Devletler ve ülkeler çıkarları uğruna, gerek siyasi gerek ekonomik sömürülerle ve daha fazla toprak parçası sahibi olmak adına savaşlar gerçekleştirmiş ve acımasız savaşlar sonrası binlerce insan yitip gitmiştir.
Dikkat ettiniz mi? Savaşlarda en çok bebekler ve çocuklar zarar görüyorlar. Küçücük bedenlerine isabet eden her bir kurşun, her bir bomba parçası karşısında insanlığımızdan utanıyoruz.
Ölen bebekler, çocuklar, analar babalar yaşamlarının en güzel çağında insanlıktan nasibini almamış, günümüz firavunlarının zalim, acımasız menfaatleri uğruna ölüyorlar.
Bizler istiyoruz ki çocuklar, bebekler, analar, babalar ölmesin, zarar görmesin. Elbet ki yapılan kimi savaşların haklı nedenleri, gerekçeleri olmuştur ve olacaktır. Bu hassasiyet noktasında kainatın yüzü suyu hürmetine yaratılmış olanı Efendimiz peygamber olduktan sonra, savaşta bile merhamet tevzi etti. Nitekim Bedir’de, harpten evvel düşman gelip su istedi, Efendimiz düşmanına bile su verdi.
Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:
“(Ey ümmetim! Savaş hâlinde iken bile);
Zulmetmeyiniz, işkence etmeyiniz, çocukları öldürmeyiniz.” (Müslim, Cihâd, 3; Ahmed, V, 352, 358)
“(Ey ümmetim! Savaş hâlinde iken bile);
Çocukları, mabetlerine çekilip ibadetle meşgul olan (Hristiyan, Yahudi vs.) kişileri, kadınları, yaşlıları ve savaş hârici işler için kiralanan kişileri öldürmeyiniz.
Kiliseleri yakıp yıkmayınız, ağaçları köklerinden kesmeyiniz.” Buyurmuşlardır.
Bizler savaş esnasında dahi düşmanına su veren bir peygamberin ümmeti ve yine kainatın efendisinin adaleti ve merhametinin savunucuları olan aynı merhametle cihana nam salmış Osmanlı İmparatorluğunun kurucularının torunları olmaktan duyduğumuz haklı onuru, gururunu yaşıyoruz.
İşte bu iman ve inançla beraber geçmişten günümüze dek her vakit mazlumun yanında olmuş yaralarını sarmış, ve göz yaşlarını ellerimizle silmişizdir.
Erzurum Doğu’nun ve Anadolu’nun kilit noktası. Osmanlı’dan tutunda Cumhuriyetin kuruluşuna kadar ki tüm zorlu süreçte en önde saf tutmuş Erzurum. Bugün ki türkümüzün ve hikayesinin kahramanı da yine Erzurum olsun istedim. Bir çoğunuzun aşinası olduğu eserimizin hikayesinde savaşların sebep olduğu acılara ,kayıplara tanıklık edeceğiz.
Yıl 1914 Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Memleketin bir çok yeri işgal edilmiştir. Doğu cephesinde ki ordumuz amansız kış şartlarına dayanamaz ve doksan bin askerimiz soğuktan donarak şehit olmuştur.
Böylece Rus ordusunun önü açılmış, Doğu Anadolu’nun bir çok şehri işgal edilmiştir. Rus Ordusu olanca hızı ile Erzurum’a doğru ilerlemektedir.
Halkta bir heyecan, bir panik havası var ki tarif edilir değil. Erzurum’un mert, dürüst Dadaş ruhlu insanı malı mülkü bir tarafa bırakarak, canlarını ve namuslarını kurtarma derdine düşmüştür. Bir tarafta yakıp yıkan ölüm saçan Rus Ordusu, diğer tarafta acımasız kış şartları. Erzurumlular iki düşman arasında tercih yapmak zorundadır. Ve tercihini yapar… Rus Ordusu’na esir olmaktansa ağır kış şartlarına karşı mücadeleyi sürdürürler.
Bütün halk yanlarına alabildiği ve kendilerine lazım olacak eşyaları kaptığı gibi yola düşerler. Yola düşmesine düşerler fakat, kolay değildir bu göç… Kimi daha yeni evlenmiştir. Kimi kadınlar yeni doğum yapmıştır. Çoğunun binecek ne biniti ne arabası vardır.
Bir can pazarı yaşanır Erzurum insanında. Yiyecek sıkıntısı, giyecek sıkıntısı halkı perişan etmektedir. Bu sıkıntılar öyle ayyuka çıkmış ki , yeni doğan bebeklerini dahi yolda, ölüme terk edenlerin, açlıktan takatsiz düşüp can verenlerin haddi hesabı yoktur. Canlarını, can parçalarını, ihtiyaçlarını geçtiği dağlara ve vadilere adeta ekerek giderler. Mezarlarının başlarına bir çalı, bir taş bile dikemeden göç yolunda ölenlerini toprağa, acılarını yüreklerine gömerek sürdürürler bu göç yolculuğunu.
Bu türkü işte bu zor şartlar içerisinde söylenmiştir. Duyguların mısralara döküldüğü bir ağıttır. Daha üç gün olmuş evleneli. Çaresiz onlarda yollara düşmüşler. Eli kınalı, anlı duvaklı gelin, bu zor şartlara dayanamaz açlıktan mı, soğuktan mı bilinmez! Birden uyku gelir ela gözlere… Damat dayanamaz ve içinden gelen duyguları dağlara duyururcasına söylemeye başlar.
Göç göç oldu göçler yola düzüldü
Uyku geldi ela gözler süzüldü
O zamanda elim yardan üzüldü
Ağam nerden aşar yolu yaylanın
Doldur doldur nargilemi tazele
Sarardı gül benzim döndü gazele
Tut kolumdan indir beni mezara
Ağam nerden aşar yolu yaylanın
Asker indi Ilıca’nın düzüne
Geri döndüm şehir çarptı gözüme
Ben garibim kimse bakmaz yüzüme
Ağam nerden aşar yolu yaylanın
Sevgilerimle HOŞÇAKALIN…
Şeyda Hanım tebrikler…Tarihimizi,kültürümüzü unutmamak ve unutturmamak adına güzel bir çaba içindesiniz…