Bir Ülkenin Tanınmasında Hukukî ve Siyasi Gereklilikler
Bir devletin tanınmasına ilişkin evrensel ölçekte somut ve üzerinde uzlaşılmış net kriterler ve kurallar mevcut olmadığı için, yeni bir devletin sair devletler tarafından tanınması meselesi en çok tartışılan konulardan biridir. Hatta uluslararası hukukta bir devletin “tanınması” konusu kadar tartışmalara sebep olan ve bazı devletlerin paradoksal kararlar verebilmesine yol açabilen çok az konunun mevcut olduğu belirtilmektedir.
Her ne kadar uluslararası hukukta, devletlerin tanınmasına dair bazı kriterlerin mevcut olduğundan bahsedilse de, hem bu alan çok bulanıktır, hem de tanıma işleminde nihaî kararın verilmesi yetkisi tamamen egemen devletlere aittir.
Herhangi bir devletin tanınıp tanınmaması meselesi gündeme geldiğinde, o devletin tanınması için lüzumlu olan kriterlerin mevcut olup olmadığı sorgulanırken, bu kriterlerin birçoğunun, herkesin kabullenmek zorunda olduğu standart türden şartlar olmadığı görülür.
Mesela kimi zamanlarda, bir devlet, tanıma meselesinde oldukça farklı ve çelişkili kararlar verebilmektedir. Bir ülke hakkında tanıma kararının verilmesi için aranan şartlar, bir başka ülke için yeterli görülmeyebilmektedir. Ya da bir ülkenin tanınması için aranan şartların tamamı bir başka ülkenin tanınmasında aranmayabilmektedir. Çünkü bir devletin tanınması yönünde kararın alınmasında, sadece objektif uluslararası hukuki kriterler değil, siyaset ve diğer başka şartlar bütünlük içerisinde etkili olabilmektedir.
Kimi kereler, tanıma konusunda, siyasi etkenler, meselenin hukuki boyutuna göre çok daha belirgin olarak öne çıkmaktadır.
Günümüzde bir ülkenin tanınması konusunda karar verilirken, siyasî ve hukukî etkenlere, iktisadi çıkarların da eklemlendiğini söylemek gerekir. Yani, bir ülke tanınırken, sadece hukuki ve siyasi kriterler değil, iktisadi çıkarların maksimize edilmesi ya da bu yönde çıkarların mevcut olup olmaması da etkili olabilmektedir.
Diğer yandan bir ülkenin tanınması konusunda, bir ülke karar verirken, sair devletlerin ve uluslararası kuruluşların da etkili olduğu görülmektedir. Mesela bazı ülkeler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımak istediği zaman, uluslararası etkileme güçlerinin, bu ülkeleri kararlarından vaz geçmek durumunda bıraktığı görülmüştür.
Bir ülkenin tanınması konusunda bazı ülkelerin irade ortaya koyması, diğer ülkeler açısından bağlayıcı değildir. Bir ülke, bir başka ülke tarafından tanındığında, diğer devletler de tanıma işlemini yapabilecekleri gibi, hukukî, siyasî, iktisadî, uluslararası kurallar ve etkileşim vb. şartlara bağlı olarak, diğer ülkeler tanıma işlemini erteleyebilirler.
Her bir ülke kendisi için tanımayı uygun gördüğü şartlar olgunlaştığında tanıma işlemini yapar veya belki de tanıma işlemini uzunca süre erteler ya da hiç tanımaz.
Bir ülkenin tanınması konusunda karar verilirken, ideolojik etkenler, bazı kereler fiili olarak etkili olabilir ise de, tek başına belirleyici olmaz. Yani diğer şartlar tahakkuk etmiş ise, salt ideolojik sebeplerle tanıma kararının alınması konusunda geri durulmaz.
Bir devletin tanınması, bu ülkedeki rejimin bütün unsurları ile kabul ve tasvip edilmesi manasına gelmez. Tanıma, sadece diplomatik ve sair ilişkilerin kurulmasına zemin oluşturur.
Mesela, Türkiye, geçmiş yıllarda, totaliter bir rejimin mevcut olduğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini (SSCB) tanımış olmakla, Marksist ideolojiyi kendisi için kabullenmiş olmadı. Benzer bir durum Hitler rejimi için de söz konusudur.
Nitekim bu ülkelerdeki rejimlerden yüzde yüz farklı olan ideolojilerin geçerli olduğu bütün devletler (ABD, İngiltere vb.), geçmiş yıllarda bu devletleri (SSCB ve Hitler’in Almanya’sı) tanımakta idiler.
Fakat ideolojik sebepler, iç etkileşim olarak kararların alınmasında fiili olarak belirleyici olabilir. Ama bu belirleyicilik, tamamen iç tepkilerin fiili olarak dikkate alınıp alınmaması ile alakalı bir meseledir. Karar mercilerinin iç dinamikleri dikkate almaları, hukuki bir mecburiyetten ziyade, tamamen siyasi bir tercihtir.
İç dinamiklere rağmen bir tanıma kararının alınması, sadece belli çevrelerce eleştiri konusu yapılabilir ise de, bu eleştirilerin hukuki temeli yoktur.
Siyasi ve Hukukî Tanıma
Hans Kelsen’e göre tanımanın birbirini tamamlayıcı mahiyette iki unsuru mevcuttur.
