23-25 Aralık 2022 tarihlerinde Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyemiz üç gün süren 3.Uluslararası Edebiyat ve Şiir Günleri düzenledi. Birçok şair ve edebiyatçı tebliğde bulundular. Her oturumun sonunda katılımcılara kitap hediye edildi. Dolu dolu bir programdı. Şiirin ve edebiyatın başkenti, “Yedi Güzel Adam”ın memleketi Kahramanmaraş’a bu tür etkinlikler çok yakışıyor. Başta Belediye Başkanımız Sn. Hayrettin Güngör Beyefendi ile Duran Doğan Beyefendiye ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
İslami hassasiyetini bildiğim konuşmacı bir aydınımız isim vererek Jean-Paul Sartre’ın Bulantı’sından, yine isim vererek Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinden alıntılar yaptı. Ayrıca isimler vererek, alıntılar yaparak Norveç edebiyatından da bahsetti. Aynı şahıs Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur’undan iki defa alıntı yaptı. Ancak yazar ismi de eser ismi de vermedi. Sadece “Bir İslam âlimi” diyerek geçiştirdi. Niye acaba? Elin Fransızından, Norveçlisinden alıntılar yaparken isim vereceksin, ama sıra Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a gelince vermeyeceksin. Bediüzzaman’ın veya Risale-i Nur’un adını anmak suç mu? Bu eserler yasak mı? Veya bunlardan bahsetmek sizi küçültür mü? Yoksa reklamını mı yapmış olursunuz? Ya da nurcu damgası mı yersiniz? En kötüsü de (!) bu galiba. Niye çekiniyor, neden korkuyorsunuz? Bu bir kompleks değil mi?
Aydınlarımızın Bediüzzaman ve Risale-i Nur karşısındaki tutumlarını bir türlü anlayamıyorum. Bizim kültürümüze, düşünce dünyamıza ve inançlarımıza uzak, binlerce kilometre ötedeki yazarları okuyorlar, onlardan alıntılar yapıyor, uzun uzun bahsediyorlar. Doğu’dan Batı’ya, Muhammed İkbal’den, Taha Abdurrahman’a; Rus ve dünya klasiklerine kadar yüzlerce, binlerce kitap okuyorlar ve bunlarla ilgili eserler yazıyor, isim vererek alıntılar yapıyorlar ancak sıra bu toprakların öz çocuğu olan, tüm ömrünü milletinin iman selametine harcayan, olabildiğine hasbi, dünyasını bir sepete sığdıran ve milletinin selameti için dünya zevki namına bir şey tatmadığını söyleyen Bediüzzaman’a gelince ne hikmetse okumuyorlar ve kör, sağır, dilsiz oluyorlar…
Ülkemizde neredeyse 80’in üzerinde ilahiyat fakültesi var. Bu fakültelerde binlerce hocamız var. Ama ne gariptir ki, Risale-i Nurlara karşı üç maymunu oynuyorlar. Kıytırıktan bir sürü eser üzerine çalışmalar yapıyorlar ancak Risale-i Nurları görmezden geliyorlar. Yazık! Oysaki bu eserler kimsenin tekelinde değil. Bütün Müslümanlar için yazılmış. İsteyen herkes az çok istifade edebilir.
Yoksa akademide bu eserlere karşı bir ambargo mu var?
Risale-i Nurlar bugün dünyada en çok okunan kitaplar arasında. 50’den fazla dile çevrilmiş. Birçok yabancı ilim insanı ve araştırmacı, Bediüzzaman Said Nursî ve eserleri üzerine çalışmalar yapıyor, sempozyumlarda tebliğler sunuyorlar. Ancak bizimkiler duyarsız davranıyor, yok sayıyorlar. Güneş balçıkla sıvanmaz ki, gözünüzü kapamakla yalnızca kendinize gece yaparsınız.
Eleştirilere gelince; bunların hiçbir tanesi öze dokunur düzeyde değil.
Biri çıkıyor Bediüzzaman kendisinden çokça bahsetmiş, kerametini izhar eylemiş diyor. Başka biri çıkıyor, tevafuk meselesine çok girmiş, ne gerek vardı. Başka biri ebced ve cifiri kullanmamalıydı. Başka biri milliyetçilik meselesine hiç girmemeliydi diyor. Başka birisi de Türkçesinin bozuk olduğundan dem vuruyor. Bu eleştirilere benzer, çevresinde dolaşan, asıl meselelere hiç dokunmayan, sırf eleştirmiş olmak için eleştiren, aydın ve âlim geçinen tiplerin haddi hesabı yok.
