Türkiye’nin 1950’li yıllarda Kore’ye asker göndermesi ve NATO’ya katılımı Batı ittifakı ile ilişkilerin güçlenmesine işaret ederken; 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve öncesinde yaşanan süreç, Batı eksenli politikaların sorgulanmasına neden olmuştur. Bu sorgulama, Sovyetler ile bazı girişimleri ortaya çıkarsa da uzun yıllar Türkiye, Batı’ya dönük dış politika yaklaşımını genel olarak sürdürmüştür. Bu dönemlerde Türkiye Batı’ya odaklı politikaları nedeniyle Ortadoğu ile genel olarak bir mesafe içinde olmuş ve bölge ülkeleri ile ilişkilerinde belli sınırların dışına çıkamayarak yeterince ilerleme kaydedememiştir. Diğer taraftan 2000’li yıllarda Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerin güçlendirilmesi yönünde adımlar atmış ve bunun yanında Ortadoğu ve Afrika ülkeleri ile de ilişkilerin güçlendirilmesi çalışmalarına önem vermiştir.
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen ve başarısız olan FETÖ Darbe Girişimi Türk dış politikasında yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Esasen Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı ve 1 Mart tezkeresi gibi ABD ile yaşadığı krizler ve Suriye iç savaşında ABD’nin Türkiye’yi zora sokan yaklaşımları ile birlikte Türk-Amerikan ilişkilerinde süreklilik arz eden anlaşmazlıkların FETÖ’nün organize ettiği 15 Temmuz Darbe girişimiyle zirve noktaya ulaştığı söylenebilir. ABD’nin FETÖ konusunda Türkiye’yi ısrarlı ve sistematik bir biçimde anlamazdan gelme yaklaşımı ve 15 Temmuz’da FETÖ’nün darbe girişimine ABD’nin destek verir mahiyetteki yaklaşımları, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatmıştır. Benzer şekilde FETÖ ve PKK/PYD/YPG konusunda Türkiye’yi teröre karşı vermiş olduğu mücadelede yalnız bırakan Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin Batı ittifakı ile ilişkilerinde sorgulamaların yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Türkiye bu nedenlerle Rusya ile geliştirdiği ilişkiler üzerinden Suriye’de güvenli bölgeler tesis etmeye çalışmış ve Batı ile yaşadığı bu krizlerden bir çıkış arayışında olmuştur. Türkiye oluşan bu atmosferde zoraki bir denge politikasına yönelmiş, Rusya ve Çin ile ilişkiler üzerinden ABD ve Avrupa’yı dengelemeye çalışmıştır. Türkiye’nin bu dengeleme politikalarında Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekâtlarını büyük ölçüde kendi imkânları ile organize ettiği ve böylece zoraki dengeden bağımsız bir eksen oluşturma yönünde önemli adımlar attığı söylenebilir. Türkiye, AB ve ABD ile ilişkilerde yaşadığı güvensizliği Rusya ile de yaşamış ve bu durum Türkiye’yi zoraki denge arayışları içinde bağımsız bir eksene mecbur bırakmıştır. Bu anlamda Türkiye, Suriye politikalarında sorunlar yaşasa da Rusya ve İran ile bir ilerleme kaydetmeye çalışmış ve bu anlamda ABD ile ilişkileri Barış Pınarı Harekâtı ile dengeleyerek ilişkilere yeni bir boyut kazandırmıştır. Bahar Kalkanı Harekâtı her ne kadar Esed rejimine yönelik icra edilse de Türkiye’nin perde arkasında varlığı bariz olan Rusya ile yaşadığı çıkmaz ve Rusya’nın asimetrik politika geliştirme arzusu Türkiye’nin Rusya konusunda yeni bir pozisyon almasına neden olmuştur. Bu anlamda Rusya, Libya’da en güçlü varlık gösteren aktörlerden biriyken Türkiye’nin Libya ile imzaladığı mutabakat sonrası, Libya’da en azından son dönemde Rusya’nın pozisyonunun önemli ölçüde zarar gördüğü söylenebilir.
Aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu politikaları, Körfez’de Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeleri rahatsız ederken bu ülkelerin Arap Birliği’nde Türkiye karşıtı adımlar atma girişimleri Katar, Somali ve Libya gibi ülkelerin engellemelerine maruz kalmıştır. Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın Fransa’yı arkasına alarak sergilediği maksimalist yaklaşımlar, AB’nin içinde görüş ayrılıklarını ortaya çıkarmış, tezlerinde haklı olan, güçlenen ve yükselen Türkiye’nin AB nezdinde Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerle birlikte anılmasına neden olmuştur. Fransa’nın Türkiye karşıtı yaklaşımları, NATO ittifakında da karşılık bulmamış ve Türkiye milli çıkarlarını korumaya yönelik bölgesinde attığı tüm adımlarda kararlılık göstererek AB, Arap Birliği ve NATO’nun içinde farklı görüşlerin ve farklı grupların oluşmasına neden olmuştur. ABD seçimlerinde tarafların gündemlerinde yer alan Türkiye’nin, dünyada yeni güç rekabetinin şekillenmesinde önemli bir aktör olarak öne çıkmaya başladığı söylenebilir.
Ayrıca Türkiye, son dönemde kültürel diplomasi alanında Türk dizileri araçlığıyla dünyada adından söz ettiren yapımlara imza attı. Diziler aracılığıyla Türkçe’nin yaygınlaşması gibi Türkiye’nin yumuşak güç unsurları açısından önemli kazanımları elde ettiği söylenebilir. Türkiye, milli güvenliğini ve milli çıkarlarını tehdit eden tüm yaklaşımlara karşı zorlayıcı diplomasi örnekleri olarak askeri harekâtlar icra etmiş ve Türkiye’nin sınırları içinde sürekli bir güvenlik krizi yaşamasına neden olan unsurları sınırları içinden ve sınırlarından uzaklaştırmıştır. Ayrıca Türkiye’nin son yıllarda yardım faaliyetlerinde dünyanın en cömert ülkesi olarak ortaya çıkması, dış politikada önemli bir insani diplomasi örneği olmuştur. Korona virüsü salgını süresince Türkiye’nin diğer ülkelere yaptığı yardımlar, sağlık diplomasisi yönüyle ciddi bir prestij sağlamış ve Türkiye’nin insan merkezli politikalarına katkı sunmuştur. Tüm bu gelişmelerin sonucu olarak; Türkiye artık eksen kayması tartışmaları ile anılmanın ötesinde eksen oluşturma tartışmaları ile değerlendirmelere konu olmaktadır. Bu anlamda Türkiye’nin Libya’da Katar, İtalya, Malta ve İngiltere ile kurduğu ilişkiler öne çıkmış, İslam dünyası içinde de Pakistan ve Malezya ile kurduğu ilişkiler yabancı basının analizlerine konu olmuştur. Diğer taraftan Türk dünyası ile Türk Konseyi çalışmaları ve Azerbaycan ile son dönem yoğunlaşan ilişkiler, Türkiye’nin varlık gösterebileceği diğer bir eksen olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin artık Batıcılık politikaları ile kendini sınırlayan yaklaşımları aştığı ve dünya üzerinde yaşanan güç dengelerinde önemli bir aktör haline geldiği söylenebilir. Böylelikle Türkiye’nin çevresinde ve tüm etki alanlarında Türkiye’nin olmadığı bir oluşumun varlığını sürdürmesinin zorluklarının anlaşıldığı bir dönemin başladığı söylenebilir. Ortadoğu’da Filistin, Kuzey Afrika’da Libya, Afrika’da Somali ve Körfez’de Katar ile yaşanan gelişmelerde Türkiye’nin varlığının belirleyici bir unsur haline geldiği söylenebilir.