Birincisi, siyasi tanımadır. Siyasi tanıma, tanımaya konu olan bir ülke ile diplomatik ilişki kurmakla meydana gelir.
Bu tür tanımanın meydana geldiği durumda, tanıyan devlet, tanınan devlet ile diplomatik ilişkiler kurma iradesini ortaya koymuş olur. Fakat salt siyasi tanıma neticesinde, karşılıklı olarak diplomatik ilişkilerin geliştirilmiş olması, bu ülkenin uluslararası hukuk nezdinde “devlet” olarak kabul edilebilmesi için yeterli değildir.
İkincisi, hukuki tanımadır. Hukuki tanıma, tanınan ülkenin hukuki varlık kazanmasını sağlar. Bir ülkenin “hukuki anlamda var olabilmesi”, bu ülkenin uluslararası bağlamda hukuki tanınmasını lüzumlu kılar. Bir ülkenin hukuki bağlamda devlet olarak tanınması, o ülkenin, devlet olarak varlığının uluslararası hukuk çerçevesinde kabul edilmesi anlamına gelir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, siyasi tanıma ile hukuki tanımanın birleşmesi neticesinde, uluslararası hukukun süjesi olan “devlet” ortaya çıkar.
Taliban Yönetimindeki Afganistan’ın Tanınması Meselesi
Afganistan’da esasen yeni bir devlet kurulmuyor. Daha önce var olan devlet, sadece rejim değiştiriyor. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, Cumhuriyet yönetiminden Emirlik şeklinde monarşik yönetime geçiş söz konusu olacaktır. Fakat bu dönüşümü sağlayacak bir Anayasa henüz yapılmış değildir.
Elbette ki, her bir Anayasa yapımıyla, ilgili devletin teşkilat yapısı yeniden örgütlenir.
1924, 1961 ve 1982 Anayasaları ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin teşkilat yapısı üç kere yeniden örgütlendirilmiştir. Ama bu örgütlenmelerin her birisinde, bir tanınma ihtiyacı ortaya çıkmamıştır. Fakat, “senin teşkilat yapın esaslı bir şekilde değişti, ben artık senin hakkındaki tanıma kararını geri alıyorum” diyecek bir devlet ortaya çıkabilirdi, ama çıkmadı.
Afganistan’da şekillenen yeni yapılanmada da benzer bir durumun söz konusudur. Ama bazı devletler, esaslı rejim değişikliğini bahane ederek, ben seni tanımıyorum diyebilir. Ya da Taliban öncesi Afganistan Devleti için söz konusu olan tanıma kararını geri alabilir.
Bazı devletler, diplomatik ilişkilerini dondurarak siyasi tanımanın gereklerini yerine getirmeyebilir. Bu ilişkilerin tekrardan başlatılması için bazı konjonktürel şartların olgunlaşmasını bekleme yönünde karar verebilir.
Taliban Yönetiminde yeniden şekillenen Afganistan Devleti hakkında tanıma ya da tanımama konusunda iradenin belirlenmesi muhtemelen yakın gelecekte netleşecektir.
Çeşitli devletlerin Taliban’la yürüttükleri ilişkilerden ve açıklamalardan, başta ABD, Rusya ve Çin Olmak üzere büyük devletlerin, Afganistan’daki yeni teşkilatlanmayı tanıyacakları anlaşılmaktadır. Çünkü özellikle Afganistan’daki büyük iktisadi kaynaklar, bu ülkelerin iştihalarını kabartmaktadır. İktisadi ve siyasi etkileşimin, her türlü ideolojik farklılaşmaların etkisinin önüne geçtiği söylenebilir.
Türkiye’nin de, siyasi ve iktisadi şartlara, uluslararası ve bölgesel konjonktürlere bağlı olarak, yeni şekillenen Afganistan devletini tanıma yönünde iradesini ortaya koyacağını düşünüyorum. Taliban yönetimi ile yapılan görüşmeler, bu iradeyi ortaya koyuyor. Kaldı ki, bu ülke ile hukuki ve diplomatik ilişkilerin yürütülmesi için, ayrıca tanıma kararının alınmasına lüzum olmadığı kanaatindeyim. Belki, siyasi bir iradeyi ortaya koymak kabilinden tanıma yönünde bir irade açıklaması yapılabilir. Yapılacak bu açıklama, sadece malumun ilanı ve mevcudun teyidi mahiyetinde olacaktır.
Dünya genelinde birçok ülkenin tanıyacağı Taliban yönetimindeki Afganistan’ı, sırf Taliban’ın ideolojik görüşlerinden dolayı tanımaması, Türkiye’nin bölgesinde ciddi manada güç kaybetmesine sebep olacaktır.
Amerika’nın, 15.000 KM öteden gelerek bu bölgede etkili olduğu, Çin ve Rusya’nın Afganistan’da etkili olmaya çalıştığı bir zeminde, Türkiye’nin sırf ideolojik sebeplerle yeni Afganistan yönetimi ile diplomatik ve hukuki ilişkiler kurmasına karşı olmak, Türkiye’nin Uluslararası ilişkilerde irtifa kaybetmesine sebep olacaktır.
Bunun, Türkiye’nin milli menfaatleri ile uyumluluğundan söz edilemez.