İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar diye bir atasözümüz var.
İnsanlarla ilişkilerimizde konuşurken, çok sayıda kelime kullanırız. Dikkatli ve özenli bir şekilde düşünüldüğünde, bazı kelimelerin hatalı şekilde kullanıldıkları görülür.
Bazı kelimeler, halkın gündelik dilinde, sözlük manasından farklı manada kullanılır.
Bazı kelimeler, belli bir felsefeye göre mana kazanır ve kullanılır. Bu felsefi temele sahip olan bir kelime, farklı felsefi düşünceyle çelişebilir. Bu durumda, aynı mana, bir başka felsefi düşünceye göre, bu düşünce ile uyumlu bir kelimeyle ifade edilir.
Burada bu mahiyetteki kelimelerin envanterini çıkaracak değilim. Böyle bir envanter çalışmasında muhtemelen çok çarpıcı sonuçlar ortaya çıkacaktır; fakat bu iş bu yazının hacmini fazlasıyla aşar.
Sürü Bağışıklığı Kavramı
Corona salgını döneminde, önce bazı Batılı ülkelerde, sonra da ülkemizde “sürü bağışıklığı” diye bir kavram kullanıldı.
Bu kavramın menşei (kaynağı) Batılı ülkelerdeki felsefi kültürdür.
Batılı ülkelerde, bu kavram ile esasen toplumun büyük ekseriyetinin Corona virüsüne karşı vücut bağışıklığının, direncinin artması ifade edilmek istenir.
“Sürü bağışıklığı” kavramlaştırmasına eleştirel yaklaşmak isterken, amacım, bu kavramla ifade edilmek istenen toplumsal olgunun kötü bir şey olduğunu belirtmek değildir.
Burada takıntı yaptığım husus “sürü” kelimesidir.
Burada, kendi felsefi düşüncemle uyumsuz bir kavramlaştırma söz konusudur.
Bizim kültürümüzde “sürü” kelimesi “hayvan”lar için kullanılır.
Mesela, inek sürüsü, domuz sürüsü, keçi sürüsü vb. gibi.
İnsanlar için böyle bir kelime bizim inanç sistemimizde kullanılmaz.
Fakat bazıları bu kelimeyi insanlar için de kullanıyorlarsa, bunun iki sebebi olabilir.
Birincisi, Toplumu, kurucu rasyonalizm kapsamında, jakoben anlayışla uyumlu şekilde, yukarıdan aşağıya güdülecek canlı sürüleri olarak görmek.
Burada ideolojik bir devlet vardır. Belli bir ideoloji ile bütünleşen devlet etken, sürü olarak görülen insanlar da edilgen unsurlardır.
Devletin amacı, kurucu rasyonalizm yoluyla, toplumu teşkil eden insanların rızasının olup olmadığına bakmaksızın, ideolojik fikriyata göre şekillenen bir toplum inşa etmektir.
Esasen bu devlette birey yoktur, bireyin hür ve serbest iradesi ile kendi hayatını, düşünce dünyasını şekillendirmesi de yoktur. Kısaca insan özne değil nesnedir.
Mesela bir koyun sürüsünün yönetimi çobanındadır. Bir taşa heykel şeklini veren heykeltıraştır. Koyunların, nasıl güdülecekleri konusunda iradeleri mevcut olmadığı gibi, taşların da nasıl ve ne tür heykel olacakları konusunda iradeleri ve belirleyicilikleri yoktur.
Benzer şekilde, ideolojik kimlikli otoriter ya da totaliter devletlerde, birey olmayan kişiler, çobanın güttüğü koyunlar, heykeltıraşın heykel yaptığı taşlar gibidirler.
Bu vesileyle, insanlar için kullanılan “sürü” kelimesi, bu tür rejimlerle uyumludur. Bu kavramlaştırma, insanı hürriyetlerinden mahrum kıldığı, insanları devletin “mal”ı haline getirdiği için, benim anlayışımla uyumlu değildir.
İkincisi, hayvanlar için kullanılan “sürü” kelimesinin, Darwinist evrimci felsefenin insana bakış açısı ile uyumlu olmasıdır.
Darwin, insanın soyunu hayvanlarla ilişkilendirmektedir.
Felsefeci Clifford T. MORGAN, “Psikolojiye Giriş” adlı meşhur kitabının “Evrim, Genetik ve Davranış” bölümünde insanı şöyle tanımlıyor: “Kendimizi meleklere çok yakın bir düzeyde görsek bile hayvan türünden olduğumuzu unutmamamız gerekir. Adımız ‘homo sapiens’tir. Evrim sürecinde binlerce yıl boyunca biçimlenmiş psikolojik yetenekleri ve beden yapıları olan ilginç yaratıklarız”.
Evrim Teorisinde, bazı evrimciler hariç, insan ve hayvan arasındaki farkın, mahiyet farkı değil, sadece bir “derece” farkı olduğu görüşü genelde hâkimdir.
