İnsanoğlunun doğasında var olan eylemlerden biridir “ Olmayana veya olmayacak olana değer vermek” Elinde olmayanla beslenir. Elde etme çabası aşkı güçlendiren en güçlü iksirdir, fakat elde edildiği anda ise etkisini yitiriyor olması da bir o kadar düşündürücü bir hal alıyor.
Bugün rotamızı Elazığ’a çeviriyoruz. Karşılıksız sevdanın çaresizliği içinde kalmış genç bir delikanlının hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tabi bu hikayeyi yazarken aklımda ki soru şuydu; Şayet sevdiği kızı alabilseydi onu aynı aşkla sevebilecek miydi…?
Türkümüzü ve hikayesi sizlerle.
Güzel sesli genç bir müezzin ezan okurken, sesini duyup aziz Allah diyenlerin hepsini görür. Fakat hiçbir kimseye ve hiçbir eve kötü nazarla baktığı duyulmaz Camii komşusu olan bir evin 12-13 yaşlarında küçük kızı da müezzinin sesinden zevk almalı ki, camiye gelip gittikçe “Amca ezan okuyacak mısın?” diye sorar, o da “Evet kızım. Ezan okumaya geldim” diyerek kızcağızı okşayıp geçer.
Fakat bir sene sonra 14-15 yaşlarına gelen küçük kızcağız, birden bire serpilerek büyür. Yanakları pembeleşmeye başlar. Artık müezzinin yolunda da görünmez olur.
Ezan okunurken arada sırada evinin yüksek ayvanına çıktığı, fakat ezan bittikten sonra hemen içeriye girdiği görülür. Uzaktan uzağa bu görünüş bekar müezzinin kalbinde gizli bir yaraya içli bir sevgiye kalp olur.
Ancak evvel küçük iken kimsenin sahip çıkmadığı bu güzele büyüdükten sonra sahip çıkanlar ve istemeye gelenler olduğu duyulur. Fakat onu almak, ilk önce onu sevenin hakkı değil mi? Bu zengin aile kızın seven müezzin de kendisi almak için ağız aratırsa da herkes bu talebe güler.
Bir müezzinin zengin bir efendi kızına talip olması deliliktir diye. Sevdiğine kavuşamamak ümitsizliğine düşen müezzin bir türlü hislerini yenemez. Bilhassa sevdiğinin başka birine nişanlandığını duyunca, delirmişçesine üzülür, kına gecesinden evvel ne lazımsa onu yapmaya, sevdiğinin de kendisini isteyeceğini zanneder onu kaçırmaya karar verir. Fakat bir türlü de imkan bulamaz. Alan razı veren razı olduğu için, her şey hazırlanır, düğün günü gelir çatar.
Akşam ezanını okurken düğün evinin şenliğini gören müezzin, bir cenaze cemaati görmüş gibi irkilir. Nihayet kına gecesi, yatsı ezanını okuduktan sonra, güveyi evinde sazlar çalınıp oyunlar oynanırken, kendisi de sevdiğini kendisine vermeyene karşı bir oyun oymaya ve kızın yüksek ayvanına çıkıp onu kaçırmaya aklına koyar. Gerçekten düğün evine giren çıkan çok olursa da, arayıp soran da pek olmaz.
Sevdiğini ebediyen elinden kaçırmak üzere olan genç müezzin, yatsı ezanını okuduktan sonra düğün kargaşalığından faydalanarak, gizlice kız evinin ayvanına çıkar. Ellerine kına yakılan sevgilisini kaçırmaya hazırlanır. Fakat ayvanda ayak sesi duyan ve gölge görenler telaşlanır. Bağırıp çağırmaya başlarlar.
Hemen erkeklere de haber verilir. Nasipsiz genç sevgilisini kaçırmak şöyle dursun eve dolan erkeklerin eline düşmemek ve tanınmamak için kendisini yüksek ayvanlardan atar. Arkası sıra koşup yakalamak isterlerse de, gelmeyin vururum diye gelenleri korkutarak kaçıp kurtulur.
Ertesi gün sevilen kız, nikahlısının evine gönderilirken, sevenin de derdine yanmak için bir türkü yakılır.
Yüksek Ayvanlar Türküsü
Yüksek ayvanlarda yatmış uyumuş
Ela gözlerini uyku bürümüş
Ezel küçücüktü şimdi büyümüş
Ellerin benimle ne kavgası var
Gül ile bülbülün har davası var
Yüksek ayvanlarda kandiller yanar
Kandilin üstüne bülbüller konar
Herkes sevdiğine böyle mi yanar
Ellerin benimle ne kavgası var
Gül ile bülbülün har davası var
Yüksek ayvanlardan attım kendimi
Çok aradım bulamadım dengimi
Kırmızı güllerden almış rengini
Ellerin benimle ne kavgası var
Gül ile bülbülün har davası var
Burda güzel bir kültür birikimi ,gekecek kuşaklara da aktarılabilecek güzel bir arşiv oluşuyor. Tebrikler…