Güneş katreye nasıl sığıyorsa sayfalar dolusu yazıyı hatta ciltler dolusu kitapları da bir beyitin dizelerine sığdırmakta pekâlâ mümkün. “Eğer maksat eserse mısra-ı berceste kâfidir.” diyerek bercestenin ne olduğunun çerçevesini çizer Ragıp Paşa aslında. Divan edebiyatında mısraların en güzeli, en özlüsü, en seçkinidir berceste. Hatırda kalması kolay olan bu beyitleri ya da dizeleri cebimizdeki para gibi gerektiğinde çıkarıp kullanabiliriz. Yeter ki bu akçeler değerini yitirmemiş olsun. İstedim ki anlam derinliği olan nükteli, ders çıkarıcı, sanat değer yüksek, kıymetli mısralarımızı sizlerle buluşturayım. Lakin zülfü yâre dokunursam darılmaca yok. Benim sözlerim değil çünkü. Elçiye zeval olmaz. Anlaştıysak haydi öyleyse yolculuk başlasın mısraların beni götürdüğü yere…
“Kimseye baki değildir mülk ü devlet sim ü zer
Bir harâp olmuş gönlü tamir etmektir hüner”
Ömer Efendi
Ne malımız ne mülkümüz ne saltanatımız ne gücümüz ne de birikimlerimizin hiç birisi kalıcı değildir. Bu hayatta kalıcı olan bir şey varsa o da kırık gönülleri tamir etmek, hoşnut etmektir diyor şairimiz. İşte özenilesi hayat budur. Yanımızda götüreceğimiz tek birikimin iyiliklerimiz olmasını bilmemize rağmen kulak ardı ederiz bu gerçeği. Dünyada kalıcıymış gibi bir hayat yaşarız. Oysa dünya ne Harun’a ne Karun’a ne Talut’a ne de Calut’a kalmıştır. Emellerimiz, hırslarımız bitmez. Daracık bir kabre gireceğimizi hesaba katmadan güneşin doğup battı yere kadar her şeyi ister dururuz. Endamıyla boy gösteren, ziynetler takınmış süslü dünyaya vuruluruz. “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı ne evlâdın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” Ayetini duymaz olur kulaklarımız. Ney gibi dinlenir dünyanın dört bir tarafındaki mazlumların iniltileri. Görmez gözlerimiz görmesi gerekenleri. Dilimiz söylemese de şan, şöhret makam, mal, mülk şarkısı söyler kalbimiz. Maalesef bu obur yapımızla başımız muazzam dertte ve nasıl başa çıkacağımız konusunda ise tereddütlerimiz her geçen gün daha da artıyor. Doğrusu bir diyet listesi hazırlasak nasıl olur diyorum? Öyle endişelenmeyin. Kimsenin bu listeyi uygulamakla komaya gireceği falan yok. Topu topu birkaç maddeden ibaret. Ölmeyi devamlı hatırla. Elindeki ile yetinmeyi bil. İstiğna sahibi ol ve isarı kazanmanın yollarını ara. İşte hepsi bu kadar basit fakat bir o kadar da zor. Şairin bu gerçeği “Dünya kimseye baki değildir.” diyerek söyleme ihtiyacı hissediyorsa bir bildiği vardır demek ki. Mısraların arka planında fani hayatı ebedi diye tevehhüm edenlerin varlığını görmezden gelemeyiz. Sürekliliğidir dünyayı baki gösteren ve bir de gaflettir fenanın üstünü örten. O halde gönülleri tamir etme yolunu aramalı insan. İhmal etme beli bükülmüş ana-babanı. Ziyaret et akrabalarını. Unutma garip gurabayı. Elinden tut düşkünlerin, düşün onların düştükleri yere nasıl düştüklerini. Sevindir çocukları, kucakla dostlarını. Yem ver başına üşüşen kuşlara yahut tavuklara. Yürekleri ısıtacak bir şiir çıksın ağzından. Seni bakileştirecek bir fidan dik toprağa. Şöyle utanmadan çocuklarla doyasıya oyunlar oyna. Senden sonra anlatılacak bir hikâyen olsun. Gökyüzüne bakarken duy baharın kokusunu. Eşini ve işini küçümseme zira birisi hayatına anlam katar, diğeri idameni sağlar. İşte hüner bunlardır. Gerisi ise sadece birer rüyadır.