Oysaki İslamiyet’te, insan, ruh, istidat, hissiyat, kabiliyetler ve mahiyeti itibariyle hayvanlardan çok farklıdır. İnsan, başıboş, serseri, sahipsiz bir hayvan değildir. İnsan, bekaya âşıktır, bütün kemalatı, lezzetleri, bekaya tabidir, ebedi saadet için yaratılmıştır. İnsan, imanı ve takvasıyla mahlûkatın en şereflisi ve yeryüzünün halifesidir.
Bütün bu farklılıklar sebebiyledir ki, insan ve insan topluluğu için, “hayvan, hayvan sürüsü”, “inek, inek sürüsü” vb. denilmesi ya da bunlara benzetilmek beni rahatsız eder.
Bu vesileyle, insanlar için “sürü” kelimesinin kullanılmasını hiç tutmadım.
İnsanlar hakkında yapılan “sürü” nitelemesi, Darwinist felsefeyi savunan birisi için yadırgatıcı değildir; hatta çok isabetlidir.
Burada itirazım ya da hatırlatma yapma ihtiyacını duymamın sebebi, yaratılış fikrini savunanların da, sürü kelimesini kullanmalarıdır. İnsanın, mahlûkatın en şereflisi ve dünyanın halifesi olduğuna inanıp da “sürü” kelimesini kullanmak çelişki teşkil etmektedir.
İnsanı Hayvan Olarak Niteleyen Bazı Düşünürler
Platon’a göre “insan, toplumsal hayvandır”.
Aristo’ya göre “insan, düşünen hayvandır”.
Heraklitos’e göre “insan, tartışan hayvandır”.
Kant’a göre “insan, eleştiren hayvandır”.
Descartes’e göre “insan, konuşan hayvandır”.
Nietzsche’e göre “insan, düpedüz hayvandır…!”
Bir Müslüman’a göre, imanıyla, inancıyla, ibadetleriyle mahlûkatın en şereflisi ve arzın halifesi olarak nitelenen insanlar için, “sürü bağışıklığı” kavramlaştırması içerisinde yer alan “sürü” kelimesinin kullanılması, aşağılayıcı bir nitelemedir.
Nihai değerlendirme
Ülkemizde bazı insanlara “it, it sürüsü” dense, muhtemelen rahatsız olacaktır. Ama bu insanlar, insanları hayvanlaştıran sürü kelimesinin kullanılmasından rahatsız olmuyorlar.
Bunun iki sebebi mevcuttur; şöyle ki:
Birincisi, Darwinist felsefe ile uyumlu olarak kullanılan “sürü bağışıklığı” kelimesinin, hiçbir felsefi araştırma yapmaksızın aynen kullanılmasıdır.
Oysaki Darwinist felsefeyi benimsemeyen inançlı insanların, Ülkemizdeki inanç sistemiyle uyumlu olarak, dikkatli bir şekilde bir kavramlaştırma yapmaları gerekir. Burada bir ihmal durumu söz konusudur.
İkincisi, özensizliktir.
Batıda kavramlar genellikle bilinçli ve özenli şekilde kullanılmaktadır. Sürü bağışıklığı da, Darwinist felsefe ile uyumlu şekilde bilinçli bir tercih olarak kullanılmaktadır.
Türkiye’de birçok insanın bazı kavramları özensiz olarak kullandıkları görülmektedir.
İnsanların kavramları özensiz olarak kullanmaları, hem ilmî açıdan seviye düşüklüğü, hem de bilinçsizce savrulmadır, tutarsızlıktır; düşünce dünyasının, kavramlar üzerinde sağlam bir zemine oturmuş olmamasıdır.
Kavramların kullanılmasında özenli bir şekilde hareket etmeye çalışan birisi olarak, inanan insanların, kavramları daha özenli bir şekilde kullanmalarını öneririm.
Aksi halde, özensizlik, itibar ve inandırıcılık zaafına, düşünce tutarsızlıklarına sebep olacaktır. Özensiz insanların düşüncelerinde tutarlılık olamaz. Bu sebepledir ki, anti-Darwinist’lerin, daha müdakkik olmaları gerekir.
Diğer yandan, özensizlik, şüpheye sebep olacaktır. Hele ki kavramların kullanılması konusunda özensiz davranan kişiler, akademisyen, yazar, eğitimci ise bu şüphe, özensiz kişiler açısından çok daha tahripkâr ve yıkıcı olacaktır.
Bir kelimeyi özensiz bir şekilde yanlış olarak kullandığı anlaşılan bir yazarın diğer fikirlerine karşı da şüphe ile bakılır. Bu kişinin, sair konulara ilişkin isabetli düşüncelerinden de şüphe edilir. İnandırıcılık yerlerde sürünür.
Bu sebepledir ki, özen, özen, özen…
























