Siyaset-Menfaat İlişkisi
Siyaset kavramının tarihi, çok eskilere kadar gider. İnsanların aileyi aşan boyuttaki toplu olarak yaşamaya (yerleşik hayata ve tarımsal üretime başladığı dönem) başladıkları günlerden bu yana siyaset hep olagelmiştir.
Siyasî süreçlerin işleyişi sürekli değişkenlik arz etmiştir.
Dünya genelinde de, ülkemizde de siyasetin işleyişinde ciddi sorunlar yaşanıyor.
Önce siyasetin kısa bir tanımını yapacağım.
Siyasetin muhtelif manaları mevcuttur.
Ben burada sadece siyaset bilimi yönünden bir belirleme yapacağım.
Siyaset, “herkesi ilgilendiren (kamusal) meseleler hakkında kararların alınması ve yürütülmesi (uygulanması)” manasına gelir (Atilla Yayla, Siyaset Bilimi, s. 25).
Burada kamusal kararların alınması süreci önem arz ediyor.
Kamusal kararlar nasıl alınıyor; kararların alınmasında belirleyici etkenler nelerdir?
Kamusal kararların alınmasında ölçüt ne olmalıdır?
Bu iki sorunun cevabı, siyasetin işleyişi ve neticeleri bakımından çok mühimdir.
Önce birinci soruya cevap arayalım.
Kamusal kararlar nasıl alınıyor; bu kararların alınmasında belirleyici temel etkenler nelerdir?
Burada iki etkenden söz edilebilir:
Birincisi, “adalet”tir; yani bir yönüyle her hak sahibine hakkının verilmesi, diğer yönüyle de haksızlık yapanların haksızlıklarının cezalandırılmasıdır.
İkincisi, meşru ya da gayrı meşru menfaatlerin, meşru ya da gayrı meşru yollarla elde edilmesi ya da korunmasıdır.
“Kamusal kararların, nasıl alındığı ve alınmasında belirleyici olan etkenlerin neler olduğu? sorununun cevabı, her bir ülkede tatbik edilen rejime göre değişkenlik arz etmektedir.
Otoriter-Totaliter Rejimlerde Siyasetin İşleyişi
Otoriter ve totaliter rejimlerde, kararların alınmasında halkın hür ve serbest iradesinin belirleyiciliği söz konusu olmaz. Otoritarizm ya da totalitarizm bağlamında hâkim kılınmak istenen temel değerler olarak ideolojiler ve zihniyetler, kararların alınmasında büyük ölçüde, bazen de mutlak şekilde etkili ve belirleyici olmaktadır.
Mesela sosyalist rejimlerde belirleyici etken değerler sosyalizmdir. Faşist rejimlerde belirleyici etken değerler faşizm ve bu bağlamda, devlet için bireylerin feda edilmesidir. Bir diğer ifadeyle, “her şey devlet içinde ve devlet için, hiçbir şey devlet dışında ve başka bir şey için değildir”. Bu telakkide, devlet için bir milyon insan feda edilecekse edilir.
Bazı kereler halkın belli kesimlerinin yukarıdan aşağıya mobilize bir şekilde beliren talepleri ile kamusal kararlar uyumlu görünebilirse de, bu uyumlulukta belirleyici olan, halkın hür ve serbest zeminde beliren talepleri değil, merkezi otoritenin iradesi ve yönlendirmesidir.
Bu tür ülkelerde, halkın çoğunluğunun ya da belli kesimlerinin iradesinin demokratik zeminde tecelli etmesine izin verilmez. Kamusal kararlar, edilgen unsur olarak görülen halka yukarıdan aşağıya dayatılarak alınır. Halk, sadece alınan kararları kabul etmek durumundadır.
Her türlü eğitim faaliyetleri, iletişim vasıtaları ve tek yönlü algı operasyonları ile halkın şartlandırılması yönünde çabalar söz konusudur. Yapılmak istenen, edilgen olarak görülen halkın iradesinin tek yönlü etkilemelerle şekillendirilmesi, bir kalıba girdirilmesidir. Halkta bu şekilde oluşan irade, kendiliğinden hür ve serbesti içinde oluşan bir irade olamaz. Otoriter ve totaliter rejimlerde, merkezi otoritenin iradesine halkın iradesi görüntüsü verilir.
Bu çabalar, iletişimin zayıf olduğu dönemlerde çok daha etkili idi. Çünkü insanlar sanki bir nevi üstü açık cezaevinde yaşıyorlardı; sair ülkelerdeki gelişmelerden pek haberdar olamıyorlardı. Aldıkları tek haber, rejimlerinin ve yönetimlerinin en iyi olduğu yönünde idi.