“Halk içre bir ayineyim herkes bakar an görür
Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaban görür.”
Niyazi Mısri
Ayna… Kendinde hiç kuvvetin, hiçbir tesirin olmadığı nesneleri olduğu gibi yansıtan bir cisim, bir cam parçası.
Ayna…
Hiçbir meziyete ne mazhardır ne de fail. Rabbinin isimlerini yansıtan bir cisimden başka nedir ki ayna? Her mahlûk gibi insanoğlu da bir aynadır sadece. Aynamızın kabiliyeti nispetinde Esma-ül Hüsna tecelli eder insanoğlunda. Kimisinde bir isim aşikârdır bir isim gizli. Kimisinde bir isim ağır basar, kimisin de başka bir isim. “Ya Şafi” ismine mazhar olur bir doktor. “Ya Vafi” ismini taşır sözünde duran her bir kimse. Âlimler “Âlim” ismiyle amel eder, liderler “Aziz” ismine tutunur sıkı sıkıya. Cömertler Vehhâb ismine yapışır. Aşk ehli “Ya Vedûd, Ya Vedûd” derken, celal sahibi olanlar, “Ya Sabur, Ya Sabur” çeker durmadan. “Es-Selâm” der esenlik rüzgârına ihtiyacı olanlar. Beden zindeliği isteyenler “Ya Kaviyy” derken “Ya Hâkim” der ağzından hikmet dökülen bilgeler. Günahkârlar, “Ya Tevvâp” Sanatkârlar, “Ya Bâri” Fukaralar, “Ya Rezzâk” Daralanlar, “Ya Fettah” İdareciler, “Ya Vâli” yi bulur tespihin tanelerinde. Ayna fail olmasa da tecelliye mazhariyeti az bir şey değildir. Zira Rabbimizin isimlerinden bir damlanın gönlümüze inmesi bizi ummana çevirmeye yeter artar bile. İşte o zaman aynamız nefha kokar, sözlerimiz gül, kalplerimiz huzur dolar.
Meseleye bir başka vecihle bakarsak yaratanla- yaratıcı arasındaki tecelli bir yönüyle mahlûkatın kendi aralarındaki kıymet ölçüleri içerisinde de devam eder. Bir aynaydı Niyazi Mısri. Ona bakan kendisini görürdü. Zalim onun gözlerinde zulmünü seyrederdi. Âlim ilminin deryasında yolculuk yapardı. Kamil kemalini, nakıs noksaniyetini söylerdi Niyazi’nin. Aslında söyledikleri Niyazi’nin değil kendi kemalatları yahut noksanlıklarıydı. “Ben hayatımda Rasûlullah kadar cesur, onun kadar cömert, onun kadar yiğit, onun kadar aydınlık yüzlü ve güzel birini görmedim.” der, Abdullah Bin Ömer, peygamberimiz için. Zira kendisi de cömertti ve güzeldi. Babası Ömer gibi yiğitti de. Hülasa siret ve suret güzelliğini Efendimizde görmüştü. Ebu Cehil ise içinin çirkinliğinin yansımasını görerek hakaretler yağdırmıştı efendiler efendisine. O halde karşımızdaki kişiyi her ne görüyor isek aslında biz o değil miyiz? Toplumdan hep şikâyet edip durmamız da böyle değil mi? “Huzur yok, güven yok, asayiş yok, sevgi yok, saygı yok, hürmet yok, çile yok, dava yok, samimiyet yok, aile mevhumu yok, akrabalık yok” derken aslında bizdeki “yokun” bilmem ne kadar farkındayız? Toplumu oluşturan bizler olduğumuza göre bütün bu “yoklar” aslında bizdeki “yokun” toplum aynasındaki yansımasından başka bir şey değildir son tahlilde… Geçenlerde Mesnevi’nin satırlarında gezerken şunu okudum. “Allah bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu temiz kişilere ta’n etmeye meylettirir. Allah bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz” Bu ne muazzam ölçü… Değerlendirdiğimiz her kişi aslında değerimizi ortaya koyuyor bir bakıma. O halde aynamızı temiz tutalım ve ne ayıp görelim ne de kusur kendimizden başka…