Birisi de çıkıp Risale-i Nur’da haşir bahsi nasıl işlenmiş, şeytan ve şer problemi nasıl çözülmüş, vesvese ve ene meselesine nasıl değinilmiş, nice dev şahsiyetin ayaklarını kaydıran, imanın nihayet hududunu gösteren kader meselesini nasıl izah etmiş, nübüvvet, sahabe ve hadis gibi İslam’ın temel meselelerine nasıl yaklaşmış… Bunlar üzerine ciddi, ilmi, derinlikli, münevvere yakışır bir eleştiriye bugüne kadar rastlamadım. Keşke olsa da biz de istifade etsek. Kur’an-ı Kerim’in kırk vecihle icazını gösteren İşârâtü’l-İ’câz gibi sahasında nadir örneklerden sayılan bir tefsir yazmış. Ancak onu da görmüyorlar. Bence bu iş sizin boyunuzu aşıyor. Seviyeniz buralara yetişemiyor ve Risale-i Nur’u anlayamıyorsunuz. Onun için de görmezden geliyorsunuz. Yani biraz frengi okumuşsunuz, bu İslam yazılarını okuyamıyorsunuz. Maalesef bir bilenden de sormuyorsunuz.
Geçenlerde, yaşayan büyük şairlerimizden birisi; “Ben öteden beri Risale-i Nur okuyan insanlara hayret etmişim. Bu kadar kötü bir Türkçeye tahammül ediyorsa insanlar, demek ki hiçbir şey anlamamayı peşin olarak kabul etmişler demektir. Çünkü bir metin iyiliği yüzünden okunur. Yani doğru şeyler söylüyormuş gibi olsa bile, kötü ifade edilen bir şey yanlıştır,” dedi. Türkçesini ve üslubunu bahane ederek, yıllardır bu milletin imanının kurtarılmasına vesile olmuş koca bir külliyatı kaldırıp attı. Hiç yakışmadı kendisine. Koca bir camiayı üzdü.
Bilim felsefecisi bir profesörümüz ise; “Şu andaki din dili hitap etmiyor okumuş insanlara. Bakın size bir örnek vereyim. Risale-i Nurlar niye çok etkilidir? Risale-i Nurların en çok etkilediği insanlar kimler? Tabipler, mühendisler (…) Niye? Çünkü Risale-i Nurların en büyük özelliği, kaba pozitivizm dediğimiz Newton’cu naturalizmin ortaya çıkarttığı sorunları ortalama bir kültür seviyesinde çözüme kavuşturan metinler olduğu için. Öyle kutsiyeti falan yok, metin onlar. Ve çok önemli etkili oluyor (…) Mesela diyelim ki, pek çok Osmanlı âlimi cüzi meseleleri cevaplandırıyor. İşte ateizme reddiye yazıyor. Doğa kavramını eleştiriyor. (tabiatçılığı demek istiyor) Ama Risale-i Nurların en büyük özelliği tüm o problemleri ortalama bir insanın anlayacağı bir şekilde cevaplandırmasıdır. Öyle bir metin de yok şu anda. (birisi herkes anlayamıyor ama hocam diye laf atıyor) Dilinden dolayı…Türkçesi bozuk. Kendisi söylüyor. Kırık Türkçe ile yazıyorum, bilmiyorum Türkçe’yi diyor. İkincisi dil değişti, kavramlar değişti, ondan. Merak etme, onlar da anlamıyorlar. (Nur talebelerini kastediyor) Ben onlara okuttum anlamıyorlar. Yazıldığı zaman da anlamıyorlardı. Çünkü terimleri bilmiyorlar ki… Bu kendi meseleleri, kendi dertleri kendileri çözsünler,” diyor.
Bu açıklamanın her tarafı tutarsız ve çelişkilerle dolu. Hem ne demek “Bu kendi meseleleri, kendi dertleri, kendileri çözsünler,” Bu eserler İslam’ın malı değil mi? Bediüzzaman, bu toprakların çocuğu değil mi? Sen hangi milletin münevverisin? İlim, irfan sahibi vicdanlı bir münevver böyle bir cümle kurar mı? Kendi milletinin derdi ile dertlenmez mi?