Burada siyasetin işleyişinde etkili olan MENFAAT, resmî ideolojinin ne pahasına olursa olsun toplumda hâkim kılınması, bu ideolojinin düşmanların (muhalif değil), yaygın hafiye teşkilatları ve hukuk dışı yollarla yok edilmesidir. Düşmanlara hayat hakkı tanınmaz. Bu rejimlerin menfaatlerinin (resmi ideoloji) korunması için, muhalif olanların düşman olarak nitelenerek, düşüncelerinden, inançlarından dolayı yok edilmeleri olağan görülür. Bu telakki uluslararası siyasette de söz konusudur. Uluslararası siyasette, ideolojik saiklerle uygulanan politikalar kapsamında, ideolojik yayılmanın sağlanması adına ülkeler işgal edilir, katliamlar yapılır ve bunların hepsi de, ideolojik eksenli menfaatin korunması adına yapılır. Burada tatbik edilen siyaset gasp ve işgal şeklinde adaletsiz ve haksız da olsa, bu politikalar, ideolojik temelli menfaatle haklılaştırılmaya; zulme hak kıyafeti giydirilmeye çalışılır.
Bu telakki ve uygulamalarda, “resmi ideoloji ile bütünleşen menfaatlerin ne pahasına olursa olsun korunması için, canavarca politikaların uygulanması” meşru görülür.
Demokrasilerde siyasetin İşleyişi
Demokratik ülkelerde, kamusal kararların alınmasında halkın iradesinin belirleyici ve etkili olduğu ya da en azından teorik olarak böyle olmasının gerekli olduğu söylenebilir. Halkın kamusal kararların alınmasındaki belirleyiciliği ve etkilemesi, çeşitli ülkelerde demokrasi kültürünün yaygınlığına bağlı olarak değişebilmektedir.
Barry Holden’e göre, Demokrasi, halkın, kamu siyasetine ilişkin önemli sorunlarla alakalı belirleyici temel siyasi kararların, pozitif ve negatif olarak alınması noktasından, hem hukuken yetkili olması, hem de fiilen doğrudan ya da temsilcileri aracılığıyla bu kararları gerçekten alıyor/etkiliyor olmasıdır (Barry HOLDEN, Liberal Demokrasiyi Anlamak, s. 6-7).
Şayet hukuki metinlerinde halk yetkili gösterildiği halde, kamusal kararlar daha başka etkileşimler altında alınıyorsa, demokrasinin varlığından söz edilemez. Başka bir ifadeyle kamusal kararların alınması halkın iradesinin etkinliğinde ve belirleyiciliğinde alınmış olmaz. Buna, anayasal ve şekli olarak yasama meclisi üyelerini halkın seçtiği, yürütme, yasamanın içinde çıktığı ya da halk tarafından seçildiği halde, fiiliyatta kararların vesayet odaklarının belirleyiciliğinde alınması misal olarak verilebilir. Ülkemizde 28 Şubat sürecinde yaşananlar bunun en bariz misalleridir.
Halk hukuken yetkili olmadığı halde, konjonktürel şartlara bağlı olarak, bazı kararlar fiiliyatta halkın belirleyiciliğinde alınmakla birlikte, değişen şartlara bağlı olarak, halkın, kararların alınmasında etkinliği geriliyor ya da kalkıyorsa, yine demokrasinin varlığından söz edilemez.
Demokrasilerde siyasetin İşleyişinde Menfaatlerin Etkileri
Buraya kadarki izahatlar, sürecin işleyişi ile alakalıdır.
Yukarıda, kamusal kararların alınmasında adalet ya da menfaat ikilisinden birinin etkili olduğunu belirtmiştik. Bazen de, hem adalet, hem de meşru menfaat birlikte etkili olabilir.
Demokrasilerde, kamusal kararların alınmasında, ya halkın “adalet” temelli ya da “menfaat” temelli talepleri etkili olabilmektedir.
Hz. Muhammed’in “nasılsanız, öyle yönetilirsiniz” şeklindeki Hadis-i Şerif’inde ifade edilmek istenen de aslında budur.
Adaletin gerçekleşmesi açısından demokrasi tek başına yeterli olamamaktadır. Bir diğer ifadeyle, demokrasinin varlığı, tek başına adaletin gerçekleşmesinin teminatı değildir.
Bu sebepledir ki, demokrasilerdeki işleyiş her daim âdil olmayabilmektedir.
Bunda, halkın kamusal kararların alınmasındaki etkinliği birinci derecede belirleyici olmaktadır. Şayet kamusal kararların alınmasında halkın belirleyiciliği “adalet” eksenli ise, başka ifadeyle halkın ekseriyetinde adalet bilinci hâkimse, bu demokraside adalet hâkim olur.
Halkın hassasiyetlerinin ve tepkilerinin, “adalet”ten ziyade “menfaat” eksenli olduğu toplumlarda, alınacak ve uygulanacak kamusal kararlar, kişisel menfaatleri ile uyumlu olan halk kesimlerince (halkın çoğunluğu) desteklenir.
