Lümpen kelimesi, esasen içinde bulunduğu toplumdaki yaygın kültüre karşı yabancılaşan; cehalet çukurunda olduğu halde bilgili imiş gibi tutum ve davranışlarıyla insanlar nezdinde itici olan; içinde yaşadığı toplumda kendisini diğer insanlarından üstün göstermeye çalışan; bu yolda itici tutum ve tavırlar sergileyen kişiliklere denir.
Bütün CHP’liler olmasa da, CHP içerisinde bazı “lümpen” tayfası oldum olası, halkın kendilerine oy vermeyen kesimlerine sürekli yukarıdan baktılar. Onları hakir gördüler.
CHP’li zihniyetindeki bazı gazeteciler, siyasetçiler, işadamları, sanatçılar, popüler şahsiyetler, akademisyenler, CHP’li kimliklerini de (bazen açıkça, bazen de zımni olarak) öne çıkararak, halkın geniş kesimlerine yönelik aşağılayıcı ithamları sürekli tekrarladılar.
Bu kesimlere göre, Türkiye’de resmi olarak vatandaş görünenler iki gruba ayrılırlar.
Birincisi, çağdaş, modern, iradesi, tecrübesi, fikirleri aydınlanmacı olanlar. Bunlar, halkı vatandaşlardan ayrıştırarak kendilerini halkın üstünde gören vatandaş tayfasıdır. Bunlar “halk plaja akın etti, vatandaş denize giremiyor artık” diye yakınan “lümpüş” takımıdır.
İkincisi, cahil, (onların deyimiyle) Muhammedin yavellilerine, uydurduğu saçmalıklara inanan yobazlar, iradesi demokratiklik ölçütünde değersiz olanlar, ülkenin geleceği konusunda verilecek kararlarda liyakatsiz olanlardır.
Bu öağdaş(!) lümpen kesimlere göre, makbul vatandaş olabilmek için şunlar lazımdır:
* Otoriter, militan, dışlayıcı laikist olmak; demokratik laikliği yobazlık görürler;
* Otoriter, anti-demokratik cumhuriyetçi olmak; demokratik cumhuriyeti (mesela Demokrat Parti iktidarını), cumhuriyetçiliğe ihanet, cumhuriyetin yıkılması olarak görürler;
* İrticayı, gericiliği ve yobazlığı temsil eden dini yaşantıya mutlak yabancı olmak;
* Ezan’ın Arapça aslına uygun okunmasını Arapçılık ve gericilik olarak görmek; 27 Mayıs askeri darbesinin yapılmasında, Ezanın Arapça aslına döndürülmesinin önemli etkisi vardır; kısaca “27 Mayıs, Ezanın Arapçaya çevrilmesinin rövanşı” olarak görülebilir;
* Ayasofya’nın tekrardan ibadete açılmasına şiddetle karşı olmak; bu bağlamda bazı CHP’li lümpenler, Ayasofya ile birlikte Sultanahmet Camiinin de müze haline getirilmesini savunmaktadırlar; bu kesime, Ayasofya’nın ibadete açılması çoook ama çooook dokunmuş;
* Tesettürlü giyinmeye, sünnete uygun sakal uzatmaya mutlak karşı olmak; başörtüsü takanlar bu tayfaya göre İslam dinini çağdışı göstermektedirler; bu tayfanın inandığı İslam Dini nasıl bir şeyse?
* Adnan Menderes’li Demokrat Partiye, Turgut Ozal’lı Anavatan Partisine, Necmettin Erbakan’lı Refah Partisine, Tayyip Erdoğan’lı AK Partiye kesinlikle oy vermemek;
* Osmanlı Devletine şiddetli bir şekilde Düşman olmak;
* Abdülhamid Han’a “Kızıl Sultan, despot”, Sultan Vahdettin’e “vatan haini” demek;
* Kendileri namaz kılmasalar da, namaz kılanların namazlarda sureleri Türkçe okumalarını mutlak gereklilik kabul etmek; hatta yüzün yere değmesini hijyenik görmedikleri için secdenin yapılmadığı bir ibadet türü geliştirmek;
* Kur’an’ın orijinal halinin okunmasına, öğrenilmesine, öğretilmesine karşı olmak.
Bunların sayısı daha da artırılabilir.
Bir dönem, bu anlayış CHP’lilerde mutlak hâkim idi.
Nitekim o dönemin CHP’lilere göre, Demokrat Partiye oy verenler, esasen kara cahil, çoğu okuma yazma bile bilmeyen bilinçsiz kesimlerdi.
CHP’lilere göre, Demokrat Partililer tarafından kandırılan baldırı çıplak, köylü, çarıklı, çoğu şalvarlı, gerici, yobaz, sünepe kuru kalabalıklar, demokrasi adına çağdaş laik CHP yönetimini indirmiştir.
Benzer söylemler, 1940’lı ve 1950’li yıllar kadar yoğun ve yaygın olmasa da, sonraki yıllarda Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi seçmenlerine yönelik de yapılmıştır.
Nitekim 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimleri sürecinde de benzer söylemler dile getirildi.