Bunlar kendi ceplerinde para yoksa başkalarının cebinde de para yok zannediyorlar. Kendileri anlamadıkları için başkaları da anlamıyor zannediyorlar. Ne diyelim ki, kibir kokuyor her tarafınız.
Cemil Meriç daha vicdanlı ve kucaklayıcı. Aydınlara bu mevzuda şöyle sesleniyor.
“Nurcuları yok farz etmek, gaflet. Nurcular adalarında kendi hayatlarına devam edebilirler. Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez. Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamaya çalışmak.”
Risale-i Nur’a yaklaşımlarında eksik ve yanlışları olmasına rağmen eğer Necip Fazıl, Cemil Meriç ve Şerif Mardin gibi aydınlarımız olmasaydı; bunlar Risale-i Nur’u hiçbir zaman söz konusu dahi etmeyeceklerdi.
Ama her ne olursa olsun kervan yürüyor. Risale-i Nur, üzerine düşen hizmeti bihakkın yapıyor.
Siz ne derseniz deyin. Yusuf Kaplan’ın tabiriyle “Anahtar Bediüzzaman’dadır.”
Sözlerimi Eşref Edip’in Bediüzzaman’la yaptığı röportajdan alıntılarla sonlandırıyorum.
“Risale-i Nur’u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler telif eyledim. Fakat ben öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını,
vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.”
Bana, “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”
“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret
zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı Harb’lerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım.”(…)
Allah razı olsun Hocam. Kalemine, ruhuna sağlık…
Malesef kaynak olarak okutulup kabul görmüyor çok büyük kayıp… ilahiyatçı arkadaşlar bilhassa
Gerçekler acı doğruları söylemek zor Saidi Nursi döneminde bedelini ödeyerek söylemiş şimdi zor gibi düşünüyorum elinize sağlık
Risalei nuru anlıyorlar veya anlamıyorlar, Ama bu aydınlar hakkaniyetli konuşmuyorlar. Risalei nur bunlara on beden büyük gelir bence. Evet anahtar Üstadımızdadır.
Bahsettiğiniz bu yazarlar kim isimleri nedir? İlahiyatçılar herkesi herşeyi eleştirmek olarak görüyor. Görevimiz bu diyorlar. Allah kalplerini hayra çevirsin. Kendilerini Türkçe savunucusu sayıp Türkçe bilmeyen bu yazarlara bu risalelerin dili dedeniz Yavuz Selim’in zamanından geliyor dersiniz daha mühim vazifelere odaklanırsınız. Kaleminize kuvvet.
Ülkemizdeki üzücü bir hakikate dikkat çekmişsin hocam, Cenab-ı Allah tüm insanlarımıza Risale-i Nurlardan istifade etmeyi nasip eylesin..
Üstadı kendi kalıbının veya istiğdanın üstünde tefavvuk edemeyen zatlar Üstada hayali sınır çizmekle meşguller. Cenabı Allah haricinde gerçekte kimin ne olduğunu kimse bilemez ve bazı mübarek şahıslerinin makamı veya yapmış olduğu hizmetin büyüklüğü diğer şahısların kapasitesiyle sınırlı değildir.
Çok güzel bir yazı olmuş. Gerçekleri en güzel şekilde izah etmişsiniz. Risale-i Nur paha biçilemez iman hakikatlerini anlatan, muhteşem bir tefsir.
İstanbul Hahambaşısı Yahudi Karasso ile Bediüzzaman arasında Selânik’te cereyan eden bir konuşma sırasında, Karasso konuşmayı yarıda bırakarak dışarıya fırlamış ve arkadaşlarına, “Eğer yanında biraz daha kalsaydım, az kalsın beni de Müslüman edecekti” diyerek mağlûbiyetini hayret ve telâşla izhar etmiştir.
İman hakikatlerinin delilleri ile ispat eden muhteşem bir eser Risale-i Nurlar. İnsanlar okumadıklarından dolayı kıymetini bilemiyorlar. Her bir konuda Bediüzzaman Said Nursi’ nin ilmine, bakış açısına hayran oluyor insan.