Adalet-siyaset etkileşimi bir başka makale konuş olduğu için, bu makalede, daha ziyade menfaat-siyaset etkileşimi üzerinde yoğunlaşılacaktır.
Bazen, ülkelerin içinde (iç siyaset) geçerli olan, bazen de bölgesel ya da küresel boyutları olan kararlar, şayet alındıkları ülkelerde yaşayanların çoğunluğunun menfaatlerine dokunmuyorsa, menfaat eksenli siyaset anlayışı içinde, bu ülkelerde yaşayan insanların etkili olabilecek çoğunluğu, bu kararlarla, bazen ilgilenmezler, bazen bunları de desteklerler.
Şimdi biraz daha somut uygulamalara bakalım.
Seçmenler, yöneticileri ve kendilerini temsilen karar alıcıları hangi saiklerle seçerler?
Bu sorunun cevabı da önemlidir.
Seçmenlerin ekseriyeti, şayet adaletin tahakkuku için oy veriyorlarsa, bunun yönetime yansıması da mutlaka olacaktır. bu durumda adaletsizlikler değişen ölçülerde azalacaktır.
Seçmenlerin ekseriyeti, adalet yerine, kişisel, toplumsal ya da ülkesel menfaatler ekseninde hareket ediyorsa, bu saiklerle oy veriyorsa, bunun da yönetime yansıması olacaktır.
Örnekleri biraz daha somutlaştıralım.
Seçmenler, oy verirlerken, “çocuğunun, bir başka yakınının ya da referans olduğu bir başka kişinin, haksız olarak da olsa bir kamusal kadroya atanmasının sağlanması” saiki ile hareket ediyorlarsa, karar alıcıları sürekli bu kişisel menfaatleri yönünde etkilemeye çalışırlar.
Benzer durumlar, ihaleler için de söz konusu olabilmektedir. Siyasi karar alıcılara akçalı menfaatler sağlayanlar, bunlar seçildikten sonra, karşılığını “usulsüz nema” olarak elde etmek isteyebilmekte, bu yönde değişen ölçülerde etkilemelerde bulunabilmektedirler.
Ya da bir kamusal makama, çok külliyetli harcamalar yaparak seçilen kamusal karar alıcılar ve uygulayıcılar, benzer şekilde, bu harcamalarını, çeşitli usulsüzlükler yoluyla telafi etme yoluna gidebilmektedirler. Burada, kişisel menfaatlerini telafi etmek, kamusal kararların alınmasında birinci derecede etkili olabilmekte, görüntüdeki işleyiş ise legal görünmektedir.
Somut bir misal verelim. Karar alıcılarla ihaleye iştirak edenler aralarında anlaşarak, gerçekte 5 milyon TL’ik bedeli olan bir kamusal ihaleye, sadece belli kişilerin katılımı sağlanmaktadır. Bu kapsamda, 5 milyon TL’lik kamusal iş 15 milyon TL’ye ihale edilmekte, aradaki 10 Milyon TL, ihaleye katılanlarla kamusal karar alıcıları arasında paylaşılmaktadır. Yapılanlar, fiili anlaşmalar hariç, resmi prosedürlere uygun görülmektedir. Burada, alınan kamusal kararlarda, adalet değil, haksız kişisel menfaatler belirgin şekilde etkili olmaktadır.
Bu sebepledir ki, bir toplumda, ahlâkî yozlaşma ve adalet bilincinden uzaklaşıldığı ölçüde, kamusal yolsuzlukların gerisinde, hak ve adalet temelli olmayan kişisel menfaatlerin öne çıkarılması durumu söz konusu olabilmektedir.
Demokrasi, kişisel menfaatlerin korunmasında meşrulaştırıcı yönde işlev görmektedir. Kısaca, karar alıcıları halk seçiyor; halkın seçtikleri, kendilerini seçenlerin bazılarının menfaat eksenli yönlendirmeleri altında kararlar alıyorlar, bütün bunlar da şekli olarak prosedürlere uygun olarak yapılıyor.
Âdil olmayan kişisel menfaatlerin kapsamı, bazen dar olduğu halde, bazen çok büyük boyutlara ulaşabilmektedir. 28 Şubat sürecinde bankaların batırılmasında bazı menfaatçilerin ihya edilmeleri, menfaat eksenli siyasetin en yozlaşmış hallerinden bazılarıdır. İç siyasette, “çoğunlukçu” demokrasi ile uyumlu olarak, muhaliflerin hürriyetlerinin gasp edilmesi, bazı haklardan mahrum bırakılmaları şeklindeki uygulamalarla, şekli olarak “kamu güvenliğinin sağlanması” bahanesiyle, çoğunluğun “siyasi menfaati”nin “çoğulculukla” çelişecek şekilde gasp edilmesi neticesini ortaya çıkarmaktadır.