Gazeteci Fatih Portakal’ın paylaştığı ifade edilmekle birlikte, kendisinin paylaşmadığı ama birilerinin Fatih Portakal adına/hesabına paylaştığı ifade edilen, bu bağlamda halkın kahir ekseriyetini; bir diğer ifadeyle halkın demokratik iradesini aşağılayan, kendilerini halkın üstünde konuşlandıran, otoriter jakoben bencil bir zihniyeti yansıtan şu ifadeler önemlidir:
“Allah, kimseyi evinin kirasını ödeyemiyorken, sarayda oturanları savunacak kadar akılsız; çocuğuna süt alacak parası yokken, elektriğe, doğalgaza, benzine zam yapanları alkışlayacak kadar şuursuz yapmasın!”.
Bu iletinin kendisine ait olmadığına ilişkin Portakal’ın Twitter paylaşımı şu şekilde:
“Sosyal medyada böyle bir şeyler dolaşıyormuş. Sadece bilinsin istedim, bana ait olmayan cümleler bunlar. Birçok savcı şikayet üzerine hakkımda dosya hazırlayabilir. Gerçek dışı olduğu için yormasınlar kendilerini. Bilgilendirici bu twiti yazmak istedim. Duyurulur herkese. Ancak bireyin ve milletin ruh halini anlamak adına psikolojik ve sosyolojik açıdan analiz etmekte fayda var diye düşünüyorum. Niçin insanlar böyle cümleleri kendi adları dışında başkalarına atfederek yayınlar”?
Tabii ki Portakal bu ileti bana ait değil diyorsa, bunu paylaşan birileri vardır. Bu iletiyi paylaşmanın ağırlığından ve cezaî yaptırımlarından çekinen bir kişi olmalı ki, bu ağırlığı taşıyacağını düşündüğü Portakal’a bu işi ihale etmiş görünüyor.
Burada önemli olan Portakal’ın bu iletiyi paylaşıp paylaşmaması değildir; o zaten ben bunu yapmadım dediğine göre, ona inanıyoruz; önemli olan bu iletinin sürümde olmasıdır.
Kendisinden farklı düşünenlere asalak, cahil demek, 14 ve 28 Mayıs seçim sonuçları için, “yoksulların-vasatın intikamı” ya da “Aziz Nesin az bile söylemiş” diye yorumlamak demokrasiyi inkârdır.
CHP tarafından fonlandığı belirtilen Tele 1’de Emre Kongar’a göre, Türkiye’de “lafı dolandırmaya gerek yok, demokrasiyi yeniden inşa edeceğiz. Mevcut rejim demokrasi falan değil. ‘Şahsım devleti’ demokrasimizi katletti. Oy verdiğimiz rejim demokrasi falan değil. Böyle demokrasi olmaz. Ben ona ‘şahsım rejimi’, padişahlık tacı giyilmiş bir faşizmdir”.
Yönetici kişi ve kadroların yönetilen kitlelerce belirlenmesinin, “iyi mi, yoksa kötü mü?” olduğu yönündeki tartışmalar hep yapılagelmiştir. İngilizlerin ünlü mizah yazarlarından ve kraliyet sistemine derin bir hürmet ve itaat duygusuyla bağlı olan Bernard Shaw, 70 yıl öncelerde halkın rey ve iradesi lafının bir kandırmaca olduğunu söyler. Shaw’a göre: “Seçmene bir tutam yeşil ot gösterirsen, onu istediğin yere çekersin”.
Gerek Kongar’ın, gerekse Shaw’ın bu sözleri, onların, kendi zihniyetleri haricinde bir demokrasinin olacağını kabul etmediklerini göstermektedirler.
Oysa demokrasi, halkın çoğunluğunun iradesinin, hukuken ve fiilen yönetime yansımasıdır. Kısaca seçilmişlerin üstünlüğü ilkesinin hayata aktarılmasıdır.
Sadece CHP zihniyetinde olanların iktidar olması ancak makbul bir rejimdir demek esasen demokrasinin inkârıdır.
Her ne kabar, bu jakoben, militan laikistler, savundukları rejimin demokrasi olduğunu, demokrasiyi yeniden kuracaklarını söyleseler de, hakikatte savundukları demokrasi falan değil, otoriter, baskıcı laikist Cumhuriyettir.
14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinde halkın %52.18’i bu zihniyettekilere tekrardan bir şamar vurdu. Bu şamar onları çok acıtmış olmalı ki, halkı aşağılamaya devam ediyorlar.
Bazıları bu ülkede yaşanmaz diyerek yurt dışına gideceklerini söylüyorlar.
Bir kısım lümpüşler, kendilerine deprem bölgelerinden istedikleri düzeyde oy çıkmadığı için, depremzedelere yaptıklarını iddia ettikleri yardımları helal etmiyorlar.
Bu tür Türk halkına yabancı lümpen takımı, eskiden de vardı şimdi de var.
Halkın iradesini ne kadar hakir görseler de, bu millet onlara itibar etmedi, etmez de.
Bu lümpüş tayfa, en çok kendilerine zarar veriyorlar. Çünkü, istedikleri parti bir türlü iktidar olamıyor. Sürekli kabullenmedikleri kişilerin iradesi ile yönetilmek zorunda kalıyorlar.
Bu kesimin huzura ermeleri, lümüşlüğü bırakarak, halkın iradesine razı olmalarından geçer. Yoksa bundan sonra üzülmeye devam ederek, kendilerine yazık ederler.